Bol şiirli bir yazı bu. Zira bir şaire dair. Bizden başka şeylere inansa, başka davalara da adasa kendini, memleketini seven hem de zannımızca çok seven bir şaire. Nazım Hikmet’e…
1902’de Selanik’te doğup kimi gönüllü kimi zorunlu sürgünlerin ardından 63’te Moskova’da hayatını kaybetti Nazım. Yıllar yılı birilerinin kahramanı birilerinin düşmanı olarak sürdürdü varlığını. Biz, insan Nazım’ı yâd etmek niyetindeyiz, zira kim olursa olsun tüm sıfatlarının önündedir bizce insanlığı…
Nazım Hikmet’in 1961’de Paris’te kendi sesinden kayda alınan şiirleri geçen günlerde Yapı Kredi ve İş Bankası Kültür Yayınları’nın işbirliği ile bir kitap eşliğinde piyasaya çıktı. Uzun, hüzünlü ve heyecanlı bir hikâyesi var kaydın.
İki sanatçının samimiyetlerine dair ipuçları da içeren kayıt, Bedri Rahmi Eyüboğlu’nun bir ziyaretinde yapılıyor. “Başlayayım mı Üstad?” diye soruyor Nazım Hikmet. “Başla Reis!” diye cevap veriyor Bedri Rahmi. Ve uyarıyor: “Yalnız patırtı yapmayın şimdi…” 57 şiirini okuyor şair. Kâh durup soluklanıyor, kâh beğenmeyip baştan alıyor. Sonra arkadaşı Bedri Rahmi’ye verip Türkiye’ye gönderiyor.
“Sana tüm şiirlerimi banda kaydedeceğim. / Yaşamımım tüm sesleri seninle kalsın. / … / Sonra Türkiye’de ver bu sesi. / Bizim barışmamız ölümümden sonra olacak. / Ülkeme dönmek için ölmek zorundayım.” Karısı Vera’ya yaptığı vasiyeti yakın dostu yerine getiriyor. Ancak o yıllarda yasaklı Nazım. Emanetin saklanması lüzum ediyor. Bedri Rahmi sık sık evini arayan polisler için bir tedbir almayı da ihmal etmiyor. Kasetin başına kendi okuyor ilk şiiri. Soran olursa bana ait diyecekti besbelli. Sonra Nazım geçiyor teybin başına. 57 şiir okuyor. Bunlardan ikisini diğerlerinden ayırmak gerek. Biri daha önce hiç yayımlanmamış. Diğerininse Rusçası biliniyor ancak Türkçesi ilk kez ortaya çıkıyor. Bedri Rahmi Eyüboğlu oğlu ve gelinine ‘Bu kaydı çok iyi saklayın aman ha!’ uyarısıyla teslim ediyor kaseti. Yıllarca evin muhtelif bölümlerinde; yüklükte, merdiven altında saklanan kasetin nerede olduğu ‘yayın vakti geldi’ denildiğinde ancak bir haftada bulunuyor.
Şairin ömrünün son yıllarında yaşadığı vatan özlemi ilk kez yayımlanan şiirinde bütün derinliği ile hissettiriyor kendini.
“Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden / gölgem gibi demiyorum / çünkü hasret yanımdaydı zifiri karanlıkta da / Ellerim ayaklarım gibi de değil / uykudayken yitirirsin elini ayağını / ben hasreti uykuda da yitirmiyordum / Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden / açlıktı, susuzluktu demiyorum / sıcakta soğuğu, soğukta sıcağı aramak gibi de değil / giderilmesi imkânsız bir şey / ne sevinç ne keder / şehirlerle bulutlarla türkülerle de ilgisiz / içimdeydi dışımdaydı / Bütün yolculuk boyunca hasret ayrılmadı benden / zaten elimde ne kaldı bu yolculuktan / hasretten gayrı…”
‘Ülkeme dönmek için ölmek zorundayım’ çaresizliğinin üstüne bu şiirini okuyunca ideolojilerin, siyasetlerin insanın önüne ördüğü anlamsız, zalim duvarlara bir kez daha öfke duymamak imkânsız herhâlde…
31 ocak 2011








