Close Menu
Ayşe AdlıAyşe Adlı

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum

    Nisan 21, 2025

    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!

    Nisan 21, 2025

    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!

    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    • Yeşilçam’dan Portreler
    • Geçmiş Zaman Olur Ki…
    • Türkiye Kurulurken…
    • Hoş Sada!
    • Tüm Kategoriler
      • Şehir ve Mekan
      • Dünya’dan
      • GeziYorum
      • Kitabiyat
      • Nadir Söyleşiler
      • O Şehr-i İstanbul Ki…
      • Portreler
      • Sinema Yazıları
      • Sanat Penceresi
      • Tarih Yazıları
      • MetaFizik
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    Gündem - türkiye çözümü konuşuyor!

    türkiye çözümü konuşuyor!

    Türkiye, iki aydır ‘Akil İnsanlar’ projesini tartışıyor. Hükümet / Başbakan, Çözüm Süreci’nde daha hızlı ve sağlıklı mesafe almak niyetiyle 63 kişiyi 7 bölgede görevlendirdi.
    Şubat 13, 2015
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Heyetler ülkeyi dolaşacak, Türkiye’nin endişe, itiraz ve taleplerini rapor edecekti. Aralarında yüz yıllık gerilim, 30 yıllık çatışma olan iki kesimin hangi şartlarda sulhe ikna olacaklarını tespit etmeleri isteniyordu. Hakarete, şiddete maruz kalan da oldu, davul zurnayla karşılanan da… 6 bölgede diyalog gruplarına eşlik ettik. Tepkiyi, desteği, endişeyi yerinde gördük. Öncelikle doğunun da batının da çözüme itirazı olmadığını not düşelim. Hiç olmazsa açıktan ‘kan dökülsün!’ diyen yok. Ancak verilen binlerce kayıp, hassas olmayı gerektiriyor.

    Yüzlerce kişilik salonlarda ‘Haydi siz de bir ucundan tutun’ davetiyle toplanan insanlar, bir Anadolu harmanı oluşturuyor. Türkiye ilk defa kendine endam aynasından bakıyor. Zaafları, önyargıları, aklı, vicdanı, öfkesi duruyor orta yerde. Bakışların Ankara ve İstanbul’dan Anadolu’ya dönmüş olması çok büyük fırsat. Bu ses çoğaltılabilir, insanların birbirlerinin yarasına bakması sağlanabilirse kavganın zemin kaybetmesi işten bile değil…

     

    Siyaset, heyetlerin gözlemlerini ne ölçüde dikkate alacak bilmiyoruz. Ancak o tablonun hepimize söyleyeceği çok şey var. Ortak bir gözlemle sözü bölgelere bırakalım. Yaklaşık 2 ay süren saha çalışması, şöyle bir tesbite ulaştırmış heyetleri: Resmî eğitim sistemi tarafından endoktrine edilmemiş, bir diğer ifadeyle ‘mektepte fazla oyalanmamış’ kişiler, meseleye insanî ve vicdanî açıdan bakmayı tercih ediyor. Ötekilerin tercihi ise devletten, siyasetten ve ideolojiden yana…

    Yeter ki birbirimizi dinleyelim!

    Grupların mes’ul olduğu şehirler açıklandığında belli oldu Karadeniz ekibinin yükünün ağırlığı. Bölge geniş, içe kapalı ve Kürt sorununa mesafeli… Çatışmalarda çok şehit verilmiş. Öfkeye bulanmış acı, sıcaklığını koruyor hâlâ… Trabzon Havaalanı’ndan Giresun’a bu düşünceler eşliğinde yol alıyoruz. Bir yanda Karadeniz, öte yanda muhteşem bir tabiatın orta yerine hiçbir estetik kaygı gözetilmeden kurulmuş şehirler… Sahilyolu, insanları denizden koparmış. Bağlantı, her biri bir şehidin ismini taşıyan üst geçitlerle sağlanıyor.

    Bölgenin 15. ilinden itibaren eşlik ettiğimiz heyet, tahminimizin aksine rahat görünüyor. Geçen haftalar, acemilikle birlikte olumsuz beklentileri de büyük ölçüde bertaraf etmiş. Ordu, Giresun ve Rize’de ilgili, heyecanlı salonlar görüyoruz biz de. Yüzlerce katılımcılı yuvarlak masa toplantılarında herkesin önünde kâğıt-kalem, önceden hazırlanmış notlar dikkat çekiyor. Ciddiyet yüzlerden okunuyor.

    Hükümet, heyetleri görüşmelerle ilgili yönlendirmemiş. Yöntem, gezi takvimi, program içeriği kendi tercihlerine bırakılmış. Muhtelif kaynaklardan alınan listelerden seçilen davetliler katılıyor Karadeniz toplantılarına. Davet kapsamı dışında kalan 3 kesim var: Siyasi parti teşkilatları, şehit aileleri ve provokasyon yapma ihtimali yüksek kişi ve kurum temsilcileri. Her toplantı öncesinde bu tercihin sebepleri izah ediliyor: “Siyasi partiler seslerini duyurma imkânına sahip. Şehit ailelerini bu tartışma ortamına sokup zor durumda bırakmak istemediğimiz için biz onları ziyaret ediyoruz.” Ve… “Konuşmak isteyen herkese yer var bu salonda. Ancak toplantının maksadına ulaşması için diyaloğu imkânsız kılacak girişimlere mâni olmak zorundayız!”

     

    Salona hâkim olan ilk duygu tedirginlik. Basında onca yazılıp çizilmesine rağmen ‘Kim bunlar?’ ve ‘Neden buradalar?’ soruları net bir cevap bulamamış. Giresun’da ikisi örtülü üç hanım oturuyor yanımıza. “Salonun çoğu AKP’li!” diyor biri, memnuniyetsiz bir sesle. Muhtemelen bütün davetlilerin ilk tahmini bu ve tedirginliğinin sebebi de aynı zan. Kısa bir sunumdan sonra katılımcılara dönüyor gözler. Mikrofon elden ele dolaştıkça gerginlik dağılıyor. Zira zannedilenin aksine, muhaliflerin sayısı oldukça fazla. Saatler ilerleyip eleştiriler art arda sıralandıkça “Sokağı temsil etmiyor buradakiler.” itirazı duyulmaya başlıyor: “Hiç canı yanmamış, sıkıntı çekmemişinsanlar atıp tutuyor. Herkesin lafını dinlemeyin, elinizden ne geliyorsa yapın kardeşim!” Ordu toplantısından sonra Boztepe’de heyet başkanı Prof. Dr. Yusuf Şevki Hakyemez’e bu eleştirileri hatırlatıyoruz. 9 üyenin 6’sı Karadenizli. Hakyemez Trabzon’da yaşıyor, Karadeniz Teknik Üniversitesi’nde hoca. “Herkesin kendini ifade edebilmesi için davetli sayısını sınırlamamız gerekiyordu. Tanıdığımız, süreci desteklediğini bildiğimiz insanları eleyerek yaptık bu sadeleştirmeyi.” diyor.

    Protestolar örgütlü

    Toplantı öncesi ve sonrasında sokakta, çarşıda, restoranda halkla yüz yüze geliyor heyet. Selamlaşılıyor, ayaküstü sohbet ediliyor. ‘Barış görüşmeleri’ ilk günden itibaren basının yakın takibinde. Türkiye, onların yorumuyla izliyor gelişmeleri. Kameralara yansıyan görüntülerden sonra üst düzey güvenlik önlemlerine, kalabalık protestolara hazırız. Oysa bir memnuniyet ve sükûnet havası karşılıyor bizi. Birlikte takip ettiğimiz toplantıların kamuoyuna nasıl yansıtıldığını gördükçe aynı salonlarda taban tabana zıt şeyler gördüğümüzü anlıyoruz.

    Toplumun; Ankara ve İstanbul’un vehmettiği kifayetsizlik, acziyet, yetersizlik noktasından ne kadar mesafe aldığına şahit oluyoruz her konuşmayla. İlk defa, toplumsal bir konuda ‘Siz ne düşünüyorsunuz?’ diye sorulmuş kendilerine. Hazırlıksız yakalandıkları çok belli. Ezber cümlelere sığınıyorlar önce. Ama her yorum çerçeveyi genişletiyor. Cevap bulamamış çokça soru var. Kamuoyuyla paylaşılan malumatın perde arkasını merak ediyorlar. Yeterince bilgi sahibi olmadıkları için temkinliler. Fakat akl-ı selimle söylenen, basiretli ve vicdanlı her söz saygıyla karşılanıyor. Salon girişlerindeki örgütlü küçük protestocu gruplar dışında genel eğilim, çatışmasızlık ortamının devamı yönünde. Kapı önlerine toplanan muterizler ise konuşmak yerine slogan atmayı tercih ediyor: “AKP defol! Bu memleket bizim”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!”, “Ya Allah, Bismillah, Allah-u Ekber”, “Şehitler ölmez, vatan bölünmez!”, “Bayrağa uzanan eller kırılsın!”…

     
     

    Şehirlerin endişeleri, itirazları, destekledikleri ve muhalefet ettikleri noktalar birbirine benziyor. Öncelikle ‘akil’ sıfatına düşülen şerhi belirtmemiz gerek. İlk günden beri aynı eleştiriyi duydukları için açılış konuşmasında “Biz kendimize diyalog grubu demeyi tercih ediyoruz.” açıklamasını mutlaka tekrar ediyor Yusuf Şevki Hakyemez. Arada, “Sadece masraflarımız karşılanıyor, bunun dışında para almıyoruz.” izahına ikna olmayanlar da çıkıyor. Sonra ‘sürece’ geliyor söz: “Teröristlerin silahlarıyla gitmesine neden izin verildi? Ceza çekmeden mi gidecekler? Ya geri dönerlerse? Üniter devlet yapısı korunacak mı? Federasyon hazırlığı var mı? Suriye, Irak ve Türkiye Kürtleri birleşecek deniyor, buna karşı tedbir alındı mı? Kırmızı çizgilerimiz aşılacak mı?” Soruları suçlamalar takip ediyor: “Kiminle barışıyoruz? Ne yaptık onlara? Ne aldık ellerinden? Savaşı onlar başlattı, şimdi niye Türklerden barış isteniyor? Neden 5 milyon Kürt yerine 65 milyon Türk’ü ikna etmeye çalışıyorsunuz? …”

    Devletin terörle mücadelede benimsediği diyalog yöntemi, ezberleri altüst etmiş. Hangi saiklerle “Üç beş çapulcuya pabuç bırakmayız!” politikasından vazgeçildiği soruluyor her yerde. Resmî ağızların 10 yıllardır tekrarladığı “Devlet devletle konuşur, teröristle müzakere olmaz!” reddi burada da çıkıyor karşımıza. “Bölgeye defalarca gittim, insanlar yokluk içinde. Ekonominin iyi olmadığı yerde barış olmaz.” diyor biri. Bir başkası Amerika’yla ilişki kesilmedikçe Türkiye’ye barışgelmeyeceği tezini savunuyor. ‘Tek bayrak, tek vatan, tek dil’ vurgusu tekrarlanıyor her salonda. Soru ve itirazlar kişisel tecrübelerin mahsulü değil. Gazete ve televizyonda stratejistler devasa tasavvurlar üretiyor. Anadolu, kendi birikiminin yetmediği yerde bu paket düşüncelere sığınıyor. Problemlerin nerede kilitlendiği, vebalin kimde olduğu üç aşağı beş yukarı belli. Rize’de bir amcaya uzanıyor mikrofon: “Rize’nin en yüksek köyünden geliyorum.” diyor. “Adımı yazmayı bile doğru dürüst bilmem. 30 senedir terör var bu memlekette. Şimdi bitsin deniyor. Yeterli destek bulunamıyorsa sorumlusu gazeteciler, televizyoncular, siyasetçilerdir. Onlar bize doğru söylemiyor.”

     

    Öyle hesap edilmiyor şüphesiz, mikrofon rastgele dolaşıyor temsili Anadolu coğrafyasında ancak birinin söylediği diğerine karşılık geliyor: “Politika dili yerine vicdan diliyle konuşmak gerekiyor. Bu mesele sırf politikanın malzemesi olmaktan kurtulmalı. Süreci kesinlikle destekliyorum. Kimse bana bayrak ve vatan sadece benimdir, benden olmayanla paylaşmam diyemez!”, “Yarın ne olacak diye korkmaktan bugün yaşadıklarımızı anlayamıyoruz. Şimdi elimizde ne var diye bakıp ona göre hareket edelim. Yarın şartlar değişirse yeniden konuşuruz. Gelecek endişesiyle önümüze gelen tarihî fırsatı reddetmek insanlığa ihanettir.”, “Sorgulamamız gereken şey savaşı mı, barışı mı tercih ettiğimiz. Devlet kendi eliyle bir canavar yarattı, şimdi onu ortadan kaldırmak için bize elçi gönderiyor.”

    Konuşuldukça salonun tansiyonu düşüyor. Aynı mahallede, sokakta yaşadıkları insanların samimi şehadeti, ‘birilerinin elçisi’ rolünde gördükleri temsilcilerden daha güvenilir geliyor sanki. Öğretmen, emekli, sendikacı, dernek temsilcisi, ev hanımı… Herkesin söyleyecek sözü var. Giresun’da biri tam, “Burası Topal Osman’ın memleketi, bizim pirimiz o. Meydanı çapulculara bırakmayız!” demişken sözün yönü değişiveriyor: “Doğu’da görev yaptım. Ağzına tüfek namlusu sokularak kimlik sorulan insanlar gördüm ben. Tarihî hatalar getirdi bizi bu noktaya. Şimdi sadece iktidar attı bu adımı diye karşı çıkmak ayıptır!” Bir başkası kendinden emin şekilde “Kardeşiz biz, aramızda sorun yok.” deyip sandalyesine otururken itiraz yükseliyor: “Buraya Güneydoğu’dan mevsimlik işçiler geliyor, Kürtler. Yakın zamana kadar çöplük gibi yerlerde yaşıyorlardı. Tuvaletleri bile yoktu. Yerli işçinin yarısı kadar yevmiye alıyorlar hâlâ. Siz kardeşinize böyle mi davranıyorsunuz? Burada söylediğiniz sözlerin dışarıda karşılığı yok!”

    Bütün konuşulanlar önyargılarla kuşatılmış küçük dünyalarda yaşadığımızı ortaya koyuyor. Kendimizce izahlar, mazeretler, gerekçeler üretiyoruz. Biri gelip yüzümüze ayna tutmadıkça işimizi de görüyor bu hazırlık. Ama “En yüksek mevkilere geldikleri halde terörü destekliyorlar” tezi, “Belki her şey olabiliyor ama Kürt olamıyorlar!” itirazından sonra iş görmüyor. “Bizim kimseyle derdimiz yok” savunması, “Madem öyle neden küfrederken Ermeni, Kürt diyorsunuz birbirinize?”  sorusuyla yerle bir oluyor. Tüm Türkiye’yi bir foruma çeviren bu toplantıların ortaya koyduğu hakikat şu ki kimsenin topluma ders vermesi, akıl öğretmesi, yol göstermesi gerekmiyor. Sesine kulak vermek kâfi…

    Güneydoğu barışa hasret

    Ordu’dan ayrıldığımız akşamın sabahında Gaziantep’teyiz. Hayat, her zamanki rahatlığında akıyor. Buluşma mekânına yaklaştıkça güvenlik önlemleri havayı değiştirmeye başlıyor. Karadeniz’in aksine, konunun hassasiyetine ve katılımcıların mahremiyet talebine binaen basına kapalı yapılıyor toplantılar.

    Güneydoğu, Kürt meselesinin kalbi. Ülkenin sair bölgelerinden çok daha fazla karşılığı var burada tartışmaların. Karadeniz’den Güneydoğu’ya geçişte dikkat çeken ilk fark, meselenin daha net, somut ve geniş çerçeveli tartışılıyor olması. Burada da ülkenin genelindeki endişelerin karşılığı var elbette. Fakat televizyon ekranlarında gördükleri uzak illerin değil, kendi memleketlerinin derdi duruyor önlerinde. Kaygılar da beklentiler de daha sahici. Öncelikle ‘barışın’ kalıcılığı ve sürekliliğinden emin olmak istiyorlar. Bir yerel basın temsilcisi soruyor heyete: “Başbakan’ın politika ve söylemlerinde çok hızlı değişiklikler oluyor. Bugün konuşulanlar 6 ay önce ile kıyas kabul etmiyor. Nerede tutarlılık arayacağız?” Heyetin ciddiyetle not ettiği bir diğer haklı soru da anayasa süreci hakkında: “Neden yasal ve anayasal düzenlemelerle demokratik adımlar atılmıyor?” Hemen her görüşmede anayasa talebi gündeme geliyor.

    Sadece Türkiye’yi değil, Ortadoğu ve dünyayı da yakından takip ediyor bölge halkı. Gaziantep’te toplantıların yapılacağı otelin lobisi gün boyu boşalmıyor. Karadeniz’in aksine güvenlik denetimi yok. ‘Akil İnsanlar’ın da toplantı harici saatlerini geçirdiği lobiye dileyen giriyor. Toplantılar yine davet esasına göre yapılıyor tabii. Üçer, beşer toplanmış insanlar birbirlerinin sorularına cevap veriyor: PKK neden sınır dışına çekilme noktasına geldi? Hükümetin bir anda terör örgütü ile diplomatik temasa geçmesinin gerekçesi ne? Toplumun kaygıları nasıl giderilir? …

     

    Taraflar ilk kez karşı karşıya

    Türklerin çoğunlukta olduğu Antep’in iki taraftan da talepleri var. Devlet, ortak vatanda, eşit ve ortak vatandaşlar olarak yaşama imkânını hazırlamalı. Ancak raporda PKK’ya yönelik mesajlar da olmalı. Örgüt topluma bölünme istemediğini, Türk halkıyla değil, devletle sorunları olduğunu anlatmalı.

    Dışarıdan yekpare görülen Güneydoğu, siyaseten çok parçalı bir yer aslında. Bu yüzden PKK geçmişte sadece devletle değil, bölgedeki diğer güçlerle de savaştı. Bir nevi arabuluculuk yapan Akil İnsanlar, örgütün hem devletle hem de bu kesimlerle diyaloğunu sağlamaya çalışıyor. Heyet üyesi Ahmet Faruk Ünsal ‘çok öğretici’ bulduğu çalışmaları esnasında pek çok ilke vesile olduklarını anlatıyor. PKK tabanı ile korucuların, Hizbullah’ın siyasi temsilcisi Hüda-Par’la BDP çevrelerinin, birbirlerini muhatap almasalar da aynı masa etrafına oturmaları sağlandı. Onca yıl çok kanlı karşılaşmalar yaşayan bu kesimlerin temel taleplerinde hiçbir farklılık yok Ünsal’a göre. Ana dilde eğitim talebinde mutabakat var. Türkiye’nin batısında dile getirildiği gibi bölünme kaygısını güçlendirecek ayrılık talebi hiç yok! Kürtlük üzerinden siyaset yapan bütün ana aktörler, Türkiye bütünlüğü içerisinde, anayasal garantiye alınmış Kürt kimliğiyle yaşamayı talep ediyor. Bayrak, İstiklal Marşı gibi ortak değerlere itiraz yok…

    ‘Buyrun konuşun!’ talebine hazırlıksız yakalanan Türkiye, aynı zamanda bir yüzleşme yaşıyor. Bugüne bir şey söyleyebilmesi için geçmişin hesabını vermesi şart! Batının devletle, doğunun PKK ve terörle hesaplaşmasını bekliyor kamuoyu. Tecrübe daha bu kadar tazeyken bu özeleştirinin açıktan yapılmasını beklememek gerek belki. Ancak kimi yerde bu ihtiyaç da dile geliyor.

    Bir talebi daha var bölgenin. Devletin silahlı eylemlerin sona ermesi için PKK ve BDP ile konuşmasını kabul ediyorlar. Ancak örgüt tabanının tek muhatap gibi algılanması rahatsızlık konusu. Haftalarca süren temasların ardından, süreç böyle devam ederse Kürt siyasetinin yeniden şekillenebileceği düşüncesi var heyette.

    3 haziran 2013
    Related Posts

    etyen mahcupyan; batı devletten, doğu örgütten özgürleşmeli!

    Şubat 13, 2015

    kat karşılığı şehirler…

    Şubat 13, 2015

    islam ansiklopedisi ile çığır açıldı!

    Şubat 13, 2015
    Add A Comment
    Leave A Reply Cancel Reply

    Çok Okunanlar
    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum
    Nisan 21, 2025
    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!
    Nisan 21, 2025
    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!
    Nisan 21, 2025
    biz çalıkuşu nesliyiz!
    Nisan 21, 2025
    anadolu kitabı koruyamamıştır
    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram Pinterest
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    © 2025 Ayşe Adli

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.