Close Menu
Ayşe AdlıAyşe Adlı

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum

    Nisan 21, 2025

    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!

    Nisan 21, 2025

    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!

    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    • Yeşilçam’dan Portreler
    • Geçmiş Zaman Olur Ki…
    • Türkiye Kurulurken…
    • Hoş Sada!
    • Tüm Kategoriler
      • Şehir ve Mekan
      • Dünya’dan
      • GeziYorum
      • Kitabiyat
      • Nadir Söyleşiler
      • O Şehr-i İstanbul Ki…
      • Portreler
      • Sinema Yazıları
      • Sanat Penceresi
      • Tarih Yazıları
      • MetaFizik
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    Gündem - aydın engin; ulusalcılık yakın tehlike

    aydın engin; ulusalcılık yakın tehlike

    Eski Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Aydın Engin, 'sözüne itibar edilmesi gereken' şahit sıfatıyla ulusalcılığa karşı dikkatli olmaya çağırıyor. Engin'e göre bu kaos ülkeyi 1930'ların Almanya'sına çevirebilir...
    Şubat 11, 2015
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Eski Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Aydın Engin, ‘sözüne itibar edilmesi gereken’ şahit sıfatıyla ulusalcılığa karşı dikkatli olmaya çağırıyor. Engin’e göre bu kaos ülkeyi 1930’ların Almanya’sına çevirebilir…1993’ten 2002’ye kadar Cumhuriyet gazetesinde ‘Tırmık’ isimli bir köşesi vardı Aydın Engin’in. Sonra İlhan Selçuk’la anlaşmazlığa düştükleri yansıdı basına ve yollarını ayırdılar. Bir süre Birgün gazetesini çıkaran Engin, şu sıralar Agos’ta yazıyor. Bu geçişler o gün normal olsa da şimdi Agos’la Cumhuriyet’in ismini yan yana getirmek ancak olumlu başlayıp olumsuz biten bir cümlede mümkün olabilir. Zira Türkiye’nin savrulduğu ortamda hangi taraftan bakıyorsanız ötekinin Türkiye’yi kıyamete sürüklediğini düşünüyorsunuz. Aydın Engin’i de istisna etmiyoruz elbette. O kıyamet demiyor tabii, ‘böyle giderse ülke 1930’ların Almanya’sına dönecek!’ diyor ki bu da kıyametin öteki adı olmalı. Nisan ayında bir sempozyumun dinleyici sandalyesinden, “Kendini ulusalcı diye tanımlayıp milliyetçilikten ayıran bir olgu ile karşı karşıyayız. MGK terminolojisi ile söylersek ulusalcılık yakın tehlikedir. Çünkü düşündüklerini, söylediklerini hayata geçirecek aygıtları var. Cumhuriyet’te deneyimler yaşamış biri olarak ben sözüne itibar edilmesi gereken iyi bir tanığım’ diye seslenmişti Engin. Son aylarda yaşananları anlamak için milliyetçilikten hareket etmek yanlış yola sapmaktı. Biz de Aydın Engin’le ulusalcılık üzerine konuştuk.

    -Hangi dönemde hangi arayışın ürünü olarak ortaya çıktı ulusalcılık?

    Türkiye’de Kemalist hareket uzun zaman kendini solcu olarak tanımladı. Marksist sol da buna temelden itiraz etmedi. Burada her iki düşünce sisteminin mülkiyete bakışındaki yakınlık etkili oldu büyük olasılıkla. Marksizm özel mülkiyetin karşısına devlet mülkiyetçiliğini çıkarıyordu. Kemalizm’in devletçiliği de böyle okunabilirdi. Kemalistler kendilerini sol olarak tanımlarken samimiydiler. Çağdaşlık ve modernleşme solculuğun ara basamağı olarak kabul ediliyordu. Nitekim yıllarca Türkiye’nin Pravda’sı kabul edilen Cumhuriyet gazetesinde çalışanlar da kendilerini solcu kabul ederlerdi. Ki gazetenin bu yakıştırmayı ne övgü ne de yergi mahiyetinde hak ettiğini düşünüyorum. Ulusalcılık, Refah Partisi’nin Meclis’te güçlü bir grup kurması ile hareketlenmeye başladı. Ardından Erbakan koalisyon hükümetinin başbakanı oldu. Ankara ve İstanbul belediye başkanlıklarını onun partisine mensup insanlar kazandı… Kemalist hareketteki ilk rahatsızlık, sağcılığı kapitalizmle değil siyasal İslam’la tanımlamayı tercih ettikleri ve böyle kavramaya yatkın oldukları için o tarihlerde ortaya çıktı. Ve giderek tırmandı. Cumhuriyet gazetesi ekseninde konuşmuyoruz elbette, açılım yapmak için söylüyorum bunları. Ulusalcılık CHP’nin 6 okunda da, Kemalist ilkelerde de var. Önceleri milliyetçilik deniyordu, sonra adı değişti. Ulusalcılık kavramı ise 2000 yılından itibaren kullanılmaya başlandı. 2002’de AKP’nin tek başına iktidar olmasından sonra da çok yaygınlaştı.

    -Nasıl ortaya atıldı bu kavram?

    İçerik Tablosu

    • 1 -Nasıl ortaya atıldı bu kavram?
    • 2 -Madem büyük çoğunluğu yüksek değerleri temsil ettiğine inanıyor ve bunda samimi, bu demokrasilerde itiraz edilemeyecek bir şey. Siz neden ulusalcılığı yakın tehlike kabul ediyorsunuz?
    • 3 -Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?
    • 4 -Demokrasiye direnç gösterilmesinin sebebi ne?
    • 5 Demokrasinin gelişmesi, halkın istediğinin olması vesayet demokrasisinde ipleri elinde tutan güçleri rahatsız etti. Alışılageldikleri iktidar ellerinden gidiyor. İktidara sahipken bundan maddi çıkar elde ediyorlardı demiyorum. İktidar başlı başına insanî bir hırstır. Ordu söz konusu olduğunda kurumsal bir hırstır. Bunu elden kaçırmaya başladılar.
    • 6 -Siz hırs diyorsunuz ama onlar korkudan söz ediyor…
    • 7 -Rahip Santoro, Hrant Dink ve Malatya cinayetlerinin, psikolojik savaşın etkin tarafı olan ulusalcılar tarafından Türkiye’yi uluslararası arenada yalnız bırakmak maksadıyla işlendiğini söyleyenler var…
    • 8 -Kendilerine layık gördükleri sıfatlar ve kullandıkları sloganik ifadelerden yola çıkarsak ulusalcıları Batılı görünümlü batı karşıtları olarak isimlendirebilir miyiz?
    • 9 -Ulusalcılık bir düşünce hareketi mi, yoksa sadece reaksiyoner bir oluşum mu sizce?
    • 10 -Bu ideolojinin sizi korkuttuğunu söylüyorsunuz. Somut bir sebebi var mı bunun?
    • 11 -Neden?
    • 12 -Genelkurmay’ın gece yarısı bildirisi üzerinde ulusalcı cephenin etkisi olmuş mudur?
    • 13 -Peki, Anayasa Mahkemesi’nin kararı?
    • 14 -Genelkurmay’ın açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?
    • 15 -Cumhuriyet gazetesinin ‘Tehlikenin Farkında mısınız?’ kampanyasında takvimlerin 100 yıl geri alınacağından söz ediliyordu. Kehanet kısmen gerçekleşti sanki. Ülke ne kadar geriye gitti sizce?
    • 16 -Siz uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde çalıştınız. Orada bu tehlikeli gidişi ne zaman fark ettiniz?
    • 17 -Cumhuriyet ulusalcı hareketin ekseni değildir dediniz ama duyarlı okurları olan bir gazetenin ulusalcılığın yükselişinde hiç mi payı yok?
    • 18 -Ya son aylarda yürütülen kampanya?
    • 19 -Kampanya hakkında ne düşündüğünüzü hakikaten merak ediyorum. Bir tehlikeden söz ediliyordu ve nitekim ismi açıklanan aday ‘istenen nitelikleri haiz değil.’
    • 20 -Peki şimdi ne olacak?
    • 21 -Hükümetin bu konjonktürde bahsettiğiniz değişiklikleri yapma gücü ve imkânı var mı sizce?
    • 22 -Korkularınız gerçekleşiyor mu, ne dersiniz?
    • 23 -Ecel ne olabilir? Kendileri gibi düşünmeyen insanların tamamen ortadan kalkmasını mı istiyorlar?
    • 24 -Ulusalcı hareket homojen bir kitleden oluşmuyor. Geçmişlerine baktığımızda aslında bu insanların aynı platformda bir araya gelmesi şaşkınlık verici. Bunu nasıl anlamak ve değerlendirmek gerekiyor?
    • 25 -Yani?

    Ulusalcılık ilk bakışta basit bir kelime oyunuydu. ‘Gericiler, tutucular Osmanlıca terimleri tercih edip milliyetçiyiz derler, bizse arı dil Türkçeden yanayız, daha modern ve çağdaşız; farkımızı belli etmek için ulusalcıyız diyoruz.’ diyorlardı. Ama durum bu kadar basit değil. İçtenlikle tanıklık ederim ki onlar aralarına ayrım koyuyorlardı. Milliyetçiliği MHP, BBP ve kısmen Demirel çizgisi ile bağlantılı ve kötü bir şey olarak tanımlarlarken ulusalcılığı çok daha farklı, modern bir tavır ve yurtseverlik olarak tanımlıyorlardı. Ben bundan rahatsızdım. Çünkü herhangi bir Türkçe sözlüğü açtığınızda milletin ulus, millînin ulusal demek olduğunu görürsünüz. Milliyetçi’nin karşılığı da ulusalcıdır. Kelimelerle oynayarak kendinizi farklılaştıramazsınız, milliyetçilikle ulusalcılık bir ve aynı şeydir manasına gelen bir yazı yazdım. Vurgulamaya çalıştığım şey, ‘kendinize ister milliyetçi ister ulusalcı deyin, ulusal çıkarlar dediğiniz anda komşunun çıkarlarının karşısında bir pozisyon alırsınız.’ fikriydi.

    -Tepki aldınız mı bu yazınıza?

    İlginç tepkiler aldım. Ankaralı bir emekli öğretmen, “Söylediklerinize katılmıyorum. Kesinlikle yanılıyorsunuz; milliyetçilik karanlıktır, ulusalcılık aydınlık, milliyetçi insana düşmandır, ulusalcı insana dost’ diye akla gelecek her türlü kötü özelliği milliyetçiliğe mal eden ve tüm iyi hasletleri ulusalcılıkla eş değer gören uzun bir faks göndermişti. Saygısız bir tavırla ‘adam bunamış’ demek kolaya kaçmak olur. O adam buna inanıyordu. Bugün kendini ulusalcı diye tanımlayan ve Tandoğan’a, Çağlayan’a giden insanların büyük çoğunluğunun, hepsinin asla değil, böyle düşündüğünü sanıyorum. Ulusalcılığı hoş bir şey olarak kabul ediyor, ‘milliyetçi misin?’ diye sorduğunuzda ‘ne münasebet, böyle bir soruyu nasıl sorarsınız!’ diyorlar. Bunu test etme imkânı buldum.

    -Madem büyük çoğunluğu yüksek değerleri temsil ettiğine inanıyor ve bunda samimi, bu demokrasilerde itiraz edilemeyecek bir şey. Siz neden ulusalcılığı yakın tehlike kabul ediyorsunuz?

    Ben tehdidi Tandoğan Meydanı’na gidenlerde görmüyorum. Onlar ancak destek olabilirler. Fakat Türkiye’de AB yolunda adımlar atılırken iktidarın geleneksel, seçilmemiş sahipleri, baştan beri kuruculuk hakkıyla iktidar üzerinde vesayet kurma hakkını kendinde görenler, demokrasiyi vesayet rejimine döndürenler, cumhuriyetçiliğin bileşenlerinden biri laiklikse öbürünün demokrasi olduğunu kavrayamayanlar önümüze sahte ikilemlerle çıkıyorlar. Diyorlar ki cumhuriyetçi mi, demokrat mısın?

    -Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?

    Ben demokrasi ve laisizmin cumhuriyetçiliğin mütemmim cüzü, olmazsa olmazı olduğunu düşünüyorum. Ama Türkiye’de ‘devletin aslî sahibi biziz!’ diyen güçler var. Eşyayı adıyla çağıralım; bunlar ağırlık olarak askerî kanattır. Doğrudur, askerler yıkılmış bir imparatorluğun enkazından son ulus devleti çıkarmıştır. Ama bu 80’inci yılını geride bırakmış bir ülkeyi vesayet altına almak için bahane olamaz. Aksi takdirde demokrasiden söz edemez hale geliriz. Devlet erkini seçilmiş hükümetlerin eline teslim etmeyen bir tutum ve tavır demokrasiyi zedeler. Meclis duvarında yazılı olan ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’ lafını duvara yazılmış bir laf olarak bırakır. 80 yaş bir ülke için az değil. Türkiye’nin çocukluğu geride bırakıp delikanlılığa geldiğini kabul etmek zorundayız. Şu anda çektiğimiz sıkıntılar bu uyumun sıkıntıları. Bir tür ergenlik sivilcesi gibi. Ankara gazetecileri arasında yaygın bir laf vardır; hükümet olabilirsiniz ama iktidar olamazsınız derler. Bu bir Ankara esprisi değil. Vahim bir durum. Eğer cumhuriyetten ve kuvvetler ayrılığından söz ediyorsak hükümetin gerçek manada iktidar olamaması sakat bir demokrasi, yanlış yorumlanmış bir cumhuriyet anlayışını ortaya koyar.

    -Demokrasiye direnç gösterilmesinin sebebi ne?
    Demokrasinin gelişmesi, halkın istediğinin olması vesayet demokrasisinde ipleri elinde tutan güçleri rahatsız etti. Alışılageldikleri iktidar ellerinden gidiyor. İktidara sahipken bundan maddi çıkar elde ediyorlardı demiyorum. İktidar başlı başına insanî bir hırstır. Ordu söz konusu olduğunda kurumsal bir hırstır. Bunu elden kaçırmaya başladılar.
    -Siz hırs diyorsunuz ama onlar korkudan söz ediyor…

    Ulus devletlerin mantığında bir dâhili ve harici düşman korkusu daima vardır ve bu, ulusun birliğini sağlamak için diri tutulmalıdır. Bu bazen Almanya’da Hitler’in yaptığı gibi çok uç noktalara çekilir. Türkiye’de de bu korku yer yer can sıkıcı boyutlara ulaştı. Ulusalcılar ciddi olarak Türkiye’nin bölünme tehdidi altında olduğunu düşünüyor. Avrupa Birliği’nin yapılmasını istediği reformlar Türkiye’yi parçalayacak yani vesayet demokrasisine son verecek diye korkuyorlar. Türkiye’de kendileri ulusalcı olan ve toplumda bu yönde bir ruh hali yaratarak iktidarı elde tutmaya çalışan bir güç var. Bunu emekli generaller açıkça gösteriyor. Ve ben bundan dolayı ulusalcılığın yakın tehlike olduğunu düşünüyorum.

    -Rahip Santoro, Hrant Dink ve Malatya cinayetlerinin, psikolojik savaşın etkin tarafı olan ulusalcılar tarafından Türkiye’yi uluslararası arenada yalnız bırakmak maksadıyla işlendiğini söyleyenler var…

    Bu senaryoya çok itiraz etmem. Avrupa’daki yansımalarına baktığımızda evet kesinlikle Türkiye’nin önünde aşılması zor engeller ortaya çıktı bu cinayetler sebebiyle. Ve Türkiye’nin AB’ye girmesine kim itiraz ediyorsa onların da ellerini ovuşturmasına sebep oldu. Ayrıca şu da bir gerçek ki milliyetçi düşünce devlet tarafından desteklenmediği sürece ciddiye alınır bir tehlike oluşturamaz bana kalırsa. Buna karşılık ülkeyi laiklik mi demokrasi mi ikilemine sürükleyen, cumhuriyeti korumak için demokrasiden vazgeçmeyi göze alan ve emekli subaylar tarafından temsil edilen kurumlarda yaptırım gücü var. Zor kullanma yeteneği olan güce yakın duruyorlar. Bu sebeple ulusalcılığın yakın tehlike olduğunu düşünüyorum. En son yayımlanan darbe günlükleri bu korkunun paranoid bir durum olmadığını ortaya koydu.

    -Kendilerine layık gördükleri sıfatlar ve kullandıkları sloganik ifadelerden yola çıkarsak ulusalcıları Batılı görünümlü batı karşıtları olarak isimlendirebilir miyiz?

    Kendim bulup söyleyemezdim bu terimi ama evet öyleler.

    -Ulusalcılık bir düşünce hareketi mi, yoksa sadece reaksiyoner bir oluşum mu sizce?

    Kemalizmin kuruluş yıllarından 1940’lara kadar temel argüman Osmanlı’nın ve onun temsil ettiği değerlerin reddine dayanıyordu. Bize kötü, ayyaş, homoseksüel padişahlar anlatıldı. Türkiye’yi felakete sürükleyen bir İttihad ve Terakki’den bahsedildi. Ki bugün hâlâ İttihad ve Terakki için söylenenlerin doğru olduğunu düşünüyorum. İttihadçı düşünce Osmanlıyı reddederken onu kuranlar arasından Türkleri millet-i hâkime haline getirmek istiyordu. İttihad ve Terakki’nin bu politikası Mustafa Kemal döneminde baskın olmadı. Ben 2000’li yılların ulusalcılarında ittihatçıların Türkleştirme politikasına geri dönüş görüyorum. Adını bilinçli olarak böyle koymuyorlar. Hiç kimse ‘Kemalizm Türkleştirme politikalarına sahip çıkmadı, biz ittihatçı çizgiye dönmeliyiz’ demiyor. Ama sorunlara yaklaşımlarında Türklüğü öne çıkardıklarını görüyoruz. Türkiye’de ırkçı-Türkçü çizginin bence en iyi örneklerinden biri Türk Solu Dergisi.

    -Bu ideolojinin sizi korkuttuğunu söylüyorsunuz. Somut bir sebebi var mı bunun?

    Düşüncelerini savunmaları korkutmuyor beni. Ama Türkiye’de ulusalcı hareketin demokrasiyi faullü oynadığını görüyoruz. Demokrasilerde fikirleri kabul ettirmek için zora başvurmak yoktur. Oysa Mersin’de açıkça cinayeti teşvik eden bir zihniyetle karşılaştık. Ve bu zihniyet ulusalcı kesimler tarafından lanetlenmedi. En azından suskunlukla geçiştirdiler. Ve gerek meslekî deneyimimle ve gerek yaşımla şunu biliyorum ki Mersin özel bir olay, bir sapma, bir anomali değildir. Türkiye’nin her yerinde o örgütlenmelerin benzeri var. Tıpkı Trabzon ve Malatya’nın özel kentler olmadığı gibi. Bu noktadan itibaren ulusalcılığı radikal olarak savunan kesimlerin zor kullanma olanakları olduğunu görüyorum. Bunu tercih ediyorlar. Laiklik tehlikeye girdiğinde gerekirse darbe de yapılabilir dendiği anda kullandıkları şeye demokratik hak diyemezsiniz. Demokrasilerde demokrasiyi yok etme hakkı bir özgürlük olarak tanımlanamaz.

    -Neden?

    Bu intihardır çünkü. Oysa ben kendini ulusalcı olarak tanımlayan kesimlerin özellikle sözcü olarak ortaya çıkanlarında demokrasinin vazgeçilebilir bir sistem olduğu ve bundan gerekirse zor yoluyla vazgeçilebileceğinin açık çağrılarını görüyorum. Bu konuda kimse benden kanıt istemesin, günlük gazeteleri takip etmek yeterli. Unutmayalım ki bugün ulusalcı görüşleri savunanlardan biri geçmişte jandarma örgütünün başındaydı. Bir başkası kara kuvvetlerinin başındaydı. Öteki Milli Güvenlik Kurulu genel sekreteri idi. Şimdi söylediklerini dinledikçe bu kafa bir zamanlar ordunun en güçlü kesiminin başındaydı diye düşünerek haklı olarak korkuyorum. Bu yüzden uykularım kaçıyor ve bunları söyleme hakkını kendimde görüyorum. Bu ülkede demokrasiyi de savunmazsak neyi savunacağız ki.

    -Genelkurmay’ın gece yarısı bildirisi üzerinde ulusalcı cephenin etkisi olmuş mudur?

    Etkisi olmuş mudur bence doğru soru değil. Zira ikisi aynı bütünün parçası. Ulusal cephenin son dönemde yaptığı etkinlikler muhtıra ile aynı bütünlüktedir. Aynı operasyonun halkalarından biridir.

    -Peki, Anayasa Mahkemesi’nin kararı?

    Mahkemenin kararı hukukî midir yoksa siyasal ya da ideolojik midir bu konuda bir şey söyleme hakkım yok. Ama gerek muhtıranın zamanlaması, gerek ulusalcı cephenin siyasal temsilcisi rolüne soyunan CHP’nin Genel Başkanı Deniz Baykal’ın ‘tersi bir karar çıkarsa ülkede çatışma çıkacaktır’ yollu açıklamaları Anayasa Mahkemesi’nin niyeti ve tutumu ne olursa olsun o karara gölge düşürmüştür.

    -Genelkurmay’ın açıklamasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

    Demokrasiye yönelmiş açık bir tehdittir ve yasalarımıza göre suçtur. Ama Türkiye’nin anayasasında yazılı olan hukuk devleti henüz bu suçu cezalandıracak güce ulaşmamıştır.

    -Cumhuriyet gazetesinin ‘Tehlikenin Farkında mısınız?’ kampanyasında takvimlerin 100 yıl geri alınacağından söz ediliyordu. Kehanet kısmen gerçekleşti sanki. Ülke ne kadar geriye gitti sizce?

    Söylediğimin ironik bir yaklaşım olduğunu biliyorum ama yine de böyle söylemek istiyorum. Türkiye’de onar yıllık periyotlarla darbe yapma geleneği 28 Şubat ‘buçuk’ darbesi ile akamete uğramış gibi görünüyordu. Şimdi o buçuk da tamamlandı. Kaç yıl geriye gittiğimiz konusunda parmak hesabı yapmak istemiyorum ama 12 Eylül’ün yaralarını sarmaya çalışan bu ülkede onca demokratik ve sivil çabayı başladığı noktaya döndürecek kadar ağır bir hasar yarattı. E-darbe, elektronik darbe, online darbe… bu ironik nitelemeler durumun vahametini örtmeye yetmez. Bu ülkenin demokratik bir yurttaşı olarak kendimi Sisipos Efsanesi’ndeki Sisipos gibi hissediyorum. Kayayı yukarı kadar taşıyoruz ve o aşağı iniyor. Sonra biz tekrar bıkmadan, usanmadan kayayı yukarı tırmandırıyoruz. Ama galiba bu ülkede Sisipos olmak bir yurttaşlık görevi. Cumhuriyet gazetesinin takvimler yüz yıl geri alınacak iddiasını, tezini ciddiye almamıştım. Ama Genelkurmay’ın Türkiye’yi on yıllarca geriye götürdüğü tezimin ciddiye alınmayacak hiçbir yanı yok. Çünkü durum bir tezden daha öte, vahim…

    -Siz uzun yıllar Cumhuriyet gazetesinde çalıştınız. Orada bu tehlikeli gidişi ne zaman fark ettiniz?

    Ben Cumhuriyet’ten 2002’de ayrıldım. O zaman gazetenin çizgisi bugünkü çizgi değildi. Dürüst olmak gerekirse küçük ipuçları vardı. Ben Cumhuriyet’in genel çizgisi ile çok uyumlu olmayan bir yazardım. Buna rağmen Cumhuriyet okurları beni severdi. Aldığım tepkilerin yüzde 80’i olumluydu. 2002’de bu oran tersine dönmüştü. Okurların yüzde 80’i artık ‘bu gazeteye yakışmıyorsun. Burayı kirletiyorsun’ diyordu. Gazetenin bugünkü çizgisi 2002 seçimlerinden sonra tırmanışa geçti.

    -Cumhuriyet ulusalcı hareketin ekseni değildir dediniz ama duyarlı okurları olan bir gazetenin ulusalcılığın yükselişinde hiç mi payı yok?

    Okuru harekete geçirmek zor değil doğru ama Müslüman mahallesinde de salyangoz satamazsınız. Bu görüşleri benimsemeye hazır bir okur kitlesi yoksa ne yaparsanız yapın başarılı olamazsınız. Türkiye’de şartlar elveriyordu ve Cumhuriyet gazetesi bu şartlara ayak uydurdu. Tabii ki etkisi olmuştur ancak AB’ye karşı alınan tutumda ve gerekirse demokrasiden vazgeçilebileceği düşüncesi karşısında Cumhuriyet gazetesi bugün de o azgın ulusalcı çizgiden daha farklı bir yerde durmaya gayret gösteriyor.

    -Ya son aylarda yürütülen kampanya?

    Ben bir nüanstan söz ettim, küçük bir farktan. 10 yıl çalıştığım gazeteyi kollamak için söylemiyorum. Cumhuriyet’te hâlâ farklı düşüncede birkaç arkadaşım yazma imkânı buluyor. Keza gazetede azgın bir ulusalcı çizgiyi benimseyen bir yayın organında asla yer almayacak haberler yayımlanıyor. Nokta kapatılınca gazete bunu ‘Nokta ile Dayanışma Eylemi’ diye nötr bir başlıkla verdi. Hâlbuki azgın bir kafa ordumuzu küçük düşürmek isteyen gafillerin destekçileri falan derdi. Nitekim internet medyasında Cumhuriyet’e bu yönde çok ağır eleştiriler yöneltildi.

    -Kampanya hakkında ne düşündüğünüzü hakikaten merak ediyorum. Bir tehlikeden söz ediliyordu ve nitekim ismi açıklanan aday ‘istenen nitelikleri haiz değil.’

    Milli Görüş hareketinden gelen, karısının başı bağlı olan biri laikçileri ürkütüyor. Ancak Abdullah Gül çok yakından tanıdığım bir politikacı değil ama genel izlenim olarak uygar bir profil verdiğini düşünüyorum. Ayrıca insanlar değişebilir. Bir özeleştiri yapayım. 60’lı ve 70’li yıllarda ben de şiddetin her türüne karşı çıkmıyor, devrimci şiddeti aklıyordum. Bu bir kusurdu, çocukluk hastalığıydı. Bugün şiddetin her türünü reddeden bir yerdeyim. Ben de değiştim. Ki çevremde böyle çok arkadaşım var. Gül’ün de yüklendiği sorumluluklarla, Türkiye’nin değişen fotoğrafını daha iyi görmekle farklı bir cumhurbaşkanı olabileceğini düşünüyorum. Dolayısıyla benim kanaatime göre tehlike değil. Onların tehlike olarak nitelemelerini gerektirecek derin tahliller yerine yüzeysel tahlilleri öne çıkardıklarını, mesela başörtüsünü öne çıkardıklarını düşünüyorum. First Laydy’nin başörtülü olması bu korku senaryosu için kâfi gibi. Zevksiz giyinmiyorsa ki gayet yakıştırıyor bana kalırsa, hiçbir mahzuru yok. Sorun orada değil zaten. Demokratikleşme meselesinde. Şu anda bir tehlikeden söz etmek falcılık mıdır, öngörü müdür yoksa paranoya mıdır emin değilim. Türkiye’de farklı hayat tarzlarına verilen direncin kökleri 80 yıldır hatta Tanzimat’tan beri 200 yıldır hayli derinde. Kendi yaşam tarzını özgürce seçmenin yani birey olmanın zorluğunun ipuçları o zamandan beri vardı. 150 yıllık bir hikâyeden söz ediyoruz.

    -Peki şimdi ne olacak?

    Bu konuda bir şey söylemek falcılık olur. Bu kadar kaypak bir düzlemde geleceğe yönelik fikir yürütmek hiç kolay değil. Ama eğer AK Parti Hükümeti cumhurbaşkanını halkın seçmesiyle, mevcut seçim sistemiyle parlamentoyu yenileyerek yolumuza devam edebileceğimizi düşünüyorsa yaptığı sadece krizi, bunalımı ertelemek olacaktır. Bana kalırsa barajın ortadan kalktığı, ülkedeki bütün siyasi görüşlerin parlamentoya taşındığı ve 12 Eylül Anayasası’yla sırtımıza giydirilen deli gömleğinin parçalandığı, çöpe atıldığı yepyeni bir demokratik anayasa dışında bir çıkış yok.

    -Hükümetin bu konjonktürde bahsettiğiniz değişiklikleri yapma gücü ve imkânı var mı sizce?

    Çok zayıf. Muhtıraya karşı aldığı tavır bile bunu yapamayacağının bir ispatı.

    -Korkularınız gerçekleşiyor mu, ne dersiniz?

    Korkularımın hafiflemesi için değil, pekişip artması için bir sürü sebep var. Ama korkunun ecele faydası olmadığını biliyorum.

    -Ecel ne olabilir? Kendileri gibi düşünmeyen insanların tamamen ortadan kalkmasını mı istiyorlar?

    Bu mümkün değil. Bu seçenek Bertolt Brecht’in ünlü ironisi ‘Halk rejime yakışmıyor, feshedelim’in tekrarından başka bir şey olmaz. Korkarım zor günler bekliyor bizi. Uzlaşması zor, buna niyeti olmayan iki siyasal güç şu anda bir kamplaşmaya sebep oldu. Bizi veba ile kolera arasında bir seçime zorluyorlar. Bu seçime itiraz etmek zorundayız. İnsanların sağlıklı yaşayacağı üçüncü bir seçeneğe ihtiyacımız var. Sakın bana nasıl olacak diye sormayın, en azından içinde bulunduğumuz kaypak düzlemde bu sorunun cevabını bilmiyorum.

    -Ulusalcı hareket homojen bir kitleden oluşmuyor. Geçmişlerine baktığımızda aslında bu insanların aynı platformda bir araya gelmesi şaşkınlık verici. Bunu nasıl anlamak ve değerlendirmek gerekiyor?

    Çağlayan ve Tandoğan mitinglerine katılan yüz binlerce kişiye hakaret etmek, onları küçümsemek gibi bir niyetim asla yok. Bunu son derece içten söylüyorum. Ama böyle büyük kitle gösterilerine bu mitinglerin arkasındaki gücün siyasal perspektifi ile baktığımda doğrusu 1930’ların Almanya’sını çağrıştıran motifleri de göz ardı etmiyorum.

    -Yani?

    Siz anladınız nasılsa, erbabı da anlayacaktır…

    7 mayıs 2007

     

    Related Posts

    etyen mahcupyan; batı devletten, doğu örgütten özgürleşmeli!

    Şubat 13, 2015

    türkiye çözümü konuşuyor!

    Şubat 13, 2015

    kat karşılığı şehirler…

    Şubat 13, 2015
    Add A Comment
    Leave A Reply Cancel Reply

    Çok Okunanlar
    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum
    Nisan 21, 2025
    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!
    Nisan 21, 2025
    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!
    Nisan 21, 2025
    biz çalıkuşu nesliyiz!
    Nisan 21, 2025
    anadolu kitabı koruyamamıştır
    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram Pinterest
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    © 2025 Ayşe Adli

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.