Türk edebiyatı, gazetecilik, modern düşünce akımları… Türk modernleşmesine taalluk eden başlıklardan hangisiyle ilgilenseniz karşınıza aynı isim çıkar: Ahmed Midhat Efendi. Cumhuriyet’in Osmanlı’dan tevarüs ettiği kimlikte hatırı sayılır izi bulunduğuna; kaleme aldığı kitaplar, katıldığı tartışmalar ve yetiştirdiği insanlar şahit. Bereketli bir ömür, velûd bir kalem ihsan edilmiş kendisine. Gelin görün ki bütün gayretine ve eserlerine rağmen vefatıyla birlikte nisyana terk edilmiş. Batı kültürünü daha yakından tanımaya başlayan sonraki nesiller; onun eksikliklerini görmekte gecikmemiş. Servet-i Fünûncuların küçümsediği A. Midhat, Meşrutiyet’ten sonra hepten anılmaz olmuş.
Tanzimat ve Servet-i Fünun devirlerini ve hatta Meşrutiyet’in ilk yıllarını eserleriyle dolduran Ahmed Midhat Efendi’yi tek sıfatla tarif etmek mümkün değil. Gazeteci, hikâye ve roman yazarı, tarihçi, ilahiyatçı, felsefeci… Yüzlerce eser bırakmış geriye. Net bir sayı veremiyoruz, zira eserlerinin bibliyografyası bile çıkarılmamış. Bu sebeple Dergâh Yayınları’nın Ahmed Midhat Efendi’nin bütün eserlerini basma kararı, ayrıca kıymetli…
Zihin dünyamızın düğümlerini gevşetebilmek için Ahmed Midhat gibi isimlere muhtaç olduğumuzu görmek için yaşadığı devre ve muhite bir parça aşina olmak bile yetiyor… Rus işgali üzerine 1829’da Kafkasya’yı terke mecbur kalan bir anne ile Anadolu’dan gelip İstanbul’a yerleşmişbir babanın oğlu olarak Tophane’de dünyaya geliyor. Babasının vefatı üzerine önce ağabeyinin memuriyette bulunduğu Vidin’e; Midhat Paşa’nın Niş valiliği sırasında yine ağabeyiyle Niş’e gidiyor. İlk memuriyet vazifesine, Midhat Paşa’nın Tuna valiliği döneminde Rusçuk’ta başlıyor. Zekâsı, gayreti ve kabiliyeti sayesinde dikkat çekince hayatı yeni bir merhaleye geçiyor belki de. Midhat Paşa, ismini ve himayesini esirgemiyor genç Ahmed’den.
Batı dünyasının kapılarını Fransızca ile aralamaya başlayan muharririmiz, ilk yazılarını 1868’de, 24 yaşında, Tuna gazetesi için yazmaya başlıyor. Bağdat valisi olan Midhat Paşa, yeni vazifesine giderken onu ve ağabeyi Hafız İbrahim Ağa’yı da maiyetine dâhil ediyor. Bu kez Zevrâ gazetesinin müdürü sıfatıyla gördüğümüz Ahmed Midhat, ilk eserlerini Bağdat’ta veriyor. Hayatındaki ikinci kırılmayı ağabeyinin vefatıyla yaşıyor desek yeri. Bağdat mutasarrıfı olan İbrahim Ağa’nın vefatı üzerine memuriyet hayatını bırakarak İstanbul’a dönme kararı alıyor.
O günlerde Ceride-i Askeriyye’de başmuharrir olan Ahmed Midhat Efendi’nin hayatının merkezinde yazı var artık. Eserlerini Tahtakale’deki evinde kurduğu matbaada neşretmeye başlıyor. Bir sene sonra Beyoğlu’nda bir matbaası var ve peş peşe dergiler çıkarıyor. O günlerde işaretlerini verdiği fakat sonradan vazgeçtiği materyalist çizgi sebebiyle 1873’te, irtibatı olmamasına rağmen Genç Osmanlılarla birlikte Rodos’a sürülüyor. 3 sene süren sürgünde de boş durmuyor. Çocuklar için kurduğu Medrese-i Süleymaniyye’de talebe yetiştiriyor, ders kitaplarını ve ilk romanlarını neşre başlıyor. Beşinci Murad’ın tahta geçmesiyle affedildiğinde dönebiliyor ancak İstanbul’a. Eserlerinin seyrine baktığımızda bu tarihten itibaren neşriyat faaliyetlerine iyice hız verdiğini görüyoruz. Felsefe, ilahiyat, edebiyat, siyaset gibi birbirinden farklı alanlarda yüzlerce eser kaleme alıyor. Gazete ve dergilerde makaleleri yayımlanıyor.
Gazetecilik tarihinde önemli bir yeri olan Tercüman-ı Hakikat, Ahmed Midhat Efendi’nin gazeteci kimliğini daha da belirgin kılıyor. 2. Abdülhamid devrinde saray tarafından da himaye edilen Ahmed Midhat, vefatına kadar Takvim-i Vekayi ve Matbaa-i Amire müdürlüğü, Meclis-i Umur-ı Sıhhiye azalığı, reisliği ve çeşitli hocalıklarda bulunuyor. Tanzimat yazarlarından farklı olarak rejim değişikliğini savunmuyor A. Midhat Efendi. Eğitim ve kültürün belli seviyeye gelmediği milletlerde rejim meselesinin ön plana çıkarılmasının zararlı olacağını düşünüyor. Bu sebeple insana yatırım yapıyor. Gazete yazılarıyla, kitaplarıyla hitap ettiği kitleler yanında ulaşabildiklerinin de elinden tutuyor hoca vasfıyla… Dergâh Yayınları’nın Ahmed Midhat Efendi külliyatını neşretme kararı, vefatının üzerinden bir asır geçen bir Osmanlı münevveri vasıtasıyla Türk modernleşmesini anlamak için iyi bir fırsat sunuyor bize…