Kyoto Protokolü 16 Şubat’ta yürürlüğe giriyor. Peki şimdi ne olacak?Aylardan şubat. Takvimlere göre kışın sonundayız. Bu günlerde bahar havasıyla uyanmak hoşumuza gidiyor. Birkaç derecelik ısınmanın kimseye bir zararı olmaz nasılsa… Oysa bilim adamlarına göre bize keyif veren bu havalar dünyanın tadının kaçtığının işareti.
Artık mevsim normallerini biliyor olmak işimizi eskisi kadar kolaylaştırmıyor. Bir yıl yağmura hasret kalıyor, ertesi yıl su baskınlarından kurtulamıyoruz. Saatli maarif takvimleri hâlâ kocakarı soğuklarını haber verse de cemreler dünyanın birçok yerinde eskisi gibi vaktinde düşmüyor. Önce havaya, suya, sonra toprağa…
Serin kışlardan, kavurucu yazlardan endişe edenlerin sayısı her geçen gün artıyor. Birçokları karbon gazlarının neden olduğu sera etkisinden haberdar olmasa da baharı yitirmiş olmanın kaygısını paylaşanların sayısı az değil. Endişeler yersiz bulunabilir. Ama bilimsel veriler, dünyanın son yıllarda hızla ısındığını ortaya koyuyor. Uzmanlar ise mevsim normallerinin istikrar yitirmesine ‘küresel ısınma’ adını veriyor. Yükselen sıcaklığın meydana getirdiği iklim değişiklikleri başta Greenpeace olmak üzere pek çok çevre örgütünün de öncelikli gündem maddesi.
Hepimiz bir serada yaşıyoruz
Küresel ısınmayı dünya gündemine getiren en önemli girişim, 1997’de hazırlanan Kyoto Protokolü. Atmosferdeki sera gazının yüzde 25’ini üreten ABD başta olmak üzere Avustralya, Rusya ve Çin gibi ülkeler imzalamadığı için önü tıkanan protokol, Rusya’nın ikna edilmesi sayesinde 16 Şubat’ta yürürlüğe giriyor. Başta AB üyeleri olmak üzere 134 devletin imza koyduğu düzenlemeler, fosil yakıt tüketimini sınırlıyor. Küresel ısınmanın önüne geçmeyi hedefleyen ülkeler, bundan böyle ürettikleri sera gazını aşamalı olarak azaltacak. Yenilenebilir enerji üretimine geçecek.
Bilimsel açıklamalara göre atmosferdeki gazların ışığı geçirme, ısıyı tutma özelliği sayesinde suların sıcaklığı dengede kalıyor. Bilim adamları bunu ‘sera etkisi’ olarak tanımlıyor. Tüm canlı türleri, sera etkisi sayesinde yaşamını sürdürüyor. Yani nasıl ki bir serayı çevreleyen cam, güneş ışınlarını içeri geçirip ısının dışarı çıkmasını önlüyorsa, atmosferdeki karbon gazları da dünyanın soğumasına engel oluyor. Biriken gaz miktarı yükseldikçe yerkürenin sıcaklığı da artıyor.
Araştırmalar, 18. yüzyıl ortalarında yaşanan Sanayi Devrimi sonrasında atmosferde karbondioksit oranının yükseldiğini ortaya koyuyor. Son 100 yılda sıcaklık 0,8 derece arttı ve deniz seviyesi 25 cm yükseldi. Fosil yakıt olarak adlandırılan kömür, petrol ve doğalgaz tüketimi bu hızla devam ederse 20 yıl sonra sıcaklığın 4-5 derece artması ve buzulların erimesi nedeniyle deniz seviyesinin 1 metre kadar yükselmesi bekleniyor. Değişiklikler büyük ölçüde gözden ırak gerçekleştiği için bu artış ilk bakışta pek bir şey ifade etmese de savunulan senaryo, birçoklarına göre ‘kıyameti’ andırıyor. Saatli bombaya benzetilen küresel ısınma nedeniyle, ada devletleri, ömrünü doldurmak üzere.
İkinci adım Kyoto Protokolü
Bilim adamlarına göre dünyanın giderek “global” bir şekilde ısınmasına, fosil yakıt kullanan insanoğlu yol açıyor. Bu tespitten hemen sonra da ciddi bir uyarı geliyor: “Acil önlem alınmazsa, atmosferdeki karbondioksit bileşimleri 2010’a kadar son 50 milyon yılın en yüksek seviyesine çıkacak.”
İstanbul Teknik Üniversitesi Meteoroloji Mühendisliği Öğretim Üyesi Prof. Dr. Miktat Kadıoğlu, yaşanan bu değişikliği, insanlığın son yüzyıl içinde karada ve suda yapmakta olduğu tahribata bağlıyor. “Son bin 400 yılın en sıcak yılları 1990-95 ve 97 kabul ediliyor. Sıcaklık rekorlarının kısa süre içinde peş peşe kırılması kuvvetli ısınma trendine girdiğimizin açık işareti.” diyen Kadıoğlu’na göre bu süre zarfında toprak ve suyla birlikte havanın bileşimi de bozuldu.
Bilim adamlarının iklim değişikliğine dikkat çeken tespitleri uzun yıllar öncesine dayanıyor. Fakat küresel ısınmanın bir tehdit olarak kabul edilmesi, deniz seviyesinin son yıllarda yükselmesiyle oldu. İlk adım, kıyıları yok olma tehlikesiyle karşı karşıya kalan Malta, Hollanda gibi ada devletlerinin yaşadığı panik sayesinde atıldı. İklim Değişikliği Çerçeve Anlaşması, BM çatısı altında 1994’te imzaya açıldı. Türkiye ise bu anlaşmayı 10 yıl sonra onayladı.
BM tarafından oluşturulan kurul, mevcut durumun insan kaynaklı olduğunu ortaya koydu. Kyoto Protokolü 1997’de imzaya açıldı. Protokole taraf olan ülkeler, 2012’de atmosfere saldıkları karbondioksit oranlarını 1990’daki seviyenin yüzde 5,2 altına çekmeyi taahhüt ettiler. Küresel sera gazının en az yüzde 55’ini üreten ülkelerin onayını gerektirdiği için protokolün önü Rusya’nın onayı sayesinde açılabildi.
Doğal kaynak ihtiyacın dört katı
Kyoto Protokolü’nün getirdiği esaslardan biri, ısının 2 dereceyi aşmaması için yenilenebilir enerji kaynaklarının devreye sokulması. Yenilenebilir enerji; ısı, ışık ve elektriğin karbondioksit oranını yükseltmeyen kaynaklardan karşılanması demek. Marmara Üniversitesi Mühendislik Fakültesi Enerji Ana Bilim Dalı Başkanı Doç. Dr. Tanay Sıdkı Uyar, bu kaynakların fosil yakıtlara göre çok daha verimli olduğunu söylüyor.
Fosil yakıtların iddia edildiği kadar verimli ve ucuz olmadığını söyleyen Uyar, 1 kilovat saat elektrik üretmek için 1 kilogram kömür, 650 gram petrol ya da 450 gram doğalgaz yakmak gerektiğini hatırlatıyor. Elde edilen elektrik ise ancak 100 vatlık 10 ampulü 1 saat yakmaya yetiyor. Uyar’a göre dünyadaki yenilenebilir enerji kaynaklarının miktarı, ihtiyacın dört katından fazla. Bu kaynaklar sağlıklı ve ucuz. Sıdkı Uyar’ın verdiği rakamlara göre, 13 metre çapında 100 metrelik bir kulenin üzerine 60 metrelik kanatlarla inşa edilen bir rüzgar tribünü, 17 bin kişinin elektrik ihtiyacını karşılıyor. Bu tribünle üretilen bin megavat elektriğin maliyeti 1 milyon dolar. Aynı miktarda elektiriği nükleer santral aracılığıyla elde etmek ise 5 milyar dolara mal oluyor.
İhtiyacın tamamının yenilenebilir enerji kaynaklarından sağlanmasının mümkün olduğunu kaydeden Uyar’a göre mevcut yasal boşluğun giderilmesi ve geleceğe yönelik adımlar atılması için Türkiye henüz imzalamadığı Kyoto Protokolü’nü onaylamalı.
7 şubat 2005