Sultan Abdülaziz, şehzade Abdülhamid için hoca aradığında Hakkakzâde Mustafa Hilmi Efendi’nin oğlu Osman Zeki tavsiye ediliyor padişaha. Osman Bey böylelikle çok genç yaşta giriyor tarihin kayıtları arasına. Abdülhamid’in en yakınındaki isimler arasında anılıyor hep. Her ne oluyorsa 1860’ların ilk yıllarında dedikodu sebebiyle bir süreliğine saraydan uzaklaştırılıyor. Evli, çoluk çocuk sahibi artık.
Yeni bir iş tutmadan önce hac yolculuğuna çıkıyor. Hayli meşakkati göze almak gerekiyor mübarek topraklara yüz sürmek için. Asrın meşhur hattatlarından Mustafa Hilmi Efendi’nin oğlu Osman Zeki, görmek bir yana taşrada hayatın hangi şartlarda idame ettirildiğinden haberdar değil muhtemelen. Ne tarafa dönseniz yokluk. Şahit olduğu her şeyden müteessir oluyor. En fazla da çalınmasın diye zincire vurulmuş el yazması Kur’an-ı Kerim’ler elem veriyor ona. Torunu Nezhun Tevgil’in naklettiğine göre bu mahrumiyet sebep oluyor matbaa kurmasına. Kur’an-ı Kerim neşredecek bir matbaa kuracak ve Anadolu’ya göndereceği Mushaf-ı Şerif’ler bir nebze olsun hafifletecek halkın yoksunluğunu…
Döndüğünde büyük oğlu Cevat Bey’le Babıâli’de bir oda kiralayıp işe koyuluyor. Matbaa-i Osman Zeki imzasını taşıyan ilk kitaplar; 1869’da geçici bir mekânda, Matbaa-i Âmire’nin boşa çıkan huruf tezgâhıyla basılıyor. Yayın yelpazesi ve çalışan sayısı hızla genişliyor. Çemberlitaş’a; bugün altında sinema, üzerinde Fırat Kültür Merkezi’nin bulunduğu yerdeki kendi binasına taşındığında, devrin en donanımlı ve itibarlı müessesesi olarak anılıyor artık Osmanbey Matbaası.
Matbaanın mührünü taşıyan ilk eserler; Osman Zeki Bey’in kendi talik hattıyla yazıp taşbaskı usulüyle bastığı Enderûnî Vasıf’ın divanı, Tuhfe-i Vehbi’nin nesih yazı ile yapılmış taşbaskısı ve İsmail Niyazi’nin şerh ettiği Birgivî şerhi. Ahmet Cevdet Paşa’nın tertib-i cedid namıyla maruf Tarih-i Cevdet’inin en meşhur ve kıymetli baskısı da burada yapılıyor. Ancak Osmanbey Matbaası denince o devirde de bugün de nadide Kur’an-ı Kerim’ler geliyor akla. Matbaanın öncelikli mesaisi, her biri neredeyse el yazması eserler kadar titizlikle hazırlanan Mushaf ve cüz neşretmek.
Kur’an-ı Kerim basmak hataya tahammülü olmayan bir alan. İstanbul’da çeşitli teşebbüsler olmakla birlikte matbu Mushaf’larda en büyük kalem, İran’dan ithal kitaplardan oluşuyor o devirde. Tetkiklerde pek çok hata tespit edilince mukaddes kitabın ithali de izinsiz neşri de yasaklanıyor. Dersaadet çareyi bir matbaaya yetki vermekte buluyor. 1882’de bu imtiyazı kazanan Osmanbey Matbaası, uzatmalarla 30 sene boyunca Kur’an-ı Kerim neşreden tek matbaa oluyor.
Her köye bir Kur’an
En meşhur Türk hattatların kaleme aldığı Kur’an-ı Kerim’ler, foto-litograf usulüyle sanat eseri sayılabilecek nefasette basılıyor ve tashihi bizzat Osman Zeki Bey tarafından yapılıyor. Osman Bey sözünü unutmuyor elbette. Her sene, memleketine dönen askerlere birer Mushaf-ı Şerif hediye ediyor götürmeleri için. Bu âdet onun vefatından sonra da evlatları tarafından devam ettiriliyor. Ayrıca imkân oldukça gönderildikleri yerde dağıtılmak üzere gemilere sandık sandık kitap yükletiyor merhum. Anadolu halkının evine ilk o zaman Kur’an girmeye başlıyor. Tarihçi Mustafa Armağan’ın son devrin hezarfenlerinden Necmettin Okyay’dan naklettiğine göre Sultan Abdülhamid Kur’an bastığı için matbaanın atık sularına özel ayrı bir lağım tertibatı yaptırıyor.
1876’da İkinci Abdülhamid’in yakınında görev yapmak üzere kurena sıfatıyla tekrar Saray’a dönüyor Osman Bey. 1890’da, serkurena iken vefat ediyor. Babasının saraya gitmesi üzerine matbaanın yönetimi büyük oğlu Ali Cevad Bey’e geçiyor. Başmabeynciliği esnasında Osman Bey ve ailesi Nişantaşı’nda bir konakta yaşıyor. Bugün Osmanbey ismini taşıyan muhite o zamanlarda veriliyor bu isim.
Ali Cevad Bey’in vefatı üzerine işin başına en küçük oğul Mehmed Saim (İlkbasan) Bey geçiyor. Saim Bey, 1898’de Matbaa-i Amire Müdürlüğü’ne tayin ediliyor. Vefatına kadar matbaa ile ilgilenen Mehmed Saim Bey ve kardeşi Nudiye Hanım vefatlarına yakın matbaayı Darüşşafaka Cemiyeti’ne bağışlıyor. 10 Ekim 1935’te bu vesileyle Darüşşafaka Vakfı’nda iki kardeş için mevlid-i şerif okutuluyor. Küçülerek varlığını koruyan matbaa, 1956’ya kadar kitap basmaya devam ediyor.
(Bilgiler Prof. Dr. Ali Birinci’nin Müteferrika Dergisi’nde yayımlanan makalesinden alınmıştır.)