Close Menu
Ayşe AdlıAyşe Adlı

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum

    Nisan 21, 2025

    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!

    Nisan 21, 2025

    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!

    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    • Yeşilçam’dan Portreler
    • Geçmiş Zaman Olur Ki…
    • Türkiye Kurulurken…
    • Hoş Sada!
    • Tüm Kategoriler
      • Şehir ve Mekan
      • Dünya’dan
      • GeziYorum
      • Kitabiyat
      • Nadir Söyleşiler
      • O Şehr-i İstanbul Ki…
      • Portreler
      • Sinema Yazıları
      • Sanat Penceresi
      • Tarih Yazıları
      • MetaFizik
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    Dünya'dan - bavullarda taşınan hayaller

    bavullarda taşınan hayaller

    Yardım kuruluşlarının raporlarına göre dünyada her 6 dakikada bir kişi evini terk ediyor. Bu rakamlar, insanlığın genel ahvalinden çok kuzey yarım kürede yaşanan dramı ortaya koyuyor. Adı salgın hastalıklar, açlık ve savaşlarla anılan ülkelerde yaşayanların tek umudu göçmek belki de. Hayallerini bavullara yükleyip yola koyulduklarında ise pek çoğu sefaleti ölüme tercih etmekten öteye geçemiyor.
    Şubat 10, 2015
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

     

    Okyanusta batan bir gemi ve denizin derinliklerine gömülen yüzlerce insan. Güverteye sıkışmış zayıf, hastalıklı, gözleri korkuyla büyümüş kadınlar, çocuklar… Bu kıyametten ‘kazara’ kurtulanların yıllarca kulaklarından silinmeyecek yardım çığlıkları, gişe rekorları kıran bir macera filmine ait değil maalesef. Olayın meydana geldiği tarih de geminin ve insanların ismi gibi mühim değil. Benzeri haberlere sıkça rastlanıyor zira.

    Onlar, dünyanın geri kalanı için kaçak göçmen, sığınmacı ya da mülteci olarak adlandırılan ve sadece rakamlarla ifade edilen bir kalabalıktan ibaret. Birleşmiş Milletler (BM) verilerine göre her yıl 1 milyon insan hayatta kalmak için, gelişmiş ülkelere göç ediyor. Dünya üzerinde 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre mülteci olarak tanımlanan yaklaşık 50 milyon insan var bugün. Yani birçok ülke nüfusundan daha kalabalıklar. Büyük oranda insan kaçakçılarının aracılık ettiği bu akını tehdit kabul eden medeni dünya da kendince tedbirler alıyor tabii. Geçtiğimiz haftalarda Avrupa Birliği’ne (AB) üye ülkelerin bakanları Viyana’da bir araya geldi. Toplantının sebebi birlik üyesi ülkelerin iltica konusunda uyumlu yasal düzenlemelere gitmesini sağlamaktı. Toplantıya, asırlardır göç yollarının kesişim noktasında bulunan Türkiye de katıldı.

    Uluslararası Göç Organizasyonu (IOM) Türkiye’den diğer ülkelere yılda 300 bin sığınmacı geçtiğini tahmin ediyor. Türk polisi ise bu sayıyı 90-100 bin arası olarak veriyor. Polisin verdiği rakam Türkiye’yi terk etmek üzereyken yakalanan kaçaklara ait. Ülkede kalanların sayısını tahmin etmekse hiç kolay değil. Emniyet yetkililerine göre, İstanbul’da 1 milyon civarında yasadışı göçmen yaşıyor. 2005’te ülke genelinde ikamet izni alan yabancı sayısı ise yalnız 168 bin. Türkiye’ye daha çok Somali, İran, Sudan, Kongo, Eritre, Irak, Nijerya, Sri Lanka gibi Müslüman nüfuslu Ortadoğu ve Afrika ülkelerinden geliyorlar. Bu insanlara Kırşehir’in ara sokaklarında da İstanbul’un orta yerinde de rastlamak mümkün. Hikâyeler ise hem farklı hem de birbirinin aynı aslında.

    46 yaşındaki Muhammed Harun Yakup, Sudanlı. Ülkesinde 22 yıldır süren iç savaş sırasında normalleşen çatışmanın ortasında yaşamış. Ta ki taraf tutması istenene kadar. Merkezî hükümet 2003’te tekniker olarak çalıştığı ilaç firmasından ayrılıp orduya ait fabrikaya geçmesini istemiş: “Taraflardan herhangi birini desteklemek istemiyordum. Savaşı onaylamıyorum. Çünkü düşman yok, bir ülke halkı kendini yok ediyor. Ama hayır demem söz konusu değildi.” Fazla zamanı olmadığından sahte kimlik ayarlar ve denizci bir arkadaşının yardımıyla İtalya’ya gitmek üzere Sudan’dan kaçar. Ancak bilmediği bir sebeple İstanbul’da gemiden indirirler. İngilizce ve Arapça bildiği için şehirdeki siyahî kalabalıkla kolayca kaynaşır: “Burada sizin durumunuzdaki insanlarla bağlantı kurmanız zor olmuyor. Çok fazla zenci var. Kumkapı’ya kadar gitmeniz yeterli.” Muhammed Harun pek çok mülteciye kıyasla oldukça şanslı. Çünkü BM Mülteciler Yüksek Komiserliği’nden (BMMYK) iki yıl içinde cevap almış. Şimdi Kanada’ya gitmeye hazırlanıyor.

    Sudanlı Yakup, aldığı olumlu cevap sebebiyle, yaşadığı sıkıntıları unutmuş görünse de mülteciler için hayat hiç kolay değil. En çok insanca ilgiye ve muameleye muhtaçlar. Sonra da hukukî güvenceye. Dosyalarının adil ve hızlı bir şekilde ele alınmasını, gecikmeden olumlu bir şekilde karara bağlanmasını yani kayıt dışı hayatlarının bir an önce sona ermesini istiyorlar. Dil bilmiyor, dertlerini anlatamıyorlar. Hemen hepsi açlık sınırında yaşıyor. BMMYK’nın başvurusunu kabul ettiği kişilere ödediği cüzi meblağ ve gönüllü kuruluşlarla hayırseverlerin yardımları dışında hiç gelirleri yok.

    Türkiye’nin mültecilere yönelik politikası “Mültecilerin Hukukî Statüsüne Dair 1951 Cenevre Sözleşmesi” ve 1994’te çıkarılan yönetmelikle belirleniyor. Bu yönetmeliğe göre Avrupalı mültecilerin muhatabı Türkiye Cumhuriyeti Devleti iken, Afrika ve Asyalılar BMMYK’ya başvuruyor. Yasal düzenleme böyle olsa da Türkiye bugüne kadar hiçbir Avrupalıya Cenevre Sözleşmesi uyarınca mülteci statüsü tanımış değil. Çeçenistan’da 1999’da ikinci kez başlayan savaş sebebiyle Türkiye’ye sığınan binlerce Çeçen’in mağduriyeti de bundan kaynaklanıyor.

    İstanbul’un orta yerinde yok sayılan Çeçenler

    Savaş sebebiyle ülkesini terk eden Çeçenlerin 500 bine yakın olduğu tahmin ediliyor. O tarihlerde bunlardan çok azı Türkiye’ye ulaşabildi. Zaten ilk grupların ardından Türkiye’ye girişleri zorlaştırıldığı için yeni mülteci akını da yaşanmadı. Yakınları tarafından misafir edilenler dışındakiler 5 yıldır İstanbul’da kendilerine tahsis edilen 3 kampta yaşıyor. Fenerbahçe, Ümraniye ve Beykoz’da büyük çoğunluğu kadın ve çocuklardan oluşan 500’e yakın Çeçen kalıyor. Türkiye’nin 1951 Sözleşmesi’ne imza koyuş şekline göre Avrupalı kabul edildikleri için BMMYK’ya başvuramıyorlar. Ama Türkiye tarafından da tanınmadıkları için hukukçulara göre mevcut durumda en dezavantajlı mülteci grubunu oluşturuyorlar.

    Meryem A. Fenerbahçe kampında eşi ve 3 çocuğu ile birlikte kalıyor. Savaş başladığında tıp fakültesinde 4’üncü sınıf öğrencisiymiş. Büyük oğlu Ahmet Çeçenistan’da, diğer ikisi Türkiye’de doğmuş. Burada resmî bir statüleri olmadığı için 5 yaşındaki Zeynep ve 3 yaşındaki Muhammed’in kimliği yok. Bir hafta önce iki çocuğu ile birlikte Çeçenistan’dan gelen kız kardeşi de artık onlarla kalacak. 8 kişi, yaklaşık 10 metrekarelik bir barakada yaşıyor. Devlet Demir Yolları’na ait yazlık 64 barakada bu aile ile birlikte 130’un üzerinde Çeçen var. 60’ı çocuk bir o kadarı da kadın. İlk 3 yıl, İstanbul’un en lüks semtlerinden birinde, elektriksiz yaşamışlar. Kışın çatılar akıyor, yerler beton. Çamur içinde kalmış bahçedeki evler, yazlık olarak düşünüldüğü için ısıtma sistemi yok. Kamp Başkanı Adem Madaşov söz arasında zengin bir muhitte kaldıkları için şükrediyor. Sebebi gelen yardımlar değil, çöpten kullanabilir durumda eşya çıkması; “Bu civarda yaşayanların varlığımızdan haberi yok. Dünyalarımız birbirinden çok farklı. Bize Çingene imişiz gibi bakıyorlar.” Maşadov’un bu sözleri kampın bulunduğu bahçeye girer girmez daha da anlam kazanıyor. Ultra lüks villaların, son model arabaların bulunduğu yoldan ayrıldığınızda refahı da dışarıda bırakıyorsunuz.

    Sovyet pasaportları 2003’te iptal edilmiş. Sadece bu tarihten sonra Rus pasaportu alanların oturma izni var. Türkiye’de mülteciler konusunda çalışan birkaç hukukçudan biri olan Avukat Hasan Kemal Elban, yasaların aslında sığınmacılara pek çok hak tanıdığını söylüyor. Ama yararlanmak için en az 6 aylık oturma izni gerekiyor ki Elban’a göre bunu almak çok zor. Çalışma izinleri de olmadığı için genellikle iyi eğitim almış Çeçen kadınların yapabildikleri tek iş temizliğe gitmek. Bunun dışında sokaktaki hayatla hiç bağlantıları yok. Meryem Hanım’a göre buna gerek de yok.

    Yasal statüye sahip olamayan sığınmacılar, çalışma izni alamadıkları gibi eğitim ve sağlık imkânlarından da yararlanamıyor. Hemen her sığınmacının psikolojik desteğe ihtiyacı var. Romatizmal hastalıklar çok yaygın. Ayrıca acilen tedavi edilmesi gereken kalp, tansiyon hastalıkları ve kanser vakalarına da sık rastlanıyor. Fenerbahçe Kampı Başkanı Maşadov, en başta sağlık sorunlarının giderilmesi gerektiğini söylüyor. Zira vatanlarını özlemek için bile sağlıklı olmaları gerekiyor.

    BMMYK’ya yapılan başvurularının değerlendirilmesi ortalama iki yıl sürüyor. Mülteci adaylarından bu süre içinde asayiş sorununun en düşük olduğu 23 Anadolu şehrinde kalmaları isteniyor. Ancak bu küçük şehirlerde hayatta kalma imkânları daha da zorlaştığı için tekrar İstanbul’a dönüyorlar. Elban, yasak olmasına rağmen polisin genelde çalışmalarına göz yumduğunu söylüyor. Aksi halde aç ve evsiz kaldıklarında suça karışmalarından endişe ediliyor. Sığınmacılar arasında en yaygın suç ise fuhuş. Ancak Elban’a göre suça karışanların oranı zannedildiği kadar yüksek değil: “Birikimleri en fazla birkaç ay yetiyor. Bekleme süresi uzayıp sıkıntıları arttıkça suça karışma ihtimalleri de yükseliyor. Hayatta kalmak zorundalar.” Mültecilere hukukî destek

    Türkiye’de hukuk fakültelerinde iltica hukuku okutulmuyor. Bu sebeple mültecilerle ilgili davalara bakan hukukçular için ekstra bir zorluk söz konusu. Bu alanda çalışan avukat sayısı da çok az. Kendi ailesi de Balkan göçmeni olan Hasan Kemal Elban’a göre mültecilerle çalışmak aşırı hassasiyet gerektiriyor: “Durum hakkında çok net bir fikre sahibim. Biliyorum ki buradaki insanların ihtiyaçları asla ertelenemez. Sorumluluk çok ağır.” Tüm sıkıntılara rağmen Türkiye’de mültecilere hukukî destek sağlayan birkaç sivil toplum kuruluşu (STK) var. En bilinenleri Uluslararası Af Örgütü, MAZLUMDER, Uluslararası Katolik Muhacerat Komisyonu (ICMC), Caritas ve bir yıl önce açılan Helsinki Yurttaşlar Derneği Mülteciler Destek Programı (IRLAP). IRLAP; Rachel Levitan ve Andrew Gardner’ın gönüllü birkaç arkadaşıyla birlikte kurdukları bir ofis. Sığınmacılara yasal danışmanlık sağlanan merkezde ayrıca gönüllülere hukukî yardım kursu veriliyor. Ofise bir yıl içinde başvuran sığınmacı sayısı 430. STK’lar, özellikle acil vakalara müdahale ediyor. Asıl çalışma alanları ise “non-refoulement” (geri gönderilmeme) ilkesinin uygulaması.

    Bu kurumlara her gün onlarca başvuru yapılıyor. Aralarında Türkiye’de uzmanlık alanları bilinmeyen bilim adamları da insan kaçakçılarına yem olmuş kimseler de var. 1995-2005 yılları arasında Türkiye’de 565 bin yasadışı göçmen yakalandı. Son 8 yılda ele geçirilen göçmen kaçakçısı sayısı ise 5961. İnsan kaçakçılığı, göçün trajedilere konu olan ancak çok az bilinen bir yönü. Geçen yıl İspanya’dan İstanbul Boğazı’na uzanan Akdeniz Havzası’nda 3 bin, sadece İpsala’da 13 kaçağın cesedi bulundu. Bunlar kayda geçenler. İnsanların milyonlarla, paranın milyar dolarlarla ifade edildiği bu pazarda yaşanan ancak tespit edilemeyen ya da saklı tutulan çok daha büyük trajediler olduğu tahmin ediliyor.

    Hayatları ile kumar oynamak pahasına bu yolculuğa çıkan herkesin ayrı bir hikâyesi var. Somali’den ayrıldığında 18 yaşında olan İsmail de onlardan biri. İki yıl önce 100 dolar karşılığında insan kaçakçıları ile yola çıkmasının sebebi 15 yıldır süren kabile çatışmaları. Sürekli şiddete maruz kalan bir azınlık kabilesine üye olan İsmail, önce babasını arkasından annesini kaybetmiş. Koruyacak kimsesi kalmayınca zulümden kurtulmak için çıkmış yola. Ancak yüzlerce insanı taşıyan gemi birkaç gün sonra batmış. Bir Türk şilebi tarafından kurtarılan İsmail, diğer yolcuların akıbetini bilmiyor. Bu korkunç tecrübenin de etkisiyle hâlâ korku içinde yaşıyor. Çevresindeki hiç kimseye güvenmemesinin bir diğer sebebi de İstanbul’da olmaması gerektiği halde arkadaşlarından ayrılamaması. İlk yıl 3 odalı bir evde 30 Somalili ile kalmış. Yeterli yer olmadığı için dönüşümlü uyumaları gerekmiş. Şimdi mülteci sıfatı kazanabilmek için başvurusunun değerlendirilmesini beklerken 2 odada 6 arkadaşıyla kalıyor. Henüz çok genç olmasına rağmen geleceğe dair hiç planı ve umudu yok. Görüşmeyi zorla kabul ettiği odadan çıkarken söylediği söz, yaşadıklarını açıklamak için yetiyor aslında: “Sağlık olsun!..”

    Avukat Elban, mültecilerin psikolojisini değerlendirirken, “Ben yaşadıkları problemi bavul sendromu diye adlandırıyorum.” diyor. “Geri döneceğiz hayaliyle bavullarını yıllarca boşaltamıyorlar. Anlatılamaz bir ruh hâli. Bavul onlar için çok önemli bir sembol. Eşyalar boşaltılırsa geri dönme ihtimalleri kalmayacak sanki. Hiç biri ülkesinin uzağında yaşamayı hayal etmiş değil. Ama hayatta kalmak için başka şansları yok…”

    AB’ye uyum sürecinde mülteciler konusundaki politikasını yeniden gözden geçirmesi gereken Türkiye’den 2012’ye kadar hazırlıkları tamamlayıp bu tarihten sonra iltica kabul etmesi isteniyor. 25 Mart 2005’te Başbakan’ın imzasıyla yürürlüğe giren “İltica ve Göç Ulusal Eylem Planı” da bu uyumu gerçekleştirmek için çıkarıldı. Ancak Türkiye, yükümlülük üstlenmeyi AB’nin ‘yük paylaşımı’nı kabul etmesi şartına bağlamış durumda. Uluslararası Af Örgütü’nün Mülteci Koordinatörü Avukat Taner Kılıç, üyelik müzakereleri ile ilişkilendirilen planın bir an önce yürürlüğe girmesi gerektiğini dile getiriyor. Çünkü hayatın kıyısında bulunan insanlara acilen yardım edilmesi gerekiyor. Sorunlara 1934 tarihli İskân Kanunu, 1950’de çıkarılan Pasaport ve Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkındaki kanunlar ile çözüm bulma imkânı yok. Mültecilerle ilgili davalara bakan hukukçuların ifade ettiği bir başka sorun da iltica sürecinin ciddi bir yargı denetimine sahip olmayışı. 1951 sözleşmesinin bugünün ihtiyaçlarına cevap vermemesi bir yana BMMYK’nın kararları yargı denetimine tâbi olmadığı için süreç ne kadar sağlıklı yürüyor, kabul ya da ret kararı hangi gerekçelerle veriliyor bilmek mümkün değil.

    Okul yüzü görmemiş binlerce çocuk var

    2 yıldır BMMYK’dan cevap bekleyen Tunuslu Ali C. de tıpkı hukukçular gibi bu belirsizlikten mustarip. “Bazı ülkelerin vatandaşları çok kısa sürede kabul edilirken bizim dilekçelerimiz yıllarca bekliyor.” diyen Ali C. Tunuslu bir terzi. Libya’lı Zeynep Hanım’la evli ve ikisi kız 3 çocukları var. Evliliklerinin ilk yıllarında Libya’da yaşadıktan sonra 1997’de Tunus’a dönmüşler. Ülkeye girişte, Libya’da Raşid Gannuşi’nin En-Nahda hareketi ile bağlantı kurduğu iddiasıyla gözaltına alınmışlar ve pasaportlarına el konulmuş. Bu olay, aile için yeni bir hayatın başlangıcı olmuş. 9 ay boyunca her hafta 6 saat uzaklıktaki başkente ifade vermeye çağırılan Ali Bey, akşamları imza vermek için gittiği karakolda sık sık gözaltına alınmış. Ayrıca hakkında başlatılan soruşturma nedeniyle iş de bulamamış. Küçük kızı Rebab’ın nüfus kaydında da sorun çıkmış ve kimlik alamamışlar. Kendisine isnat edilen suçlamalarla alakası olmadığını kabul ettiremeyen Ali Bey, eşinin sınır dışı edilmesi gündeme gelince ailesiyle birlikte Libya’a kaçmış. Ertesi yıl da gıyabında 15 yıl hapis cezasına çarptırılmış.

    Eşi ve çocukları Libya’da kaldıkları 6 yıl boyunca hiç evden çıkmamış. Ali C. de kaldıkları evin alt katında bir atölyede dikiş dikmiş. Ta ki Tunus’tan tanıdığı bir adam atölyeye gelene kadar. Bir hafta sonra da istihbarat görevlileri gelmiş. Libya’dan da ayrılmak zorunda kalan aile, denizci bir tanıdıkları vasıtasıyla İtalya’ya gitmek üzere yola çıkmış. Ancak İtalya için anlaştıkları yük gemisi, 10 Ekim 2003’te sabaha karşı aileyi İstanbul’a bırakmış.

    Göçmen konumundaki insanların yaşadığı bir başka problem de çocukların eğitimi. Sığınmacı çocukların Türkiye’de okula gidebilmek için en az 1 yıllık ikamet iznine sahip olmaları gerekiyor. BMMYK’nın başvuruları değerlendirdiği süre içinde İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü Yabancılar Hudut İltica Daire Başkanlığı’nın gösterdiği illerde kalanların ikamet izni alması mümkün. Ancak yasak olmasına rağmen maddi kaygılar sebebiyle İstanbul, Ankara gibi büyük şehirlerden ayrılmayanlar bu haktan feragat etmek durumunda. Bu sıkıntının çok sayıdaki mağdurlarından biri Tunuslu ailenin küçük kızı. Ablası ve ağabeyi hiç okula gidemeyen 10 yaşındaki Rebab, geçen yıl Türkiye’de 1’inci sınıfı birincilikle bitirmiş ancak kimliği ve ikamet izni olmadığı için bu yıl okula alınmamış. Uluslararası anlaşmaların iç hukukun üstünde olduğuna dikkat çeken BMMYK Türkiye Temsilcisi Metin Çorabatır, Uluslararası Çocuk Hakları Sözleşmesi’ne göre her çocuğun eğitim hakkına sahip olduğunu söylüyor. “Zorunlu eğitim çağındaki sığınmacı, mülteci ve diğer yabancı çocukların eğitimi şarttır.” denilen ve henüz yürürlüğe girmeyen Ulusal Eylem Planı da bu görüşü destekliyor ancak prensipte var olan bu hak, uygulamaya yansımıyor.

    Cevap almak için yıllarca bekleyen göçmenlerin en büyük korkusu reddedilmek. Ret cevabı aldıktan sonra itiraz ediyorlar, itirazın sonuçlanması yıllar sürebiliyor. İlticası kabul edilmeyenlerin bir kısmı ülkelerine gönderiliyor. Karadan Yunanistan ve Bulgaristan’a kaçanlar var. Gidemeyenler kalıyor ve polis onları görmezden geliyor. Her iki durumda da akıbetlerini bilmek çok zor.

    Mülteciler zaman zaman iki ülke arasında diplomatik soruna da sebep olabiliyor. 1999’da Özbekistan’da meydana gelen patlamalardan sorumlu tutulan ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) tedbir kararına rağmen geri gönderilen Rüstem Mamatkulov ve Askarov Abdurasulovic’in iadesinin arkasında böyle bir sebep yatıyor. MAZLUMDER avukatlarının yürüttüğü dava sonucu AİHM Türkiye’yi mahkûm etti. Ancak iade edilen iki sığınmacıdan bir daha sağlıklı haber alınamadı. Özbekistan ziyareti sırasında kendisine bu olay hatırlatılan Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, “Devletler arasında ekonomik ve siyasî ilişkiler var. Bu, bir iki kişi için riske atılamaz.” dese de MAZLUMDER İstanbul Şubesi Yönetim Kurulu Üyesi Avukat Halim Yılmaz, bu davadan alınan ders sayesinde 2004 yılında aynı suçtan yargılanan bir diğer Özbek sığınmacının iade edilmediğini ifade ediyor.

    Anlatılan her hikâye, kalkınmış ülkelerin yasal ve fiili duvarları yükselterek korunmaya çalıştığı bu insanların, hayatta kalmanın yolunu aradıklarını ortaya koyuyor. Evlerini terk etmek zorunda kalmaları yetmezmiş gibi sığındıkları ülkelerde duyarsızlık sebebiyle de ağır darbeler alıyorlar. Mültecilere destek sağlayan herkes bir dram yaşayan bu insanlar için acilen atılması gereken adımlar olduğuna dikkat çekiyor. Sıkıntıları hafifletmek için hukuki düzenlemelerin bir an önce yapılması, toplumun sığınmacılar konusunda bilinçlendirilmesi ve başta Kızılay olmak üzere gönüllü kuruluşların harekete geçmesi gerekiyor.

    Göç yolunun serencâmı

    Türkiye, mülteciler için tarihî bakımdan zengin tecrübe ve örneklerle dolu. 1492’de İspanya’dan kaçan 300 bin Yahudi, Avusturya – Macaristan İmparatorluğundan kaçan Macarlar, 1859-1922 tarihleri arasında Kafkasyalılar, Tatarlar ve Kırımlılardan oluşan 4 milyon mülteci, Bolşevik İhtilalinden kaçan Ruslar, 1922-1938 tarihleri arasında Yunanistan’dan gelen 384 bin kişi ve 1923-1945 arasında Balkan kökenli 800 bin göçmen bu topraklara sığındı. Daha yakın dönemlere geldiğimizde toplu göçleri; 1988’de Halepçe katliamından sonra Irak’tan 51 bin 542 Iraklı Kürt, 1989’da 369 bin Türk asıllı Bulgaristan vatandaşı, 1991’de Birinci Körfez Krizi’nden sonra 467 bin Iraklı, 1992’de 25 bin Bosnalı ve 1999 yılında 10 bin kadar Kosovalı şeklinde sıralamak mümkün. Tabii Körfez savaşı sonrasında kaçmak zorunda kalan ve büyük çoğunluğu sınıra yakın bölgelere kurulan kamplarda tutulan 460 bin Iraklı Kürdü de unutmamak gerek.

    Ancak yakın tarihte trajik birtakım hikâyelere şahit olunmuş. Biri, Nazizmin Avrupa’yı kasıp kavurduğu yıllarda gemi ile Türkiye’ye gelen Rus ve Polonya kökenli 769 Musevi’nin başına gelenler. Boğazlardan geçmesine izin verilmeyen Struma isimli gemi, Rus denizatlısına hedef olmuş ve taşıdığı göçmenler kurtarılamamıştı. Başka bir olay ise İkinci Dünya Savaşı sonrasında Türkiye’ye kaçan 150 kadar Türk asıllı sığınmacı ve 15 komünist gencin Ruslara teslim edilmesi. Sığınmacıların Rus askerleri tarafından kurşuna dizildiklerini, silah seslerini duyan Türk askerlerinin hatıralarından öğreniyoruz.

    2005’TE TÜRKİYE BMMYK’YA YAPILAN BAŞVURULAR

    İran 1717

    Irak 1047

    Somali 473

    Afganistan 364

    Sudan 76

    Etiyopya 32

    Özbekistan 24

    Filistin 18

    Çin 18

    Eritre 18

    Moritenya 14

    Kongo 11

    Suriye 10

    Diğer 67

    Toplam 3914

     

    13 şubat 2006

     
    Related Posts

    açe’de bir devrin sonu

    Şubat 5, 2021

    patani barışı özlüyor!

    Şubat 13, 2015

    yüzlerce kimlik tek potada!

    Şubat 13, 2015
    Add A Comment
    Leave A Reply Cancel Reply

    Çok Okunanlar
    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum
    Nisan 21, 2025
    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!
    Nisan 21, 2025
    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!
    Nisan 21, 2025
    biz çalıkuşu nesliyiz!
    Nisan 21, 2025
    anadolu kitabı koruyamamıştır
    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram Pinterest
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    © 2025 Ayşe Adli

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.