İlk kez fikri soruluyor Türkiye’nin. Toplumun önünde hem önemli bir fırsat hem ciddi bir sorumluluk var. Konusu ne olursa olsun kendimiz üzerine düşünmeye, fikir üretmeye davet edildik. Peki, hazırlıksız yakalandığımız bu sorumluluğun hakkından gelebilecek miyiz? Güneydoğu Anadolu Bölgesi Akil İnsanlar Heyeti’nden Etyen Mahcupyan, şu aşamada olumlu cevap veremiyor bu soruya: “Türkiye’deki pek çok ortak kaygı bir düşünülmüşlüğe dayanmıyor.” Mahcupyan’a göre. Bilakis üzerinde düşünmediğimiz için bu kadar kaygılıyız. Yüzyıllarca meselelerimizi başkaları belirlemiş. Şimdi de başkaları ne düşünüyor diye çok merak ediyoruz. Düşünmeyi bırakıp o başkalarının düşündüklerini anlamaya harcıyoruz bütün enerjimizi.
-Nasıl bir manzarayla karşı karşıyayız?
Türkiye hazır olmadığı bir eşikte. Sadece halk değil, siyasetçiler de hazır değildi. En tepedeki siyasi vizyonun buluşmasıyla ortaya çıkan bir olay yaşıyoruz. Başkası adına düşünmek, onların ne yaşadığını anlamaya çalışmak, Türkiye’nin gelecekte nasıl bir ülke olacağına kafa yormak hiç yapmadığımız şeyler. Üzerinde çok az düşünülmüş, çok fazla duygu üretilmiş bir problemimiz var. Çerçevesi Kürt meselesini fazlasıyla aşıyor. Kimlikler, o kimliklerin tarihle ve devletle bağı… Hepsi iç içe, katman katman. En tepedeki katman bugüne kadar yanlış yapıldığını düşünüyor. Silahla bir yere varılamayacağında herkes hemfikir. Bu noktadan sonra bir garip tereddüt hali ortaya çıkıyor.
-Tereddüdün sebebi ne?
İki sebebi var. Biri, genelde siyasete ve devlete güvensizlik. Öteki, aslında kendine güvensizlik. Dâhil olmadığımız nasıl dâhil olacağımızı da bilmediğimiz bir sürecin içindeyiz ve bunun ne mana ifade ettiği konusunda bir tasavvura da sahip değiliz. AK Parti ve BDP’ye büyük iş düşüyor. Toplumla konuşmaları, hayallerini ve tasavvurlarını anlatmaları gerekiyor. Silah bırakma pazarlığının şeffaf olması gerekmiyor ama insanlar siyasetçilerin nasıl bir Türkiye hayal ettiklerini duyarsa belki daha özgüvenli çıkabilirler kamusal alana. Yoksa her gün aynı endişelerin tekrarıyla geçecek.
-Yola çıkarken bugün geldiğiniz noktayı hesap edebiliyor muydunuz?
Hem evet, hem hayır! Özellikle Türkiye’nin doğusunda insanların batıya kıyasla çok daha fazla düşündüğünü görüyorsunuz. Çok daha fazla yaşamışlar. Çok daha duyarlı ve bu duyarlılığı gerçek analizlere oturtmaya meyilliler. Dolayısıyla hem Türklerde, hem Kürtlerde daha derinlikli bir söylem var. Bu tablo bana şunu ima ediyor: Doğudaki bu Türk-Kürt ilişkisi daha da derinleşirse ve aynı şekilde laik-dindar ilişkisi de ivme kazanırsa Türkiye çok büyük bir adım atmış olacak. Hep batıdan gelen demokrasi bu sefer belki de doğudan gelecek.
-Birlikte yaşıyor olmalarının payı var mı bunda?
Kesinlikle! ‘Batıda da öyle!’ diyebilir insanlar. Ama doğudakiler batıya kıyasla çok daha fazla Türk ve Kürt olarak bir aradalar. İç içe geçmişler. Aynı ailede hem Türk hem Kürt olunca birbirlerinin halini daha iyi anlıyorlar. Belli sosyal yapılarda buluşmak çok önemli. Doğu, böyle bir potansiyel sunuyor. Belki Türkiye’nin doğusunda bir seri konferans düzenleyip batıdan insanların burada gerçekten hatırlayan zihinlerin neler söylediğini duymalarını sağlamak lazım.
-Güneydoğu ne diyor Kürt meselesine dair?
Yeni şeyler var burada. Silahların çekilmesiyle açılan siyaset alanı aynı zamanda genişleyen bir kamusal alan demek. Sadece siyaset için değil, kültürel, sanatsal ve sosyal faaliyetler için de geçerli. Bu alanlara yeni giren özneler var. Bir sene içinde nasıl bir Güneydoğu göreceğimizi hayal etmek o kadar da zor değil. Yeter ki önü kesilmesin. Daha önce duymadığımız, kendi içinde cemaatleşmişama aslında Türkiye’ye söyleyecek sözü olan bir sürü nüve var. Kabuklarından çıkıyorlar. Yeniden toplum olmaya doğru gidiş bu yönüyle şaşırtıcı. Çünkü şimdiye kadar duymadığımız şeyler duyuyoruz.
-Batının gerçeklerle ve devletle yüzleşmesini bekliyoruz, evet. Ancak doğudan da PKK ile hesaplaşması bekleniyor. Buna yönelik ipuçları görüyor musunuz temaslarınızda?
Türkiye bir demokratikleşme ve yüzleşme tecrübesi yaşıyor. Batının kendi devletçiliğiyle ve devletle, doğunun da PKK ve terörle yüzleşmesi gerekiyor. İki taraf da hazırlıksız yakalandığı için ‘üst makamlarını’ eleştirmeleri o kadar kolay değil. O ‘üst makamlar’ aşağı tabakaları hep başka bir tasavvura yönlendirmiş şimdiye kadar. Devlet, Türk kesimine “PKK’yı ezip geçeceğiz. Hiçbir şey kalmayacak. Devletin kırmızı çizgileri…” falan deyip duruyordu. PKK ise “Zafer gelecek! Kendi ülkemizi kuracağız.” diyordu. İkisi de olmayacak. Bu kurguların olmayacağını aşağıya anlatabilmek o kadar da kolay değil. İki taraf da yenilmiş hissetmek istemiyor. Taviz vermiş hissetmek istemiyor. Bütün bunlar siyasi zorluklar. Ama topluma indiğimiz zaman en azından Güneydoğu çerçevesinde şunu söyleyebilirim ki bu özeleştiri çok rahatlıkla yapılabilir. İnsanlar buna hazır. Silahsızlanma bittiği, PKK çekildiği ve yeni anayasa süreci hızlandığında bunu göreceğiz. Batının bunu yapabilme ihtimali biraz daha zayıf.
-Neden?
Bir asimetri var çünkü? Türk kimliği çok fazla devlet bağımlı. PKK olmasa da Kürtler Kürt. Devletleri olmasa da -ki bin senedir yoktu zaten- yine Kürt’tüler. Süryaniler Süryani, Ermeniler Ermeni. Bu kimliklerin var olmak için devlete ihtiyacı yok. Ama Türk kimliği devletsiz yaşayamazmış gibi bir noktaya getirildi. Bu devlet aslında son 100 yılda Türk kimliğini harcadı. Oysa Türklük üst kimlik olabilirdi. Bu potansiyeli vardı. Nasıl asırlarca herkes kendini Osmanlı’ya ait hissettiyse Türklük de öyle olabilirdi. Ama uygulanan politikalar onu bir bölümün alt kimliği haline getirdi. Şimdi o kesim ‘Devlet zarar görürse benim kimliğim de zarar görür!’ sanıyor. Bu yüzden daha sıkıca, psikolojik bir ihtiyaçla sarılıyor. Zaman alacak ama eninde sonunda Türkiye’nin batısı da bu özeleştiri noktasına, devletle mesafe alarak, özgüvenli bir şekilde gelecek. İnsan ilk bakışta batıda yetişenlerin daha özgüvenli olacaklarını sanır, çünkü daha eğitimliler. Tam tersi! Doğudaki insanlar daha özgüvenli. Çünkü özlerinden kaybedecekleri hiçbir şey olmadığının farkındalar. Batıdakilerse hep devletle, devlet sayesinde yaşamışlar. Onların özgürleşmesi gerekiyor. Bu tek başına Kürt meselesinin çözümü de değil aslında. Ülkenin doğusunun başka türlü, batısının başka türlü özgürleşmesi gerekiyor.
-Toplumsal psikoloji buna hazır mı?
Henüz değil. Devletin kırmızı çizgileri aşılmasın falan deniyor. Bunlar meşru mu ki? Aşılmamalarını neye dayanarak değer olarak kabul ediyoruz? Ülkenin bu hale gelmesinin sebebi bu kırmızı çizgiler. Onlarla devam etmemiz mümkün değil. Aynı şey PKK için de geçerli. Bunu anladıklarını düşünüyorum. Özellikle Irak Kürdistanı’nın kurulmasından ve Kürtlerin demokratik zemin üzerinde ayakta durma şansı elde etmelerinden sonra PKK eski önemini kaybetti. Öcalan’ın vizyonu ötekilerden biraz daha geniş olduğu için önlerine bu yeni tabloyu koydu. Kırmızı çizgiler insanların ihtiyaç ve taleplerine göre yeniden ve yeniden çizilebilir. Bunları bütün kimlikler birlikte çizerse Türkiye yoluna Türkiye olarak devam edebilir. Bir tek kimlik çizerse öteki kimlikler ayrılıkçı olacaktır. Buna gücü yetmezse sabotajcı olacaktır. Önüne geçmeniz mümkün değil. Burada çok temel bir tercih var. 100 yıldır yapılan şey mi doğruydu, ondan önce 500 sene boyunca yaşanan mı? Savaş dursun ve hiçbir şey olmamış gibi devam edelim de diyemeyiz. Bu kan duracaksa devletin bir şey yapması, insan hakları konusunda adım atması gerekecek. Dünya genelindeki insan hakları uygulamalarını biz de benimseyeceğiz. Almanların, İtalyanların, azınlıkların okulları var, neden Kürtlerin olmasın?