Metin Yeğin, yıllardır dünyanın sokaklarında dolaşarak belgesel film çeken bir yönetmen. Birçoğumuzun adını dahi duymadığı yerlere gidip, kendi hayatına sahip çıkmaya çalışan insanların hikâyesine kulak veriyor. Bazen cebinden bilet parası çıkmasa da bir filmden kazandığı en azından ötekine başlamasına yetiyor.Londra’da bir müze. Loş ışık altında ünlü ressamların tabloları sergileniyor. Derin sessizliği bir tek ziyaretçilerin ayak sesi bozuyor. Müze görevlisi genç kız, gün boyu sadece tabloları ve arada bir uğrayan ziyaretçileri görüyor. Her gün, öncekinin bir kopyası… Ta ki müzeye uğrayan bir adam usulca yaklaşıp: “Otostopla Avrupa’yı gezeceğim. Benimle gelir misin?” diye sorana kadar… Müze görevlisi bu daveti kibarca reddettikten sonra ne yaptı bilinmez. Ama adam, yani yönetmen Metin Yeğin, o günü ve kızın yüzündeki şaşkın ifadeyi tebessümle hatırlıyor. “Müzede tablolarla bir arada kalmaktan onlar gibi bir ifade almıştı yüzü. Benimle gelmeyeceğini biliyordum. Tek yapmak istediğim ona dışarıda bir hayat olduğunu hatırlatmaktı…”
Metin Yeğin, kendini 1980’li yılların çocuğu olarak tanımlıyor. Tek yaptığı, elindeki kamerayla dünyaya ayna tutmak. Aynaya yansıyanlarsa, herbirimizin yerine getirmesi gereken sorumluluklara dair ipuçları. 13 yaşındayken dünyanın değişeceğine kuvvetle inanan Yeğin’in bu inancı hâlâ devam ediyor. Çünkü ona göre her gün yüzlerce belki de binlerce kişinin açlıktan öldüğü bu dünya değişmeli…
Hayatı boyunca dünyada neler olup bittiğiyle yakından ilgilenmiş Metin Yeğin. Bu nedenle başı da epeyce ağrımış. 1980’in belirsiz ortamında 17 yaşındayken cezaevine girmiş. 3 yıl süren zorunlu ikâmetten sonra çıktığı arayış, yolunu önce İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne, yıllar sonra da sinema eğitimi almak için Cambridge Üniversitesi’ne düşürmüş.
Yolda olmak mı, hedefe varmak mı?
Kimileri için, seyahat etmek yola çıkmaktan ibarettir. Herkes, yoluna ve yolculuğuna kendince bir anlam yükler. Yeni yerler görmek ya da duvarda asılı duran harita üzerine bir çentik daha atmak… Yeğin, en çok Ahmet Hamdi Tanpınar’ın tarifini kendine yakın buluyor. Ve Tanpınar’ın, “Seyahat etmek trene binip bir yerden ötekine gitmek değil, kervana katılmaktır.” sözünü kendince biraz değiştirerek, “Seyahat etmek posta kolileri gibi uçağa tıkılmak da değildir.” diyor. Onun için önemli olan yolda olmak. Bu nedenle yolculuklarda saatlerce yürümeyi, her gece başka bir durakta soluklanmayı, uykusuz kalmayı adetten sayıyor. ‘Eski usûl bir seyyah’ olmanın bedeli bu zira.
10 yıldan uzun süredir Türkiye dahil hiçbir ülkede 4 aydan fazla kalmamış. Çıktığı her yolculuktan dönüşte bohçasında uzaklardan getirdiği hikâyeler olmuş. Kısacık cümlelerle üstünden geçtiği 42 yıllık hayat hikâyesinden neredeyse birkaç film senaryosu çıkarmak mümkün. Bugüne kadar birçok ülkede avukatlık, bulaşıkçılık, taksi şoförlüğü, sandviççilik yapmış. Çalıştığı işler bunlarla da sınırlı değil. Meksika’da uluslararası insan hakları gözlemcisi, yağmur ormanlarında bambu ev işçiliği, Nikaragua’da karides avcılığı vesaire vesaire… Bir de ahbaplık kurduğu insanlar var tabii: Subkumandan Marcos, Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez, Arjantin uluslararası terörizm cezaevi hücresinde ziyaret ettiği Kızıl Tugaylar Örgütü Lideri Leonardo Bertulazzi en sıra dışı olanları. Bunca yol gidip bu kadar olaya şahitlik edince boş durmak olmaz. İtalya’da Manifesto’ya, Arjantin’de Pais’ya yazdığı yazılar dışında, 3 kitap ve 55 ülkenin festivallerinde, üniversitelerde hatta sokaklarda gösterilmiş 10’dan fazla belgesel film de Metin Yeğin imzası taşıyor.
İngilizce, İspanyolca, Portekizce ve biraz İtalyanca bildiği için maksadını anlatmakta pek sıkıntı çekmemiş bugüne kadar. Ama dinlemek her zaman daha çok önem taşımış. “Tüm bildiklerim karşılaştığım insanların bana aktardıklarından ibaret. Bunca yıldır yaşadıklarımdan öğrendiğim bir şey var: Biriyle bir bardak çay içip sohbet ettikten sonra o insanla düşman olmanız mümkün değil…”
Haliyle, her fırsatta atıf yaptığı pek çok dostu var. Ne yapmak istediğini Latin Amerika’da yaşayan bir papazın cümleleri ile anlatıyor mesela. Esas olan kimin söylediği değil de ne söylediği nasılsa… “Öbür dünyada bolluktan, cennetten, eşitlikten söz ettiğimizde iyi bir Hıristiyan kabul edilirken aynı şeyi bu dünya için istediğimizde komünistlikle suçlanıyoruz…” Yeğin’in hikâyesine kulak verdiği insanların ortak noktasını ise kendileri için tasarlanan standart dünyanın dışına çıkma isteği oluşturuyor. Bu kaygıyı önemsiyor, çünkü dünyada en tehlikeli işgallerin kültür yoluyla yapıldığına inanıyor. Film çekmekteki amacı da bu hegemonyaya işaret etmek.
Yeğin’in en belirgin özelliği, önceden hazırlanmış bir senaryo olmadan film çekmeye başlaması. Senaryolu çalışmanın belgeselin ruhuna uygun olmadığını düşünüyor. “Yönetmen, kafasında bir hikâyeyle yola çıktığında ortama müdahale etmesi kaçınılmaz oluyor. Bunun önüne geçmek için çoğu zaman insanların yerlerini bile değiştirmiyorum. Ama bilinçli bir müdahale olmasa da insanların dünyanın öte ucundan gelmiş birinin yanında şaşkınlık yaşamaması mümkün değil.” Zaman içinde bu sorunu aşmanın yolunu bulmuş. Yeni girdiği ortamlarda kamerayı elinden hiç bırakmıyor. İnsanlar, neredeyse 24 saat kamerayla dolaşan bu adamı kendilerinden biri gibi görmeye başladığında da “motor” diyor.
“Yabancı olmak ayrıcalık”
Tanımadığı topraklarda kendine yabancı bir kültürün insanlarıyla çalışmak çok kolay olmasa gerek. Ama o ‘yabancı’ olmanın olumlu yanlarını sıralamayı tercih ediyor: En büyük avantaj, etrafta olup biten hiçbir şeyin uzaktan gelen adam için sıradan olmaması. Farklılıkları görmek bir ayrıcalık yani. Bazen fıkralara taş çıkartacak olaylar yaşasa da bu ayrıcalığı sonuna kadar kullanıyor. “Arjantin’de bir kafede kahve içerken akrep ve yelkovanı olmayan bir saat gördüm. Her dakikada bir bilye düşüyor, on dakika sonra biriken bu bilyelerin yerine daha büyük bir tane geliyordu. Böylelikle büyük ve küçük bilyelerin sayısından saati anlıyorsunuz. Saati çekmeye başladım. Önce müşteriler sonra garsonlar geldi yanıma ve ilk defa görüyormuş gibi şaşkınlıkla saati incelemeye başladılar.”
Metin Yeğin çok üretken bir yönetmen. Öyle ki sürekli film çekmekten önceden çektiği filmleri yayına hazırlamaya vakit bulamıyor. Montaj bekleyen filmlerin sayısı hakkında net bir rakam veremese de iyimser bir tahminle en az iki yıllık işi var. Nerelerde gösterildiğini, kaç ödül aldığını hatırlamadığı filmlerinden bazıları ise: Kayıp Aileleri, ETA ve IRA belgeselleri, Liverpool’da grev yapan işçi eşlerinin hayatını anlatan Kıyı Kadınları, Arjantin’de aylık cirosu 400 milyon doları bulan takas pazarları, Ölüm Orucu sonrasında Verniko Kornikof hastalığına yakalananların hikâyesinin anlatıldığı Sonra ve Topraksız İşçiler Hareketi. Ayrıca NTV’de yayınlanan Likya Yolu ve ve 32. Gün’de gösterilen Dünyanın Sokakları belgeselleri de onun imzasını taşıyor.
Subkumandan Markos’la on gün…
Bu kadar çok gezince bir o kadar anı biriktirmek de kaçınılmaz. Yeğin’in unutulmayanları arasında Meksika’daki Zapatista hareketi lideri Markos’la karşılaşması var. Zapatistalar ve Meksika Hükümeti arasında ateşkes ilân edildikten sonra barış gözlemcisi olarak bölgeye gitmiş. Maya yerlileri ve onların askeri kanadı Zapatistalar gönüllü gözlemcilere karşı ne kadar samimi iseler resmi yetkililer o kadar şaşkınlıkla karşılamış varlıklarını. Yeğin durumu, “Bedenlerimiz değerliydi ve biz bedenlerimizle sembolik bir set teşkil ediyorduk. Askerlerin yüzlerinde, insan hayatının sudan ucuz olduğu bir yerde ne işimiz olduğunu anlamamanın şaşkınlığı vardı. İlk kez orada dış mihrak olarak algılandım.” diye özetliyor.
Barış gözlemcisi olmak için çok iyi referanslarla başvurmuş ve Subkumandan Markos’la görüşme isteğini özellikle belirtmiş. Ama gelen cevap olumlu olmamış. Gerilla lideri bir buçuk yıldır Chiapas’a uğramıyormuş. “İşlemler bittikten sonra Guatemala’dan Meksika’ya doğru yola çıktık. Görev yerimiz olan Chiapas eyaletinin La Realidad bölgesine uzun ve zor bir yolculuk sonunda ulaştık ve işimize başladık. Kimse Markos’un nerede olduğunu bilmiyordu. Yani görüşme ihtimalini bir kenara koymuştum. Ama büyük bir şans eseri biz oradayken geldi ve 10 gün kadar birlikte kaldık.” Bu süre zarfında Subkumandan ile iki röportaj yapan Yeğin’in anılarını ve Markos’la yaptığı görüşmeleri anlattığı ‘Markos’la 10 gün’ adlı bir kitabı da var.
Metin Yeğin’in yıllardır e-mail dışında daimi bir adresi yok. ‘Dünyanın sokaklarında’ yaşıyor. Aidiyet sorunu yaşadığını kabul etse de bu hâli seviyor. Bir yerlere bağlanmayı bilinçli olarak reddediyor yani. Bir yerden gelmesi başka bir yere gideceğinin göstergesi. Bu seferki güzergâhı önce Venezüella sonra Bolivya. Gerisini kendisi de bilmiyor.
25 nisan 2005