Close Menu
Ayşe AdlıAyşe Adlı

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum

    Nisan 21, 2025

    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!

    Nisan 21, 2025

    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!

    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    • Yeşilçam’dan Portreler
    • Geçmiş Zaman Olur Ki…
    • Türkiye Kurulurken…
    • Hoş Sada!
    • Tüm Kategoriler
      • Şehir ve Mekan
      • Dünya’dan
      • GeziYorum
      • Kitabiyat
      • Nadir Söyleşiler
      • O Şehr-i İstanbul Ki…
      • Portreler
      • Sinema Yazıları
      • Sanat Penceresi
      • Tarih Yazıları
      • MetaFizik
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    Tarih Yazıları - 19. asır istanbul’u

    19. asır istanbul’u

    Osmanlı siyasetinin, toplum hayatının en çalkantılı olduğu asra götürüyor bizi ‘Ders ile Sohbet Arasında’. Önce saraya, sonra kalemiyye, kibar ve rical konaklarına uğratarak kültürün nasıl oluştuğuna, değiştiğine şahit tutuyor.
    Şubat 13, 2015
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

     

    ‘Kültür, bir muhit işidir.” der Neyzen Niyazi Sayın. Bir muhit içinde meydana gelir, hayata geçirilir ve zamanla umumîleşir. Şemsettin Şeker’in kaleminden 19. asır İstanbul’unda kültür ve sanat meclislerini okurken, tespitin isabetinden şüphe kalmıyor. Ve son sözü baştan söyleyelim; günümüzün en büyük eksiklerinden biri de ayan beyan çıkıyor ortaya: Kendinden gayrısına kapalı küçük meclisler, üretiyorsa da umumileştiremiyor bugünün kültürünü…

    Osmanlı’nın ‘Dersaadet’i İstanbul. Şimdiden geriye bakıldığında bir asude bahar ülkesi. Ancak 19. asırda taşlar yerinden oynamış. Batı karşısında geri kalmışlığın tesiriyle yeni bir istikamet arayışı baş göstermiş. Edebiyatın, sanatın siyasetle arasındaki mesafe iyice daralmış. Her mekân ve mecliste gündemin ilk sıralarını memleket meseleleri işgal ediyor. “Vak’aların esrarına miftah ve mukaddime teşkil eden muhitlere vâkıf olmak, devri ve şahsiyetleri anlamanın esaslı yollarından biridir.” diyor Şemsettin Şeker. Ve asrın karakterini, bugünü hazırlayan şartlarını anlamamız için o muhitlerin kapılarını aralıyor.

    Saraydan konağa

    Saraydan itibaren bürokrasi, zâdegân ve matbuat aracılığıyla kahvehanelere hatta köşklere, konaklara sirayet ediyor devrin arayışı. Eldekine duyulan güven sarsılınca okunan kitap, dinlenen hoca, devam edilen meclis, giyilen kıyafet, oturulan minder değişiyor. Ve biz, Zeytinburnu Belediyesi’nin neşrettiği ‘Ders ile Sohbet Arasında’ kitabının sayfalarını çevirdikçe bu değişimi adım adım takip ediyoruz.

    Asra imzasını atan ilk padişah Sultan İkinci Mahmud. Baba ve dedelerinin inşa ettiği âdeti sürdürüyor; şair, sanatkâr ve ilim adamları padişahın himayesi altında. Enderun itibarlı, rakipsiz bir eğitim kurumu. Padişah meclisi, her işin en güzelinin teşhir meydanı. Sultan, hem iltifat ediyor hem istikamet veriyor sanata. İkinci Mustafa devrinde tesis edilen Huzur Dersleri, Ramazan ayının 1’i ile 8’i arasında toplanıyor. Tüm İstanbul nasipleniyor bu feyzden. Dedik ya; o günlerde de şimdi olduğu gibi hızlı değişiyor şartlar. İkinci Mahmud’dan sonra ‘sivil alanın’ gücü arttıkça sarayın sanat hayatına etkisi nispeten azalıyor.

    Sultan Abdülmecid de elini çekmiyor sanatkârın üzerinden. İstidadı olan kimseleri bizzat buluyor, himayesine alıyor. Eldeki malûmatın ekserisi erkek meclislerine dair lakin harem de nasibini alıyor bu zenginlikten. Zamanın mâruf ulemâsı saray kadınlarına Arapça, Farsça, Fransızca, dinî ve aklî ilimler, edebiyat, hat, musikî öğretiyor. Nöbet Sultan Aziz’e geçtiğinde topluma tam bir serbestlik hâkim. İlim ve sanat muhitlerinin çerçevesi saray ve konakların haricine taşmış. Amcasından sonra tahta geçen İkinci Abdülhamid’in icraatlarına bakıldığında eğitimin önemini teslim ettiği çıkıyor ortaya. Tahta çıktıktan sonra öncelikle maârif müesseselerine yöneliyor padişah. Elden geçirilen müfredatta nazarî bilginin yanında hayata hitap eden konulara yer veriliyor. Edebiyat dersleri yeniden tanzim ediliyor. Fransızca, Rusça, İngilizce gibi Batı dillerinde eğitim başlıyor. Okul binaları millî mimarî üslubunda inşa ediliyor. Umumî kütüphaneler aracılığıyla eski eserlerin muhafaza ve teftişi sağlanıyor.

    Geniş bir toplumda, hele de 19’uncu asrın İstanbul’u gibi ayakları Şark kültürü üzerinde sabitken yüzünü Batı’ya, Avrupa’ya dönmüş bir muhitte tek belirleyici saray değil artık. Toplum yeniye talip. Bu yeninin nasıl ele geçirileceği ise herkesin meselesi. Saray’dan sonraki başlığı Kalemiyye’ye ayırarak bürokraside de benzeri bir hareketlilik olduğuna dikkat çekiyor Şeker.

     

    Osmanlı idarî mekanizmasının temel sacayaklarından biri Kalemiyye. Son devir vezir, âlim ve ediplerinin pek çoğu muhtelif kalemlerden yetişme. Kaleme mensup olmak, bir nevi ikbal kaygısından kurtulmak, memleket meselelerinde söz sahibi olmak demek. Bu hassasiyeti sebebiyle eğitimlerine küçük yaşta başlanıyor. Osmanlı kâtibinin ‘kaleme çerağ edilene kadar’ sıbyan mektebinden ya da hususî bir hocadan Arapçanın gramerini, Farsçanın temel kaidelerini öğrenmesi gerekiyor. Genç kalem mensupları, devrin en ehil hocalarından hüsn-i hat, lisan, umûr-i maliye, siyaset, ahlak, fıkıh, hadis, hukuk, musikî dersleri alıyor. Bu yüzdendir ki, ‘Kalem Efendisi’ terbiye ve tahsil sahibi insan manasına geliyor. Kâtiplerin çoğu edîb ve şair; bu sebeple dili kullanım biçimleriyle edebiyata doğrudan tesir ediyorlar. Siyaset ve sanatın konuşulduğu meclisler ya kalem efendilerinin konaklarında ya da onların katılımıyla toplanıyor.

    Vakıflar, siyasete taalluk etmeyen konularda faaliyet gösteriyor o vakte kadar. Sıklaşan seyahatler sebebiyle Batı’yı yakından tanıyan okur yazarlar, yeni müesseselerle tanıştırıyor İstanbul’u. Bugünkü derneklere tekabül eden ilk cemiyetler Tanzimat sonrasında, Sultan Aziz devrinde kurulmaya başlıyor. Maksatları, Batılı manada ilim ve kültür muhitleri teşkil etmek. Kadrolarında, Tanzimat ve Meşrutiyet döneminin mühim isimlerinin bulunduğu Encümen-i Daniş, Cemiyet-i İlmiyye-i Osmani, Encümen-i Ülfet… önceleri vükelâ konaklarında zamanla kendilerine tahsis edilen mekânlarda toplanıyor. Memleketin tüm meseleleri konuşuluyor, raporlar hazırlanıyor…

    Batı, muhalefetin arkasında

    İmparatorluk eski kudretinde değil artık. 100 sene evvel, istanbul’da atacağı  her adımı hesap eden yabancılar, Osmanlı elitiyle iç içe. Muhaliflerin neredeyse tamamı Batı’dan destek görüyor. Devrin sosyal ve siyasî hayatını şekillendiren hususların bir kısmının sefaretler vasıtasıyla iç bünyeye tesir ettiğine dikkat çekiyor Şemsettin Şeker. Toplum yapısına, eğlence hayatının dönüşümüne sefarethanelerde verilen baloların ve burada kadın / erkek bir arada eğlenmesinin önemli tesirleri oluyor. Kılık kıyafette, ev dekorasyonunda ve sosyal hayatta yabancı tesiri önce rical ve kibar arasında, zamanla edebiyat ve sanat çevrelerinde ve nihayet cemiyette gösteriyor kendini.

     

    Sözünü ettiğimiz mekân ve meclisler, nispeten halktan uzak yerler. O mecralarda baş gösteren temayül zamanla, ağır ağır yayılıyor topluma. Doğrudan temasta bulundukları kaynaklar da var elbette. Bunların başında önemini zayıflayarak da olsa 20’nci asır başlarına kadar muhafaza eden dinî muhitler geliyor. Camiler, Cumhuriyet devrine kadar hem ibadethane hem medrese hizmeti veriyor. Sadece dinî ilimler değil, tasavvuf neşvesi içeren eserlerden sanat meşkine kadar her türlü ilme açık kapıları. Özellikle Beyazıt ve Nuruosmaniye camileri birer musikî mektebi hüviyetinde. Asrın meşhur hanende ve sazendeleri, müezzin mahfilinde Kur’an tilaveti ve dinî musikî meşk ediyor. Hat dersi veriyor. Ayrıca Mevlânâ’nın Mesnevî-i Şerif ve Fîhi Ma Fîh’i, Feyz-i Hindî, Hâfız ve Örfî divanları, Sâdî’nin Gazeliyât’ı, Bostan ve Gülistan’ı, Feridüddin Attar’ın Pendname’si ile Mantıku’t-Tayr’ı ve daha pek çok kitap okutuluyor. Arap edebiyatından seçilen eserlerin temel vasfı, Hazreti Peygamber’e duyulan hürmeti ifade etmeleri.

    Devrin önemli âlimleri okutuyor bu dersleri; Hoca Neş’et, Kethüdazade Arif, Palabıyık Mehmed Efendi, Abdürrahim Efendi, Gelenbevi İsmail Efendi, Ali Behçet Efendi, Hoca Vahyi Efendi, Bodrumî Ömer Lütfi Efendi, Riseli Sinanzade Seyyid Osman Azmi Efendi… Talebelere verilen icazetnameler, diploma hükmü taşıyor. Cemiyetin eğitiminde, sanat telakkisinde asırlarca merkezî rol üstlenen camiler, yeni devre uygun insan yetiştirme vazifesi mekteplere verilince kültür hayatından tecrit ediliyor. Ve medreselerin ilgasıyla cami dersleri son buluyor.

    Osmanlı toplumunda şiirle musikîyi bir araya getiren en bereketli platform, şüphesiz ki zikir meclisleri. Musikî ve lisan, tekkeler vasıtasıyla tekâmül ediyor. Her meslek ve meşrepten insan devam ediyor tekkelere. Çarşamba’daki Murad Molla Tekkesi, Ahmed Cevdet Paşa’nın tarifiyle ‘bayağı bir Darülfünun’. Sultan Abdülmecid, her sene Ramazan’da bir gece Murad Molla şeyhinin misafiri olarak tekkede iftar ediyor. İstanbul’un ulema ve üdebasının yanı sıra rical ve kibardan zevatla kenar mahallelerden, hatta uzak memleketlerden talebeler geliyor Murad Molla şeyhinin derslerine.

    Geçmiş, artık çok uzakta

    Bu geleneksel yapı, Tanzimat sonrası çok hızlı değişiyor. Münevverler Batı’yı tanıdıkça o vakte dek görülmedik âdetler çıkıyor. 1860’tan itibaren gazete ve dergiler giriyor hayata. Yeni fikirlerin yayılması, halkın tartışmalara katılıp meselelerde taraf olması sağlanıyor böylece. Babıâli Caddesi; hayatın belirleyicilerinden biri bundan böyle.

    Asrın sonlarına doğru tekke, cami, vakıf ve konaklarda, muhtelif şahısların elinde dağınık bir şekilde bulunan kitapların tek çatı altında halkın istifadesine sunulması fikri ağırlık kazanıyor. Özellikle şair ve yazarlar için yeni bir buluşma mekânı var artık: kütüphaneler. En çok devam edilenler Koca Ragıp Paşa ve Beyazıt Kütüphaneleri. Ve elbette cazibesini hiç yitirmeyen sahaf dükkânları.

    Toplum hayatının değişimini takip etmek için tek başına kahvehaneler bile çok şey söylüyor. Yeni değil, 16’ncı asırdan itibaren saray çevrelerini rahatsız edecek kadar önemli bir içtima mekânı kahvehane. Halkın ibadethane dışında bir araya gelip rahat rahat sohbet edeceği başka yer yok. Toplumsal hareketliliğin yükselmesiyle ortak mekâna duyulan ihtiyaç da artıyor. 1800’lü yıllarda o kadar revaç buluyor ki neredeyse her mahallede, devam edenlerin vasıflarına göre onlarca kahvehane açılıyor. Tulumbacılar farklı, kabadayılar, satranç ve dama meraklıları, fikir ve şiir ehli farklı kahvehanelere gidiyor. Rolleri gibi mimarî yapılarında da değişiklikler dikkat çekiyor. Musiki erbabının sanatlarını icra edebilecekleri ve tiyatro oynanabilecek yüksekçe yerler inşa ediliyor içlerine. Matbuat yaygınlaştıkça okuyan kesimin ilgisini çekmek için süreli yayınlar bulundurulmaya başlanıyor. Semai kahvelerine ise musikî erbabı ve meraklıları rağbet ediyor.

    Çalkantı sokakta kalmıyor elbette, hanelerin içine de giriyor. Fikirleriyle beraber tercihleri de değişiyor insanların. Kimi bu değişikliği anlamak ve yavaşlatmak, kimi hızlandırmak derdinde. En mahrem mevzular da konak, yalı ve köşklerde konuşuluyor. Memleketin ihsandan, sazdan ve sözden hoşlanan tanınmış zenginleri, âlim ve edipleri ile yöneticileri hanelerinin kapısını her sınıftan halka açıyor. Konaklarda belli vakitlerde lisan, edebiyat, musikî, hat, tezhip dersi veren hocalar bulunuyor. Haftanın ya da ayın belli günlerinde sanatkârlar ve kibar sınıfı saz meclislerinde bir araya geliyor.

    Asrın icabı olarak evlerin iç ve dış tezyinatında da değişiklik oluyor. Yer minderinden koltuğa, sofradan masaya geçiliyor mesela. Gündelik hayattaki bu Batı tarzı değişiklikler Ahmet Hamdi Tanpınar’ın ifadesiyle ‘ikizli’ bir zihniyete işaret ediyor. Şarklı olmaktan vazgeçmiyor toplum ama Garplı gibi olma hevesini de gizlemiyor. Önce devlet ricali ve münevverlerin hayatında görülen bu çelişki, zamanla cemiyetin hayat şekli haline geliyor. Kâh biri kâh diğeri öne çıkıyor… Şemsettin Şeker’e göre ev hayatındaki değişikliklerin bir sebebi de konak, köşk ve yalılarda Batılı mürebbiyelerin çalışmaya başlaması. Bu mürebbiyeler yeni bir anlayışın, dolayısıyla yeni bir neslin doğuşuna vesile oluyor…

    O günlerde mayalanan modern hayat, 20’nci asırda şarklılığımızı unutturacak kadar mest ediyor bizi. Bu yüzden; çok değil, iki asır öncesinin hayat telakkisi ve toplum yapısı bile bunca uzak duruyor bugüne.

    24 haziran 2013
     
    Related Posts

    çalıkuşu’nun başına gelenler!

    Ocak 12, 2017

    payitaht istanbul’dan başkent ankara’ya

    Ocak 12, 2017

    korkusuz muhalif; abdülkadir kemâlî bey

    Şubat 13, 2015
    Add A Comment
    Leave A Reply Cancel Reply

    Çok Okunanlar
    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum
    Nisan 21, 2025
    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!
    Nisan 21, 2025
    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!
    Nisan 21, 2025
    biz çalıkuşu nesliyiz!
    Nisan 21, 2025
    anadolu kitabı koruyamamıştır
    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram Pinterest
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    © 2025 Ayşe Adli

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.