1945 yılında barışa katkı sağlamak amacıyla kurulan Birleşmiş Milletler’e rağmen, dünya barış ortamından uzaklaşıyor. 191 üyeli dev örgüt, son yıllarda sergilediği politikalar sebebiyle sert şekilde eleştiriliyor. BM politikalarını benimsemeyen çalışanların önünde ise istifa dışında bir seçenek görünmüyor. ‘Tüm bir ulusu yok etme sürecindeyiz. Durum bu kadar basit ve korkunç. Hukuk ve ahlak dışı…” Birleşmiş Milletler (BM) Genel Sekreter Yardımcısı ve Irak Gıda Karşılığı Petrol Programı direktörü Denis Halliday, 1998 yılında bu sözlerle BM’deki 34 yıllık kariyerine son verdi. Bu istifa, BM politikalarında önemli bir değişikliğe yol açmadı ve takip eden yıllarda aynı göreve getirilen iki isim daha Hans von Sponeck ve Jutta Purghardt da benzer gerekçelerle görevlerini bıraktı. Son olarak bir ucu Genel Sekreter Kofi Annan’a diğeri Saddam Hüseyin’e uzayan yolsuzluk iddialarına konu olan programa 2003’te son verildi. Elde edilen gelirin büyük ölçüde Saddam ailesine gittiği, ihalelere genel sekreterin oğlu Kojo Annan’ın çalıştığı firma lehine fesat karıştırıldığı iddiaları neticelenmedi. Ancak ortada bir hakikat var: Yaklaşık 15 yıldır uygulanan ambargo, yüz binlerce insanın hayatına ve BM’nin itibarına mal oldu.
BM, 1945’te kurulduğunda amaç Güvenlik Konseyi’nin kararları doğrultusunda, ‘barışa yönelik tehditlerle’ ilgilenmek olarak teorize edilmişti. Geçen zaman, dünya halklarını bu teorinin bir fanteziye döndüğüne şahit kıldı. Güvenlik Konseyi’nin daimi üyeleri, ABD, İngiltere, Rusya, Çin ve Fransa çok az konuda fikir birliğine vardı BM tarihi boyunca. Özellikle kendi ulusal çıkarlarına dokunuyor görünen herhangi bir önerge gündeme geldiğinde, veto haklarını kullanmaya hazır olduklarını gösterdiler. 60 yıl boyunca 5 daimi üye, ‘gerekli gördüğü durumlarda’ bu hakkı defalarca kullandı. Ancak dünya genelinde yüz milyonlarca insanın karşı çıkmasına rağmen BM, ABD’nin Irak müdahalesini önlemeye yönelik etkili bir tavır sergilemedi. Üstelik 12 yıl arayla yaşanan iki savaşın yüküne BM’nin Birinci Körfez Savaşı’ndan sonra başlattığı ambargo da eklendi. Son yıllarda bölgede görev yapan uluslararası yetkililerin sıkça dile getirdiğine göre, Irak’ta ambargo nedeniyle ölenlerin sayısı, savaşta hayatını kaybedenlerin birkaç katına ulaştı.
1991 yılında başlatılan ambargoyu kararlılıkla uygulayan BM, eleştirilerin dozunu hafifletmek için 1996’da ‘Gıda Karşılığı Petrol Programı’nı yürürlüğe koydu. Program çerçevesinde Irak, gıda ve ilaç satın almak ve altyapı yatırımı yapmak maksadıyla petrol satabiliyordu. Böylece ambargonun Irak halkı üzerindeki olumsuz etkilerinin azaltılması amaçlanıyordu. BM raporlarına göre 7 yıl süren uygulama boyunca geliri belli kalemlerde kullanılmak üzere 64 milyar dolarlık petrol satışı gerçekleştirildi. Program iki yıl önce sona erdi fakat söz konusu paranın kimler tarafından hangi amaçla kullanıldığı hâlâ tartışılıyor. Çünkü BM yetkilileri de dahil pek çok kimse Irak’ta insanî müdahaleler için kaynak bulamadıklarını ifade ediyor.
Dünya genelinde son yıllarda yaşanan kaos ortamı ve söz konusu uygulamalardan bahisle BM’nin kuruluş amacına muhalif hareket ettiği tartışmaları gittikçe daha yüksek bir tonda seslendiriliyor. Tartışmaya taraf olanlar bazen başkalarının konumlarını sarsarken bazen de kendileri koltuklarını bırakmak durumunda kalıyor. 34 yıllık kariyerini bırakma nedenini “Vicdanım, üstlerime itaatten daha önemli!” diye açıklayan ve geçtiğimiz günlerde Türkiye’yi ziyaret eden eski BM Genel Sekreter Yardımcısı Denis Halliday’le BM’nin iç işleyişini ve Irak’a yönelik politikalarını konuştuk.
-Irak’ta Gıda Karşılığı Petrol Programı’nın başına getirilene kadar BM’de 33 yıl çalıştınız. 1997’de kabul ettiğiniz bir görevi bir yıl sonra kurumunuza ağır eleştiriler getirerek bıraktınız. O bir yıl içinde ne değişti?
Irak’a yönelik ambargo 1991 yılında başladı. 1996’da ise ambargonun halk üzerindeki etkilerini azaltmak amacıyla Gıda Karşılığı Petrol Programı yürürlüğe girdi. Gıda ihtiyacının yüzde 70’ini ithal eden bir ülke için çok ağır bir uygulamaydı. Halk gıda yetersizliği dışında eğitim, seyahat ve sosyal hayatta da büyük mahrumiyet çekiyordu. 1991’den itibaren Irak halkı sistematik bir şekilde dünyadan koparıldı. Savaş sırasında elektrik üretim tesisleri, su ve kanalizasyon ağı yok edildiği için susuzluktan kaynaklanan hastalıklar hızla artıyordu. En büyük zararı her zaman olduğu gibi savunmasız durumda olan çocuklar gördü. Her ay binlerce çocuk ishal ve susuzluktan dolayı ölüyordu. Körfez Savaşı’ndan 3 gün sonra insanlar temiz içme suyu bulamadıkları için kanalizasyon atıklarının karıştığını bile bile Dicle ve Fırat’tan su içmeye başlamıştı. Ben böyle bir ortamda göreve geldim. Diğer uluslararası kuruluşların raporlarına ilaveten düzenli olarak bölgedeki gelişmeleri tüm yetkililere iletmeye başladık. Bölge halkı için acilen bir şeyler yapılması gerekiyordu. Genel Sekreterliğe, bize ayrılan bütçeyle su şebekesini yenilemek istediğimi bildirdim. Ancak talebim reddedildi. BM bile bile çocukların ölmesine göz yumuyordu. Neye mal olduğunu bilerek ambargoyu sürdürdüler. Ben bu nedenle Güvenlik Konseyi’nin soykırımına ortaklık ettiğini düşünüyorum. Çünkü soykırımı bir millet veya etnik grubu bilerek yok etmek demektir ki Irak’ta bu BM gözetiminde yapılmıştır.
-O dönemde yetkililere bu eleştirilerinizi iletebildiniz mi?
Genel Sekreter’den kalıcı çözüme yönelik girişimler konusunda olumsuz cevap alınca kuralları bozdum. Fransa, Çin ve Rusya elçiliklerine bizzat giderek hazırladığımız raporları ilettim. Sonra karar mekanizmasını hızlandırmak için bu ülkelerin başkentlerini ziyaret ettim. Muhatap olduğum herkese acilen paraya ihtiyacım olduğunu anlattım. Ama hiçbir şey değişmedi. Ben de daha açık olmaya karar verdim. Her hafta Bağdat’ta CNN, BBC, CBS, Reuters, AP gibi uluslararası ajans ve haber kanallarının da katıldığı basın toplantıları düzenlemeye başladım. Kamuoyu baskısı sayesinde yetkililerin istediklerimizi vereceğini düşünüyordum. Ancak bilinçli bir filtre mekanizması işletiliyordu. Basın onlara sunduğumuz raporların hiçbirini kamuoyuna açıklamadı.
-Dünya barışının kalıcılığını sağlamak amacıyla kurulan BM, neden böyle bir tavır takındı peki?
BM, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından muzaffer tarafın kurduğu bir örgüt. Kurucuların belli imtiyazları ve veto hakları var. Yazılı olarak ifade edilmese de en belirgin amacı Güvenlik Konseyi üyelerinin çıkarlarını korumak. ABD yönetimi Irak’ta çıkarları uğruna BM’yi kullandı. Şu durumda BM’nin sahibi herkesten fazla Washington. Diğer üyeler de Bush’u durdurmak için yeterince uğraşmadı. Fransa, Rusya ve Çin savaş kararını veto edebilirdi. Ama kimse Washington’u karşısına almak istemedi. ABD yönetimi bölgede meydana gelecek muhtemel olaylar ve ölümleri tahmin ediyordu. Sadece yanlış bir hesap yapılmıştı: Yeteri kadar çocuk ölünce aileler isyan eder ve Saddam Hüseyin’i devirir diye umuyorlardı. Bu amaçla insanlık dışı bir yaklaşım sergilendi fakat umdukları olmadı. Bir nevi oyun oynadılar. 100 bin belki de 200 bin insanın hayatına mal olan bir oyun…
-Bu kaosun ortasında yaşayan Irak halkı dünyaya ne vaad ediyor?
Irak halkı 15 yıldır tam bir cehennem hayatı yaşıyor. ABD, yüzlerce ton seyreltilmiş uranyumu Irak’a yerleştirdi. BM uçuşa yasaklı bölgelerde yapılan yasadışı bombalamalara ses çıkarmayarak, kendi şartlarını ihlal etti. İnsan hakları bildirgesinin maddeleri çiğnendi. Irak halkını korumak için hiçbir şey yapılmadı. İnsanlık trajik bir biçimde bütün yaşananları sessizce izledi. BM Genel Sekreteri bile kendini tamamen bu işin dışında tuttu. İnsanlar evsiz kaldı, siviller öldürüldü, yaralandı, toplu olarak cezalandırıldı. Sağlık, eğitim ve iş haklarından mahrum kaldılar. Ulusal kurumlar hâlâ çok kötü durumda. Irak’ta ambargoyu yaşayan çocuklar kayıp bir neslin üyeleri. Çok yavaş gelişiyor, geç öğreniyorlar. Bush’un saldırısı Saddam’ı değil halkı zayıflattı ve yok etti. BM şu anda bile bu insanların haklarını kollamıyor. Irak’ta en nefret edilen kurumların başında BM geliyor. Bütün bunların değişmesi için çok uzun zamana ihtiyacımız var.
-Her şey bu kadar açıksa neden aykırı sesler münferit kalıyor?
BM’de kararları Güvenlik Konseyi alır. Genel Sekreterlik personeli ise sadece emirleri yerine getirir. Hayır deme, itiraz etme hakkınız yoktur. Gerçekleri görseniz de elinizden pek bir şey gelmez. Genel sekreter de dahil hepimiz birer hizmetçiyiz. Yapılabilecek tek şey istifa etmek. Ama insanların aileleri ve paraya ihtiyaçları var. Daha pek çok sebep sıralanabilir. Ben vicdanımı gelirimin önünde tuttum. Ama herkesten aynı tavrı sergilemesini bekleyemezsiniz. Ayrıca takındığınız her tavır karşılığında bir bedeli göze almanız gerekiyor. Aykırı bir çıkış yaptığınızda insanlar kendilerini tehdit edilmiş hissediyor ve sizden kaçmaya başlıyorlar. Nitekim şu anda sergilediğim tutum nedeniyle benimle konuşmaktan bile kaçınan pek çok insan var. Görevimi sürdürürken Türkiye’ye geldiğimde başbakan ve bakanlar seviyesinde ağırlanır, pek çok resmî yetkili ile görüşürdüm. Fakat şimdi burada olduğumu öğrenmek hoşlarına gitmiyor. Ayrıca merkezde çalışan insanların bölge hakkında bildikleri masalarındaki istatistiklerden ibaret. Fakat ben Irak’ta çalıştım. Her şey gözlerimin önünde olup bitiyordu. Bir şey yapamayacağımı anlayınca istifa kararı aldım.
-BM ve Kofi Annan kısa vadede kaybettiği itibarını yenileyebilir mi?
Bu şartlarda BM’nin dünya kamuoyu için yararlı işler yapmasını beklememek lazım. Ancak ABD’nin uluslararası kuralların kendisine de lazım olduğunu fark etmesi sayesinde bir şeyler değişebilir. Aksi takdirde ABD BM’yi kendi çıkarlarına uygun kullanmaya devam edecek ve biz de seyredeceğiz. Kofi Annan da çok zor günler geçiriyor. Her ne kadar kendisi aksini söylese de yıl sonunda istifa edeceği söylentileri dolaşıyor.
18 temmuz 2005