Close Menu
Ayşe AdlıAyşe Adlı

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum

    Nisan 21, 2025

    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!

    Nisan 21, 2025

    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!

    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    • Yeşilçam’dan Portreler
    • Geçmiş Zaman Olur Ki…
    • Türkiye Kurulurken…
    • Hoş Sada!
    • Tüm Kategoriler
      • Şehir ve Mekan
      • Dünya’dan
      • GeziYorum
      • Kitabiyat
      • Nadir Söyleşiler
      • O Şehr-i İstanbul Ki…
      • Portreler
      • Sinema Yazıları
      • Sanat Penceresi
      • Tarih Yazıları
      • MetaFizik
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    Hoş Sada! - ufku âlî bir adam!

    ufku âlî bir adam!

    2010’un Ali Ufkî yılı olduğunu kaç kişi biliyor acaba? Ve de kaç kişi haberdar o olmasa bugün 16 ve 17’nci asırlarda icra edilen musiki hakkında pek bir şey bilmeyeceğimizden? 
    Şubat 13, 2015
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

     

    Arz üzerinde beylik laflar etmeye en müsait miraslardan birine sahibiz. Bulunduğumuz nokta pek çok açıdan tartışma götürse de, göğsümüzü gere gere ‘Bu topraklar ne evlatlar yetiştirmiş’ diyebiliyoruz şükürler olsun. Fransız Anadolu Araştırmaları Enstitüsü’nün salonlarından birinde 400 senelik Türk müziği eserlerini mükemmelen hem de alelâde bir iş yapıyor edası ile icra eden Bezmârâ topluluğunu dinlerken hücum eden düşüncelerden biri bu. Daha dün yazılmış gibi gönle hitap eden güfteler, başka bir şey dinlemeyi imkânsız hâle getiren besteler dolduruyor çalışma odasını. Bize sorarsanız bir masa etrafına oturmuş çalıp söyleyen yedi sanatkâr, yüzlerce yıl öteden süzülüp gelen nağmeleri terennüm ederken pek çoğumuzdan daha büyük bir iş üzerinde çalışıyor.

    Mevzua gelelim; geçtiğimiz günlerde öğrendik ki İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti Ajansı, doğumunun 400’üncü yıldönümü vesilesiyle bu seneyi “Ali Ufkî Yılı” ilân etmiş. Pek çoğunuz gibi biz de haberdar değildik Ali Ufkî’nin kim olduğundan. Hissettiğimiz burukluk biraz da köklerimizden ne kadar uzağa savrulduğumuzu hissetmemizden… Topyekûn bir tekâmül gerekiyor bu eserleri ortaya koyabilmek için. Fatih’in, Kanuni’nin, Selim’in fetih ruhunu diri tutması, Mimar Sinan’ın abidevi eserler inşa etmesine bağlı. Sinan’ın şehre çehresini nakşetmek için eline sazını alan üstadın şaheserler bestelemesi, icra etmesi gerekiyor. Bir de bugüne bakalım, ne haldeyiz? Uzaklaşıyor gibi görünsek de konudan kopmuş değiliz meraklanmayın. 1630’larda ülkesi Lehistan’da esir edilip Saray’a hediye gönderilen Albertus Bobovius, nam-ı diğer Ali Ufkî’nin, kayda geçirdiği 16 ve 17’nci asırda bestelenmiş eserler çınlıyor kulağımızda. Birkaç gün sonra gerçekleşecek konserin provası bitince sıra Ali Ufkî’ye geliyor. Projenin sorumlusu Bezmârâ topluluğu kurucusu TRT sanatçısı Fikret Karakaya anlatıyor onun kim olduğunu.

    1610’da Polonya’da, eski adıyla Lehistan’da dünyaya geliyor Albertus Bobovius. Soylu bir ailenin çocuğu. 20’li yaşlarının başında Kırım Tatarları tarafından bir çatışma esnasında esir alınana kadar çok iyi eğitim görmüş. Nasıl bir ganimete sahip olduklarını anlayan Tatarlar, ‘Padişah sarayına layıktır’ deyip İstanbul’a gönderiyor Bobovius’u. IV. Murat dönemi. Padişah, zamanının bütün Avrupa dillerini; İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca, Lehçe, Latince, Eski Grekçe bilen bu köleden çok memnun kalıyor. Esir delikanlı, hayatının 20 yıla yakınını geçireceği Topkapı Sarayı’na naklediliyor. Devlet adamı olarak yetiştirilmek üzere Enderun’a alınan Bobovius’un ülkesinde müzik eğitimi aldığı da orada ortaya çıkıyor. Çok geçmeden Müslüman olup Ali adını alan genç esir, şiirlerinde Ufkî mahlasını kullanıyor.

    Ali Ufkî, az bir zamanda Arapça, Farsça ve Türkçeyi, ayrıca santur çalmayı öğreniyor. “Belki de santurun bir benzerini Polonya’dayken öğrenmişti.” diyor Fikret Bey. Orası karanlık. Bilinen şu ki Lehistan’da musiki eğitimi almış. Döneminin Avrupa notasını çok iyi biliyor ve Türk musikisi eserlerini bu sayede kayda geçirmiş.

    Lisan bilgisi sayesinde bir müddet saray tercümanlığı yapan Ufkî, bir ara saray fasıl heyetini de yönetiyor. Türk musikisini bu derecede kavraması uzun sürmüyor Karakaya’ya göre. Anlaşılan hayli yetenekli biriyle karşı karşıyayız. Topkapı Sarayı’nda kalırken öğrendiği duaları, yemek ve ilaç tariflerini eline geçen kâğıtlara yazıyor Santuri Ali Ufkî Bey. Yine 17’nci asırda İstanbul’a gelen Fransız Antoine Galland bu kâğıtları toplayıp ülkesine götürüyor. Birleştirilen bu kâğıtlar, bir süre sonra cönk hâlinde Bibliothèque Nationale’e intikal ediyor ve hâlâ orada muhafaza ediliyor. Karakaya, kimi sayfaların İtalyanca kiminin Lehçe, Osmanlıca, Latince yazıldığını, Ali Ufkî’nin bazen de Osmanlıcayı İtalyan imlasıyla not tutmayı tercih ettiğini söylüyor. Muhtelif konularda malumat var bu kâğıtlarda lakin en geniş yeri notaya alınmış musiki eserleri tutuyor. Fikret Karakaya, bu notaların, müellifin sonradan Mecmua-i Saz ü Söz’e alacağı eserlerin müsveddesi olabileceği kanaatinde. O güne kadar denenmemiş bir şey yapıp saray meşkhanesinde icra ettikleri parçaları notaya alan Ali Ufkî Bey, önemli bir sorunla karşılaşıyor. Öğrendiği notalama biçimi soldan sağa, ancak eserlerin verildiği dil sağdan sola yazılan Osmanlıca. Çaresiz soldan sağa doğru sıralıyor notaları. Ve tabii Osmanlıca kayda aldığı güfteleri ters yönde yazmak zorunda kalıyor. Ancak Mecmua-i Saz ü Söz’de notaları da sağdan sola yazarak bu meseleyi hallediyor. Fikret Karakaya, bu uygulamanın Batı notasının Türk musikisine uyarlanması yönünde atılmış ilk önemli adım olduğunu düşünüyor. Orijinali İngiltere’de British Library’de bulunan el yazmasında 600’e yakın eserin notası ve güftesi var. Fakat mûsiki pratiği, makamlar, icra tarzı ve usullerle ilgili hemen hiçbir şey yok. Sözlü ve sözsüz, dinî ve lâdinî eserlerden oluşuyor mecmua. Daha eski tarihlerde İstanbul’a gelen seyyahların birtakım denemeleri olsa da Ali Ufkî’nin çalışması ilk kabul ediliyor. Karakaya bunun sebebini şöyle izah ediyor: “Bazı seyyahlar duydukları parçaları yazmış. Fakat çok kısa kaldıkları için musikinin özüne nüfuz edememişler. O eserler dönemin musikisine dair hiçbir şey söylemiyor bize. Eserleri seslendirmeye kalktığınızda ortaya Türk musikisine benzer bir şey çıkmıyor. Ali Ufkî öyle değil. Uzun süre kalmış, çok yetenekli ve zeki, üstelik dönemin en iyi musikişinaslarından ders almış. Hocalarının tarzında besteler de yapmış.”

    Türk müzik adamlarının 20’nci asrın ortalarına kadar Mecmua-i Saz ü Söz’den haberi olmuyor. Dr. Rıza Nur 1931’de kaleme aldığı bir makalede Londra’daki kütüphaneyi ziyaretinde haberdar olduğu yazmadan söz ediyor. “Ama uzun yıllar kimse merak edip bakmıyor nedir bu diye.” Fikret Bey’e göre. O tarihlerde musiki konusunda böyle nadir yazmaları toplayan iki isim var, biri Hüseyin Sadettin Arel. Diğeri Rauf Yekta Bey. Belli ki ikisinin de bu yazmadan haberi olmamış. 1948’de bu kez tarihçi Çağatay Uluçay gidiyor Londra’ya. Türkiye’ye döndüğünde bir makale de o yazıyor. Mecmuanın keşfedilmesi bu sayede oluyor. Ali Ufkî’nin derlemesi üzerine yapılan ilk ciddi çalışmanın Gültekin Oransay’a ait olduğunu söylüyor Karakaya. Oransay, doçentlik tezinde Mecmua-i Saz ü Söz’de yer alan dinî eserler üzerinde çalışıyor. Gelin görün ki bu tez de basılmıyor ve yıllar sonra tesadüfen sahaf dükkânında çıkıyor Fikret Bey’in karşısına.

    Kuruluş maksadı 16 ve 17’nci yüzyıllarda notaya alınan eserleri o dönemin sazları ile icra etmek olan Bezmârâ’dan önce Ruhi Ayangil, Ali Ufkî’den alınmış bazı eserleri gün yüzüne çıkararak ilk adımı atıyor. Ancak elbette en büyük gayreti 1996’dan beri bu eserleri icra eden Fikret Karakaya ve arkadaşları gösteriyor.

    Kısa bir süre Mısır’da kaldığını saymazsak bilindiği kadarıyla ömrünün sonuna yani 1675 yılına kadar İstanbul’da kalıyor Ali Ufkî Bey. Azat edilip saraydan ayrıldıktan sonra bir müddet tercümanlık yapıyor. Karakaya’ya göre hakkında çok az bilgi sahibi olmamıza rağmen rahatlıkla çok yönlü bir adam olduğunu söyleyebiliyoruz. Ufkî hakkındaki en ilgi çekici hikâyelerden biri Kitab-ı Mukaddes tercümesi sebebiyle yaşadıkları. “Bir İngiliz yayıncı Kitab-ı Mukaddes’i Türkçeye çevirtmek istiyor. Kim yapabilir diye araştırırken Ali Ufkî’yi tavsiye ediyorlar. Türkçe, İngilizce, Latince ve Yunanca biliyor üstelik bir zamanlar Hıristiyan’dı. Tercüme işini Ali Ufkî’ye siparişediyorlar. Çalışıyor ve bitiriyor.” Fakat tamamladığı eseri teslim etmek istemiyor. Fikret Bey meseleye bir romancı gibi baktığını itiraf ediyor. “Tarih kitapları bunu söylemiyor bize ama öyle tahmin ediyorum ki bir bunalım yaşıyor. Ben inancı, imanıyla ilgili bir tereddüt yaşadığını düşünüyorum. Görünüşte değil, samimi, inanmış bir Müslüman.” Karakaya’nın bu kanaatini pekiştiren şiirleri ve ilahileri var Ali Ufkî’nin. Kitab-ı Mukaddes tercümesi onu rahatsız etmiş. Belki misyonerlerin işi olduğunu anlamış, İslamiyete, Müslümanlara, Osmanlılara zarar vermek niyetinde olduklarını hissetmiş. Gelin görün ki nasıl olduğu bilinmese de tercüme elinden alınıyor. Birçok evrakı gibi. Diğer yazmaları da anlaşılmaz biçimde elinden çıkıp İtalya’da, İngiltere’de, Fransa’da ortaya çıkmış. Kitabın önsözünde Ali Ufkî’ye atıf yapılmasından hareketle o tarihlerde basılmayan tercümenin bugünkü Türkçe Kitab-ı Mukaddes’in ana hatlarını teşkil ettiği düşünülüyor.

    Ali Ufkî pek çok eser bırakıyor geride. En az Fransa ve İngiltere’deki yazmalar kadar kıymetli olan bir diğer çalışmasında da Topkapı Sarayı’nı ve oradaki hayatı konu ediniyor. O güne dek saray hakkında ‘içeriden’ bilgi alamayan Avrupalılar için hazine değerindeki bu eser, 1665’te sarayda çıkan yangından önce kaleme alındığı ve pek çok konuda başka kimsenin değinmediği bilgileri içerdiğinden Türk araştırmacılar için de paha biçilmez değerde. Müellifin kaleminden çıkan metin üzerinden 350 yıla yakın zaman geçmiş olmasına rağmen Türkçeye çevrilmemiş. Bu konudaki eksiği Kitap Yayınları’nın Stefanos Yerasimos’un notları ile yayımladığı Topkapı Sarayı’nda Yaşam, Santuri Ali Ufkî Bey’in anıları isimli eser kapatıyor. Bir Fransız’ın 17’nci yüzyılda, Ufkî’nin verdiği bilgileri kendi görüşleriymiş gibi aktardığı çalışmada, Ali Ufkî’nin sesini fark etmek ehli için zor olmasa gerek.

    Fikret Karakaya, tarihe ciddi bir iz bıraksa da Osmanlı kaynaklarında Ali Ufkî’nin izine rastlamanın kolay olmadığını söylüyor. Yaşadığı dönemde şöhreti Osmanlı sınırlarını aşan müzik adamı, Avrupa’dan gelen elçilere, tüccar ve seyyahlara tercümanlık yapıyor. Bu kişiler anılarında ondan az ya da çok söz ediyor. Böylelikle ancak muhtelif kaynaklar tarandıktan sonra hayatının detaylarına dair bir şeyler söylemek mümkün oluyor.

    Birkaç titiz araştırmacı ve müzik adamı sayesinde varlığından ve tarihe not düştüğü eserlerden haberdar olduğumuz Ali Ufkî Bey hakkında aktaramadığımız tek şey, bunu takdir etmekten aciz olduğumuz için, bugüne gelmesine vesile olduğu eserlerin kıymeti. Bir yıl içinde düzenlenecek 12 konserden en az birini izleme bahtiyarlığına erişecekler ne demek istediğimizi daha iyi anlayacaktır. İstanbul 2010 Avrupa Kültür Başkenti etkinlikleri kapsamında düzenlenecek konserler için küçük tarihî mekânlar seçilmiş. İcra edilecek eserlerin ruhuna daha uygun olacağı için mikrofon kullanmayacaklarını bildiren Fikret Karakaya, bu durumda mecburen küçük mekân tercih etmeleri gerektiğini belirtiyor. İlki 24 Ocak’ta Yıldız Şale Köşkü’nde gerçekleşen konserin diğer mekânları Yıldız Sarayı Tiyatrosu, Ihlamur Kasrı, Dolmabahçe Sarayı, Fransız Sarayı ve Galata Mevlevihânesi olacak. Proje çerçevesinde 13 Şubat’ta Fransa, Almanya ve Amerika’dan müzikologların da katılacağı bir panel de düzenlenecek. Az sayıdaki şanslı dinleyiciyi bekleyen son sürpriz ise konser çıkışı kendilerine takdim edilecek hediyeler: Daha önce hiç kaydedilmeyen eserlerin yer aldığı bir CD ve biri Ali Ufkî diğeri Bezmârâ’nın kullandığı ya da kullanmayı tasarladığı kaybolan Osmanlı sazları üzerine iki kitap.

    25 ocak 2010

    Related Posts

    münir bey devrin atatürk’ü gibiydi!

    Mayıs 2, 2020

    belgeler cemil bey’i anlatıyor!

    Mayıs 2, 2020

    münir nurettin selçuk

    Ocak 12, 2017
    Add A Comment
    Leave A Reply Cancel Reply

    Çok Okunanlar
    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum
    Nisan 21, 2025
    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!
    Nisan 21, 2025
    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!
    Nisan 21, 2025
    biz çalıkuşu nesliyiz!
    Nisan 21, 2025
    anadolu kitabı koruyamamıştır
    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram Pinterest
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    © 2025 Ayşe Adli

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.