Taksim Talimhane’de, Talimhane’nin en meşhur sokaklarından Duvarcı Adem sokağında doğdum. Çocukluğum orada ve Kayseri’de geçti. Babam aslen Kayserili. Annem Sivas Gemerekli. Onların evlendiği dönemde, belki biraz daha önce, Gemerek Kayseri’ye bağlıydı. Sonra Sivas’a bağlandı. Memleket orası olduğu için Kayseri’ye epeyce gidip geldik. Çocukluğumun bir kısmı orada geçti.
Okula nerede gittiniz?
İlkokulu dört ayrı yerde okudum. Birinci sınıfta Kayseri Düvenönü’nde İstiklal ilkokuluna gittim. Ermeni mahallesine çok yakındı bu okul. O zaman Kayseri’de çok Ermeni vardı. 1952 – 53’ten bahsediyorum. İkinci sınıfta tekrar İstanbul’a geldik. Kayseri’den dönüşte Esayan’a başladım. Ben ikinci sınıftayken annem ikinci evliliğini yaptı ve Lübnan’a gittik. İkinci ve üçüncü sınıfı Beyrut’ta okudum. İç savaş çıktığında dokuz yaşındaydım. Savaşın bütün ağırlığını gördüm orada. Evimizin pencereleri kurşunla delindi. Bir gün rahmetli üvey babam eve geldi, paltosunun tam ortasında bir delik var. Annem farketti, kurşun deliği. Kurşun sıyırıp geçmiş. Annem çok iyi bir terziydi. Lübnan Cumhurbaşkanı General Emil Lahud’un karısının terzisiydi. Çok iyi para kazanıyordu orada. Biz bu olaydan iki gün sonra, yanlış hatırlamıyorsam bir Cuma günü, İskenderun vapuruyla Türkiye’ye, İstanbul’a döndük. Yolculuk üç gün sürdü. Annem iki gün içinde ne var ne yoksa her şeyi yok pahasına sattı. İstanbul’da, Kadıköy tarafında oturduk bu sefer. Orada da Aramyan’a gittim. Üç, dört ve beşinci sınıfları Aramyan’da okudum.
Gittiğiniz ilkokullar arasında bir eğitim bütünlüğü var mıydı? Okul değiştirmekte zorladınız mı?
O dönemde müfredat her yerde aynıydı. Beyrut bile beni fazla sarsmadı. Dil değişti, Arapça öğrendim. Bildiğimin büyük bir kısmını unutmuşum ama hâlâ Arapça okurum, yazarım ve kendimi anlatabilirim. Eğitim müfredatına uyum sağlamakta hiç zorlanmadım. Bu sayede Arapça da öğrenmiş oldum ayrıca.
Kaç dil biliyorsunuz?
Ermenice, Türkçe, İngilizce, Fransızca, Almanca, Arapça. Bu lisanlarda okurum, yazarım, ağır metinleri de anlarım. Onların dışında kendi kendime okuduklarım var. Latince’yi çok iyi anlarım. Eski Rumca da dahil Rumca bilirim. Selçuk Altun bir yazısında benden Polyglot sahaf diye bahsetmişti. Çok iyi bir eğitim aldık biz. Bu dönemle kıyasladığımda bugün eğitimin çok zayıf olduğunu görüyorum. İlkokul üçüncü sınıfta Fransızca konuşuyordum. İlkokuldan sora Kıbrıs’a, Melkonyan’a gittim. Melkonyan’da İngilizce öğrendim. O kadar ileri seviyede dil öğrenmiştik ki, liseyi bitirdiğimde Londra Üniversitesi’nin General Certificate of Education (GCE) sınavlarına girdim. 1968’de buradan sertifika alabilen sekiz kişiden biri de bendim. Hep sınıf birincisi oldum eğitim hayatım boyunca.
İlkokuldan sonra Türkiye’de eğitim almak yerine neden Kıbrıs’a gittiniz?
Üvey babam Abraham Yanıkyan, yazardı. Gazete yazıları yazıyordu. Sosyalist olduğu için Türkiye’de sıkıntı yaşamış, o yüzden Beyrut’a gitmiştik. Zaven Biberian, Antan Özer, Dikran Balyan, Nişan Hançer, Haçik Arzuman… Bunlar hepsi çok yakın arkadaştı. Bizim evde toplanır sohbet ederlerdi. Beyrut’a da hep beraber gittik. Burada bir korku sarmıştı onları. Beyrut’ta okuduğum okulu bitirenler direkt Melkonyan’a alınıyordu. Melkonyan, Ermeni okulları arasında en yüksek seviyede akademik tedrisatı veren okullardan biriydi. Ermeni okullarına giden öğrencilerin en başarılıları, sınıfında ilk üçe girenler bedava alınırdı. Babamın Beyrut’ta yazı yazdığı Zartong gazetesinin o zamanki sahibi bir gün bana, babamın yanında “Sen Melkonyan’a gideceksin!” demişti. Babam itiraz etmedi ama okul bitmeden Türkiye’ye döndük. Aramyan’ı bitirdikten sonra bir gün babama “Melkonyan’a gidebilir miyim?” diye sordum. “Gideceksin zaten oğlum.” dedi. O da unutmamış.
Melkonyan sınavla mı öğrenci alıyordu?
Sınıf birincisi olduğum için ben girmedim ama diğer öğrenciler sınava giriyordu. Sınıfında ilk üçe giren öğrencilere para ödülü veriliyordu. Her sene o ödülü alıyordum. Miktarı hatırlamıyorum ama diyelim ki 25 pound ödül alıyorsak yıllık harcamam 2 pound. Gerisini anneme veriyordum. Annem, benim için biriktiriyordu. Tatile geldiğimde o parayla rahat rahat geziyor, istediğimi yapıyordum.
Okulunuzda hangi ülkelerden öğrenci vardı?
Bütün Ortadoğu’dan. Türkiye, Suriye, İran, Irak, Yunanistan, Bulgaristan, Fransa, İngiltere, İtalya. Ermenistan’dan öğrenci yoktu ama İtalya’da Venedik okulu olduğu halde oradan gelen oluyordu. Amerika’dan Japonya’ya dünyanın her tarafından Melkonyan mezunu var bugün. 2005 yılında ekonomik sebeplerle kapatıldı Melkonyan. Açık olsaydı Ortadoğu’da Ermeni talebelerin çok iyi eğitim alacakları bir okul olurdu. Akademik niteliği çok yüksekti. Yüksek Ermenice öğretiliyordu. Edebiyat ve tarih ağırlıklıydı okul. Sadece edebiyat ve tarihten sınıfta kalınırdı. Ermeni dili ve tarihini çok iyi öğrendik.
Melkonyan ne zaman kurulmuş?
1926’da kurulmuş. Dört sene sonra UNESCO öncülüğünde 100’üncü yılını kutlamaya çalışacağız. Okulu kuran Melkonyan kardeşler aslen Kayserili. 1915 sonrası Mısır’a yerleşmişler ve tütün ticaretinden çok iyi para kazanmışlar. Tehcirde yetim kalan çocukların okuması için kurulmuş Melkonyan. Aslında yetimhane. Sonra enstitüye dönüyor. O zaman Kıbrıs Rum kesiminde İngiliz ağırlığı daha fazla. O yüzden oradan çok büyük bir arazi alıp okulu kurmuşlar. İçinde hastanesi bile vardı. Okul kapatılınca araziyi satmak istediler. Melkonyanlılar Cemiyeti şikayetçi oldu. Kıbrıs Rum Hükümeti bizim itirazımız üzerine ‘Tarihi eserdir, satılamaz!’ kaydı koydu.
Hocalarınız nerelerden geliyordu?
Lübnan’dan, Kıbrıs’tan, Mısır’dan, İngiltere’den, Türkiye’den… Fizik, kimya, matematik İngilizceydi ayrıca İngilizce dil dersimiz de vardı.
Öğrenciler daha çok hangi ülkelerden geliyordu?
En fazla öğrenci Lübnan’dan geliyordu. İstanbulluların en fazla olduğu sene sayımız 37 kişiydi. Toplamda 450 yatılı öğrenci vardı. Bunların büyük kısmı okula beş kuruş dahi ödemedi. Gelir, Melkonyan Vakfı’ndan geliyordu. Çok ciddi bir Ermeni dili ve edebiyatı eğitimi aldık okulda. Ortaokul, lise ve iki sene yüksek okulu Kıbrıs’ta okudum. Oradan Erivan Üniversitesi Ermeni Dili, Edebiyatı ve Tarihi bölümüne geçtim.
Ermeni edebiyatı konusunda ihtisaslaşma kararı ne zaman gündeminize girdi?
Melkonyan’ı bitirirken hocalarımın da teşvikiyle Ermeni edebiyatı ve tarihine kaydım. Lise’de belli olmuştu kararım. Fizik, kimya, matematik gibi fen bilimleri derslerinde de de iyiydim ama dil daha ağır bastı. Melkonyan’da iki sene akademik eğitim aldıktan sonra Erivan’a gittim. Eğitim kalitesi ve hocalar çok iyiydi ama benim dönemimde Batı Ermenicesi yoktu. Ben Batı Ermenicesi öğrenmek istiyordum. O yüzden bir sene okuduktan sonra, birinci sınıfın sonunda Türkiye’ye döndüm.
Batı Ermenicesi ile doğu Ermenicesi’nin farkı ne?
Lisanların, kelime kökeni olarak farkı yok ama telaffuz ve kullanılışları farklı. Bu yüzden bir İstanbul Ermenisi Ermenistan’a gittiğinde okuyup yazmak ve konuşmak konusunda biraz zorlanabilir. Ermenice üç bin senedir konuşulan bir dil. Bir dönem kilise dili olmuş. Üçüncü asırda Mesrop Maştots alfabeyi geliştirmiş. Alfabeden sonra Ermenice halk diline dönmüş. Halk okumaya, yazmaya başlamış. Aşağı yukarı iki bin yıldır aynı harflerle yazıyoruz ve okuyoruz. Aynı dili konuşuyoruz.
Türkiye’ye dönerken kariyer planınız neydi?
Öğretmen olmak istiyordum. Döndükten sonra öğretmenlik yapıp yapmama konusunda biraz tereddüt geçirdim. Ben çabuk öğrenmeyi seven bir insanım. Gerekli sabrı gösteremezsem çocuklara ıstırap veririm düşüncesiyle öğretmenlikten vazgeçtim.
Erivan’dan Türkiye’ye ne zaman döndünüz?
1971’de.
O dönemde Türkiye Ermenileri’nin kültürüyle Ermenistan’da hâkim olan kültür arasında fark var mıydı?
Biraz farklılık vardı, hâlâ var. Yaşam tarzı, eğitim ve diğer bütün alanlarla yurt dışı Ermenileri’yle Ermenistan Ermenileri arasında hep fark olmuştur. Suriye savaşından sonra 40 bine yakın Suriyeli, Ermenistan’a göç etti. Onlarla birlikte bir şeyler değişti. Yemek kültüründe bile değişiklik oldu. Ermenistan bu değişikliklere alıştı. Şimdiye kadar o kadar büyük bir grup göç etmemişti Ermenistan’a.
Sizin çocukluğunuzda İstanbul’da ne kadar Ermeni vardı?
60 – 70 bin kadar vardı herhalde. Sonra bunların büyük kısmı yurtdışına gitti. 1960’larda Batı’ya göçtüler. Şimdi bile hali vakti yerinde olanlar Batı’ya gidip orada iş kuruyor. Şu anda İstanbul’da yine 65 bin civarında Ermeni olduğunu tahmin ediyorum. Anadolu’dakiler de buraya göçtü. 15 bin kadar da Ermenistan’dan çalışmaya gelen var. 1950’lerde entelektüel seviye bugünden çok daha iyiydi. Bir kısmı gitti, kalanlardan hayatta olanlar 90’larını geçti. O dönemin entelektüelleri, sanatçıları, zenaatkarları bugünkülerle mukayese edilemez. Öğretmenler bile çok farklıydı. Bugün yine iyi yetişmiş çok insan var fakat eski insanlara yetişebileceklerini sanmıyorum.
Sizin ailenizden yurtdışına giden oldu mu?
Almanya’da üç kardeşim, Beyrut’ta ablam var. Ben gitmedim, hiç düşünmedim gitmeyi. Bazen oturup düşünüyorum; bu toprağın, İstanbul’un sevgisi bağladı beni buraya. Rahmetli annemin Gemerek’te epeyce malı mülkü vardı. Büyükannem, biz yaya deriz, bir Müslüman’la evlenmiş. Dede öldükten sonra Gemerek’ten çıkmak için her şeyi bırakmış. Annemi ve dayımı alıp İstanbul’a gelmiş. Dayım 1905 doğumluydu. Yayamın ilk evliliğinden olmuş. Eşi 1915’te gitmiş ve bir daha geri gelmemiş. Müslüman dededen annem olmuş. Anneannemin kız kardeşi bunları bize anlatır, “Yavrum, unutmayın ama kin bağlamayın!” derdi. Para bütün kilitleri açar, derler ya, hayır! Bence sevgi bütün kilitleri açar. Karşılıklı konuşabilmenin, yüzleşebilmenin önemine hep inandım. Ben de gidebilirdim ama bu toprakları seviyorum.
Ermenistan’dan Türkiye’ye döndükten sonra ne iş yaptınız?
Ticaret yapayım dedim. İyi bir işim vardı. Toptan deri, kösele, ayakkabı malzemesi alıp satıyordum. Çocukluğundan beri kitapla iç içe olmuş, 16 yaşından beri kitap toplayan biriydim ben. O hayat çok sıkıyordu. Çok iyi bir kütüphanem var bugün. İlk baskı, 1513 tarihli kitap geçti elimden. Yazmalarla beraber Patrikhane’ye hediye ettim. Ticaret yaptığım dönemde de paramın çoğunu kitaba yatırıyordum. Sekiz yıl devam ettim o işe. 1985’te tamamen bıraktım. Bir arkadaşım ABC kitabevinin yabancı lisan bilen eleman aradığını söyledi. Gittim, rahmetli Artun Altıparmak’la konuştum. Sahibi oydu. Beyoğlu tarafından Yüksek Kaldırım’a inen yolun sağ tarafından Madam Venetia Konstantiniu’nun kitabevi vardı. Madam çok yaşlanmıştı. Artun Bey “Burayı idare eder misin?” dedi. İçeri bir girdim, cennet! İki kat kitap dolu.
Ne tür kitaplardı bunlar?
Her dilde, her türden sahafiye kitap. Kaçırır mıyım, başladım tabii.
Madam Venetia nasıl biriydi?
Madam Venetia İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Beyoğlu’nda sahaflık yapan birkaç kişiden biri. Kocası da kitapçıymış. Madam’ın son on yılını çok iyi hatırlıyorum. Ondan evvel de en az yirmi beş, otuz yılı vardı herhalde. Kitaptan çok iyi anlardı. Dükkandan içeri girersiniz, her yerde yığın yığın kitap… Müşteri eline bir kitap alır, “Madam, bu kaç para?” diye sorar. “Yavrum ben ona bir bakayım.” derse o kitabı satmazdı. Açar bakar, “Bu kalsın, bir okuyayım.” der. İyi Almanca, Fransızca ve Rumca bilirdi. Türkçeyi de iyi konuşurdu. Rumcasından dolayı Makedon olduğunu sanıyorum ben ama olmayabilir de. Evi Tünel Meydanı’nın arka tarafındaki ilk apartmanlardan birinin ikinci katındaydı. Orada da çok kitap vardı. Ölümünden sonra yağma edildi o kitaplar. O kadar bağlanmıştı ki, hiçbir yere satmadı. Kitaplar içinde de öldü.
Sizde sahafiye kitap merakı ne zaman başlamıştı?
16 yaşımdayken Melkonyan’da bir arkadaşım İngilizce’den Ermenice’ye bir lügat hediye etti. 1860’larda basılmıştı. Çok hoşuma gitti. O kitaptan sonra ne zaman param olsa gidip kitap aldım.
Lefkoşa’da sahaf var mıydı?
Bir iki tane vardı galiba ama ben sahaflara gitmezdim. Yeni kitap alırdım orada. Okulun çok güzel bir kütüphanesi vardı. 40 binin üzerinde kitap vardı. Ve ben kütüphane sorumlusuydum. Elimin altında devamlı kitap oldu.
Kaç yaşından beri kitap okuyorsunuz?
Büyükannem’in kız kardeşi öğretti bana okumayı. 5 – 6 yaşlarındaydım. İncil’i alır gelirdi, “Haydi oğlum, okuyalım.” derdi. Ermeni alfabesini öyle öğrendim. Türkçe okuyup yazmayı birinci sınıfta öğrendim.
Bilinçli olarak kitap almaya başladıktan sonra hangi alanlarda kitap topladınız?
Ermenicenin her alanında kitap aldım. Edebiyat, tarih, coğrafya, dil bilimi, araştırma, fen bilimleri…
Neden alıyordunuz bu kitapları, niyetiniz neydi?
Hiçbir şey düşünmüyordum, kitapları sevdiğim için alıyordum. Kitabım, kütüphanem olsun istiyordum. Kötü kitap yoktur bana göre. Her kitabın içinde öğrenecek bir şey vardır. Sen cımbızla iyi taraflarını seçeceksin. Beş bine yakın kitap var evde. Hepsi de Ermeni dili ve tarihiyle ilgili Ermenice ve yabancı lisanlarda seçme kitaplar.
ABC’de ne kadar çalıştınız?
İki yıl kadar çalıştım. Ayrıldığımda Madam hayattaydı. Kendim yine Yüksek Kaldırım’da bir kitapçı dükkanı açtım.
Adı neydi?
Selekta. Tünel’de, Geçit İş Hanı’nda 3 numaradaydı dükkan. Ben o dükkanı işletirken Nedret bir yerden toptan kitap almış. Hepsini bana devretti. 1987’nin kışı, o kötü kış. Kitapları dükkanın üst katında orta yere yığdım. Daha tasnif etmemişim, büyük kısmı Fransızca ama, onu biliyorum. Notre Dame de Sion’un öğretmenlerinden bir müşterim vardı, Mösyö Philipp. Nereden duymuşsa duymuş bu kitapları. Üç gün boyunca gidip geldi. Sabahtan akşama kadar o kitapları ayırdı. Yüzde yetmişine yakınını iyi bir fiyata aldı benden. O senenin sonuna doğru Prof. Ayhan Aktar geldi. 1984’te Uğur Güracar’la birlikte yine Yüksek Kaldırım’ın önemli kitapçılarından olan Matmazel Nomidis’in dükkanını, Librarie de Pera’yı devralmışlardı. Beraber çalışmayı teklif etti. Kendi dükkanımı devrettim ve Librarie de Pera’ya geçtim. Nedret Osmanlıca Türkçe kitap kısmındaydı, ben de yabancı kitaplar satış sorumlusu oldum.
Nedret İşli’yle ortaklığa varan arkadaşlığınız nasıl başladı?
Nedret’le tanışıklığımız Madam’ın dükkanında çalışmaya başladığım günlerde başlar. 1985! Bir gün bir delikanlı girdi dükkandan içeri. Arto’yla çalışan biri daha vardı o zaman, doktordu. Kapıdan giren genç adam Osmanlıca kitap sordu, gösterdim. Kitaplara bakıyordu ki doktor arkadaş atıldı, “Osmanlıca kitapları Araplar alıyor, onlar pahalı kitaplar!” Nedret döndü, “Araplar Osmanlıca kitap almaz, onlar Arapça kitap alır.” dedi. Sonra Naima tarihiyle ilgili tartışmaya başladılar. Nedret biliyor bu işi tabii. Orada tanıştık. Librarie de Pera’da çalışmaya başladığı vakit aşağı yukarı her gün görüşmeye başladık. 1997 – 98’de Nedret Yapı Kredi Yayınları’na geçti. Ben de 2001 yılında Librarie de Pera’dan emekli oldum. Bir gün, “Püzant! Biz neden beraber iş kurmuyoruz?” dedi. Eşlerimizin de katıldığı dört kişilik bir toplantı yaptık ve beraber iş kurmaya karar verdik. Turkuaz Sahaf’ı açtık. İlk dükkanımız Galatasaray’da Emir Nevruz sokaktaydı. O dükkan bir Rum Vakfı’na aitti. Oradan çıktıktan sonra kısa bir süre Galatasaray’da başka bir dükkan tuttuk. Sonra da buraya, Gazeteci Erol Dernek Sokağı’na geldik.
Biraz da Ermenice kitapları konuşalım. Ermenicenin ilk yazılı kaynakları hangi döneme ait?
Horenatsi, Yezdik, Akatankeğos, Paustos Püzant. Bunlar ilk yazılı tarih ve dil kaynakları.
Basılı ilk Ermenice kaynakların tarihleri ne?
Akatankeğos’un ilk baskısı 1709’da İstanbul’da yapılmış. Bende var o baskı. 1699’da İstanbul’da basılmış bir ilk kitap daha var elimde. Kilise mugannileri için hazırlanmış bir nota kitabı.
Hoca Garabet oğlu Papaz Asadur’un matbaasında basılmış. “İstanbul başşehrimizde” diye de yazmışlar basım yerine.
Ermeniler ne zaman kitap basmaya başlamış?
1513’te, Saint Lazar, Venedik’te. İstanbul’da basmaya 1568’de başlıyorlar. Venedik Gutenberg’den 60 sene kadar sonra baskı teknolojilerini kullanıyor. Katolik Kilisesi’ne bağlı Ermeniler Venedik’te yaşıyor. Saint Lazar kilisesini kuruyorlar. İstanbul’da da surların dışında Kefeliköy diye bir yer vardır. Ermeniler ilk matbaayı orada kurmuşlar.
Ne tür eserler basıyorlar?
Önceleri dini eserler basılıyor. 1850’den sonra edebi eserler basmaya başlıyorlar. Kilisenin ağırlığı her yerde hissettiriyor kendini. Hep dini eserlerle başlıyor yayıncılık. Modern Ermenice’ye dönüş de 1850’lerden sonra zaten. Patrikhane’den Papaz Hovagim, (Vağarşak) Efendi bir kitap hazırladı, İlk Baskıdan Bugüne İstanbul Yayınları. Patrikhane yayınladı kitabı. Ermenice literatürün bilinen bütün kaynakları var o kitapta. Çok güzel bir çalışma oldu.
Siz kitapçılık yapmaya başladığınızda piyasadaki Ermenice kitap miktarı nasıldı ve müşterileri kimlerdi?
O dönemlerde yeni kitaplar daha çok dernekler vasıtasıyla bastırılıp dağıtılıyordu. Az satılıyordu tabii, Ermenice kitap satan yer neredeyse yoktu. Benim Librarie de Pera’ya girişimle Ermenice eski kitap satışı başladı. Bizden önce de tek tük vardı, mesela Madam’ın dükkanında iki üç tane iyi Ermenice kitap olduğunu hatırlıyorum. Ama o kadar. Ermenice kitap fazla okunmuyor. 1960’larda herkesin evinde kütüphane vardı, şimdi öyle değil. Bir evde benim evimdeki gibi beş bin tane kitap olacak… Bunlar rüya. Üç beş kişi var ama piyasayı harekete geçirmeye yetmiyor. Okuyan, yazan, kitap alan nesil bitiyor artık. Şu anda iyi bir kütüphanesi var diyebileceğim insan iki elimin parmaklarını geçmez. Yeni yeni, oğlumun yaşlarında gençler kitap toplamaya başlıyor ama kütüphane yapmak için mi, okumak için mi alıyorlar bilmiyorum. Daha anlaşılmıyor. Çok dağınık alıyorlar.
Yurt dışından müşterileriniz var mı?
Çok iyi müşterilerimiz vardı, onlar da azaldı. Kurumlara kitap satıyorduk. California Üniversitesi Kütüphanesi, Kongre Kütüphanesi, Japonlar çok iyi kitap alıyorlardı. Onların talepleri de azaldı. Avusturalya’dan Güney Afrika’dan, İngiltere’den ve bilhassa Fransa’dan müşterimiz vardı. Kurum değil, şahıs. Onlar da azaldı gittikçe. Şu anda düzenli kitap alan yabancı müşteri yok.
1950’lerde, 60’larda varlığına şahit olduğunuz kütüphanelere ne oldu?
Dağıldı gitti. 1960’ta ve 80’de yakılan kütüphaneler oldu. Bazıları korkudan kendileri imha etti.
Size satılmak üzere gelen büyük Ermenice kütüphane oldu mu?
Benim aldığım en geniş kütüphane rahmetli Berç Erziyan’ın kütüphanesiydi galiba. Berç Erziyan aslen Adapazarlı bir ressam. Bir de Nedret’le beraber Kuyumcuyan’ların yazmalarını almıştık, onları Patrikhane’ye verdik. 1960’da Yassıada’da ölen Ermeni milletvekili doktor Zakar Tarver’in kütüphanesiydi bu. Bütün kitaplarını biz aldık. Matbu kitapları 1990’ların başlarında, yazmaları da 2005 veya 2006’da Patrikhane’ye verdik.
Türkiye’de Ermenice kitap konusunda en iyi kütüphaneler hangileri?
Patrikhane’nin iyi bir kütüphanesi var. Katolik Patrikhanesi yeni yeni bir kütüphane kuruyor. Mıhtaryan’ların kütüphanesi güzeldir. Öğretmenler Derneği’nin de yine iyi bir kütüphanesi var. Benim gibi kitap toplamış bir iki kişi daha var. Surp Pırgiç Hastanesi son on senede güzel bir kütüphane kurdu. Bunlar benim bildiklerim. Dünyaya bakarsak bizim Patrikhanemiz dünya genelinde de ilk sıradadır. Kudüs Patrikhanesi’nin de çok iyi bir kütüphanesi var. Beyrut’ta Antilias Patrikhanesi, ki baş patrikhanelerden biridir, onların da iyi bir kütüphanesi olduğunu biliyorum. California Üniversitesi, UCLA’nın kütüphanesi iyidir. Amerika’da iyi kitaplar toplamış zengin Ermeniler var ayrıca. Tabii ki Venedik. Çok büyük bir kütüphanedir orası. Hatta en eski yazmanın bir sayfası orada. Gerisi kayıp ne yazık ki.
Şu anda bilinen beşinci asır. Dini bir kitap. Benim elime de yarısı yanmış ya da kaybolmuş yazmalar geçti.
Piyasaya Ermenice kitap akışı nasıl?
Eskisi gibi değil elbette. 1990’lar en güzel yıllardı. 2000’lerin başlarından itibaren azalmaya başladı. İstanbul’dan, Anadolu’nun her yerinden kitap geliyordu o zamanlar. Aileler satıyordu ya da onlardan alan esnaf getiriyordu.
Bir de Ermeni harfli Türkçe kitaplar var. Bu kitaplar ne zamandır basılıyor?
Ermeni Harfli Türkçe Kitaplar ve Süreli Yayınlar Kataloğu’nda ilk kitabın basım tarihi için 1727 deniyor ama bence o tarihten çok daha evvel. Anadolu’da daha eski tarihlerde Ermeni harfli Türkçe kitap var. Kayseri’de, Sivas’ta, Erzurum’da, Adana’da olduğunu biliyoruz.
Ermeni harfli Türkçe kitap basılmasının sebebi ne?
Halk dilini biliyor, alfabeyi de biliyor ama yazılı olmayan bir yasak var. Ermenice kitap alıp evinde bulundurmuyor bu korkudan. Çekiniyorlar. Bin üç yüz – bin dört yüz kadar Ermeni harfli Türkçe kitap basılmış. Bir sebebi bu. Bir sebebi de, zaman içinde dilini unutanlar olmuş. Alfabeyi biliyor ama Ermenice konuşamıyor. Bu insanlar için de bir ihtiyaç. Batı edebiyatı eserleri basılmış Ermeni harfli Türkçeyle mesela.
Ne zamana kadar Ermeni harfli Türkçe kitap basılıyor?
1960’lara, 70’lere kadar. Yakınlarda yeni bir baskı görmedim. Tehcirden sonra Türkiye’den giden Ermeniler yakın zamana kadar kitap basıyordu. Dua kitapları, tarih kitapları. Dünyanın her yerinde Ermeni var, Arjantin’deki nüfus bir buçuk milyon civarında. O ihtiyaca cevap vermek gerekiyor.
Neden Ermenice ya da yaşadıkları ülkede konuşulan dille değil de Türkçe basıyorlar bu kitapları?
Çünkü bir neslin dili Türkçeydi, o nesil bitti artık. Ben Beyrut’tayken çoğu evde Türkçe konuşulduğunu hatırlarım. Hatta bir ara bundan rahatsızlık duyanlar “Ermenice konuşun, Türkçe konuşanları ikaz edin!” diye bir kampanya başlattı. 1915’te, 20’lerde giden nesil vefatına kadar Türkçe konuşmaya devam etti. Onlarla birlikte Ermeni harfli Türkçe okumayı bilenlerin sayısı da çok azaldı artık. Sadece kitap da değil, çok güzel dergiler basılmış. Kalın kalın dergiler bunlar. Edebiyat, tarih, siyaset her alanda yayın var. Trabzon’da basılmış bir tanesini buldum, Petag, ikinci bir tane çıkmaz. Adana’dan Ceyhun diye bir dergi getirdiler. 1874-75-76’da basılmış sayıları. Büyük boy, yüzlerce sayfa. Bir tarafı Osmanlıca, bir tarafı Ermeni harfli Türkçe. Enteresan bir dergi.
Dergilerin içeriğine baktığınızda hedef kitlesi hakkında ne söyleyebilirsiniz?
Okul görmüş insan sayısı çok fazla değil herhalde o tarihlerde. Bu yayınların muhatabı da okul görmüş insanlar. Ortalama halka hitap etmiyor.
Anadolu’da Ermenice kitap basan ilk matbaalar ne zaman, hangi şehirlerde kurulmuş?
Tam bir tarih vermek kolay değil. İstanbul’da on altıncı asırda matbaa olduğunu göre Anadolu’da ondan bir süre sonra kurulmuş olabilir. 1780’lerde basılmış kitaplar gördüm. İzmit’te, Adapazarı’nda, Samsun’da, Trabzon’da, Sivas, Sinop, Bursa, Van, Erzurum, Erzincan, Adana, İzmir gibi pek çok şehirde Ermenice kitap basılıyor. İmparatorluk izniyle 1914’te basılan küçük bir coğrafya kitabı var. O kitapta, “Dünyada bulunan üç bin iki yüz Ermeni kilisesinden iki bin yedi yüz’ü Anadolu’da.” diyor. Yine aynı kitapta Osmanlı’da üç milyon sekiz yüz elli bin Ermeni olduğu yazıyor. Tek bir şehirde yaşamıyorlar. Onlar nerede oturuyorsa orada okuyan da var. Matbaalar da bunu gösteriyor.
Bugün Ermenice kitap piyasasının en kıymetli eserleri neler?
Tarihi yazmalar. Çok iyi İnciller var, elinize geçerse onlar da iyi para eder. 2019’da Sotheby’s’de bir Ermenice yazma 120 bin dolara satıldı. Geçen sene ise bir Ermeni oligark gümüş kakmalı nefis bir yazmaya 425 bin dolar verdi. İkisi de İncil’di.
Türkiye’de yapılan güncel yayınları takip ediyor musunuz?
Evet, ediyorum. Aras yayıncılık güzel şeyler yapıyor. Öğretmenler Cemiyeti de güzel şeyler basıyor. Onlar dışında pek bir şey yok. Yetiyor mu, yetmiyor mu karar veremiyorum. Bana yetmiyor gibi geliyor ama…
Sahaya yeni bir koleksiyoner girse iyi bir koleksiyon yapma ihtimali nedir? İhtiyaç duyacağı malzeme var mı piyasada?
Bize uğruyorsa destekleriz, iyi bir koleksiyon oluşur ama kendi gayretiyle piyasadan birer ikişer kitap alarak iyi bir koleksiyon yapılamaz. Piyasaya düşen kitaptan haberim oluyor, ayda iki taneyi, üç taneyi geçmiyor.