Dolmabahçe Sarayı’nın yüksek tavanlı, serin, loş odalarının duvarlarında, o ihtişamı tamamlamak dışında iddiası yokmuşçasına sessizce kendilerine dönecek bakışları bekliyorlar. Her biri, üzerinde devrin en ünlü ressamlarının fırça izlerini taşıyor. Bir tarafta Çelebovski, ötekinde Zonaro, Ayvazovski, ilerde Osman Hamdi, Son Veliaht Abdülmecid Efendi, Şeker Ahmed Paşa, Hoca Alirıza… Sultan Abdülaziz’in iradesi ile 19’uncu asrın son çeyreğinde başlatılan saray koleksiyonunda 600’e yakın tablo bulunuyor. 1875 – 1938 yılları arasında, beş padişah ve bir cumhurbaşkanı himayesinde oluşturulan koleksiyonda yer alan eserler, dönemin sanatı kadar şahit oldukları tarihi; onlara ‘hanelerinde’ yer açan padişahları, cihan imparatorluğunun yüzlerce yıl karşısında durduğu Batı medeniyetine kapılarını nasıl açtığını da anlatıyor.
Canlıların tasvir edilmesi Müslümanlar açısından bugün bile tartışmalı bir konu. Osmanlı’nın yüzlerce yıl resim sanatına itibar etmemesinin en temel sebeplerinden biri bu. Hıristiyan Batı üç boyutlu resim tekniklerini geliştirirken Müslüman Doğu iki boyutlu minyatürde ısrar ediyor. Ta ki Fatih Sultan Mehmet saray kapılarını aralayana kadar. İtalyan ressam Bellini’nin yaptığı Fatih portresi önemli bir değişimin ilk adımını oluşturuyor. Zamanla saray ressamlığı ihdas edilip padişahların portre çizdirmesi âdet hâline gelse de 1800’lü yılların sonlarına kadar resim bir sanat olarak yer tutmuyor Payitaht’ta. Paralel bir okuma yapıldığında bu tarihin İkinci Mahmud’la başladığı kabul edilen modernleşme / Batılılaşma hamleleriyle bağlantısı kolayca görülebiliyor.
Resme bakışı yumuşatan ilk adımlardan biri Mühendishane-i Berri Hümayun, bugünkü adıyla Kara Harp Okulu’na harita çizimini öğretmek maksadıyla konulan teknik dersler. Yıl 1793, III. Selim dönemi. Bunu, 1835’ten itibaren yetenekli öğrencilerin resim eğitimi almak için Avrupa ülkelerine gönderilmesi takip ediyor. Tanzimat Fermanı’yla hızlanan batılılaşma gayretleri Avrupai hayat tarzının taklidini de beraber getiriyor İstanbul eşrafı için. Resim, önemli göstergelerden biri. Batılı sanatçılar İstanbul’a daha sık gelmeye başlıyor.
Saray adına resim koleksiyonu oluşturma fikri, kendisi de ressam olan Sultan Abdülaziz’e ait. Asıl adı Ahmed Ali olan Şeker Ahmed Paşa’yı 1861’de eğitim almak üzere Paris’e gönderen Padişah, İstanbul’a dönüşünde yanına yaver olarak alıyor. Saray’ın siparişleri, Şeker Ahmed Paşa’nın hocası Fransız ressam Jean-Léon Gérôme’un önerileri doğrultusunda Avrupa’dan karşılanıyor. Bir süre sonra Polonyalı ressam Stanislav Çelebovski Dolmabahçe Sarayı’ndaki atölyesinde çalışmaya başlıyor. Sultan Abdülaziz’in Çelebovski’yle yakından ilgilendiği, sipariş ettiği bazı kompozisyonların eskizlerini çizdiği biliniyor. Ressamın yanında ülkesine götürdüğü bu çizimler, Polonya’da Kırakol Ulusal Müzesi’nde bulunuyor. Saray koleksiyonunda 31 tablosu yer alan Rus ressam Ayvazovski de Birinci Abdülaziz’in yakından takip ettiği isimlerden. Bir deniz tutkunu olan Sultan, ‘fırtınalı denizlerin romantik ressamı’ Ayvazovski’ye de eskizler çiziyor. Abdülaziz’den sonra koleksiyona en fazla alım yapan isim İkinci Abdülhamid. O da amatör ressam.
Sanat eserlerinin alıcısı saray olunca kompozisyonların padişahların zevkleri ve beklentileri yönünde hazırlanması da kaçınılmaz. Dağılmaya başlayan bir imparatorluk için eser veren ressamlar günden ziyade özlem duyulan geçmişi resmediyor. Padişahların tercihlerini tablolar üzerinden takip etmek mümkün. Manzaralar, tarihî konular, natürmortlar ortak zevki yansıtıyor. Ama Sultan Abdülaziz’in deniz sevgisi kendini kolayca belli ediyor sipariş ettiği eserlerde. Yine bir ressam olan oğlu Abdülmecid Efendi ise askerleri resmetmeyi tercih ediyor.
Koleksiyona 1938’e, Atatürk’ün ölümüne kadar alım yapılıyor. Cumhuriyet’in ilk yıllarında müzeye çevrilen saraylar ve içindeki tüm eserler TBMM Millî Saraylar Daire Başkanlığı’na devrediliyor. Sergilenmeleri, bakım ve onarımları Güzel Sanatlar Uzmanı Gülsen Kaya başkanlığında bir ekip tarafından yapılan koleksiyonun korunması için uzmarlar istihdam ediliyor uzunca bir süredir. 1996 yılında İtalya’da eğitim alan tablo restoratörler, 600 parçalık koleksiyonun önemli bir kısmının bakımını tamamlamış durumda. Padişahların Osmanlısı’nı resmeden bu tabloların 500’e yakını Dolmabahçe Sarayı’nda, diğerleri yine Millî Saraylar’a bağlı Beylerbeyi Sarayı, Aynalıkavak ve Maslak Kasrı ile Yalova Atatürk Köşkü’nde yaptırıldıkları dönemin atmosferini yansıtan bir ortamda sergileniyor. Ayrıca bu hazineyi resim meraklılarıyla buluşturacak birtakım projeler de var Millî Saraylar’ın 2010 yılı projeleri arasında. Öncelikle koleksiyonun oluşum sürecini anlatan, içinde sanatçılara ve tablolara ait bilgilerin de yer alacağı “Millî Saraylar Tablo Koleksiyonu” isimli bir kitap yayınlanacak. Bu yılın ikinci sürprizi Tanzimat sonrası Osmanlı Sarayı’nda yaşanan değişimi ve tarihi eser toplama etkinliğinin serüvenini yansıtacak “Renk, Işık ve Görkem; Saray Tabloları” isimli sergi. Koleksiyon’dan seçilecek eserlerin yer alacağı üçüncü proje ise Aralık 2010-Ocak 2011 tarihleri arasında açılması planlanan “Padişahın Ressam Kulları” sergisi. Eserlerini “… kulları” diye imzalayarak saraya gönderen Türk ressamlarının Millî Saraylar Tablo Koleksiyonu’nda yer alan tabloları oluşturacak bu seriyi.
Zarar gören eser için 60 bin dolar isteniyor
Sabancı Müzesi ve Millî Saraylar, şu günlerde Fransız ressam Boulanger’a ait bir tablo yüzünden mahkemelik. Resim Koleksiyonu’nda yer alan çalışmalar nadir de olsa sergilenmek üzere nitelikli sergilere ödünç veriliyor. Fransız ressam Boulanger’e ait Sudan Geçen Bedeviler isimli eser 2009 yılı başında bu prensip çerçevesinde Sabancı Müzesi’nde açılan Batıya Yolculuk sergisine gönderiliyor. Ancak Millî Saraylar yetkilileri teslim alırken eser üzerinde protokole aykırı müdahale olduğunu tespit ediyor. Bilirkişinin de onaylaması üzerine başlayan ve 60 bin dolar tazminat istenen mahkeme süreci devam ediyor.
22 mart 2010