Eski kâğıt kokusuna, eski zamanların bilgisine müptela olup ‘taşrada’ yaşayan azınlığın içini sızlatacak bir haberimiz var. İstanbul sahaflarını bir araya getiren festival üçüncü kez buluştu kitap meraklılarıyla. Taksim Meydanı’ndaki alanda neler olup bitti bahsine girmeye gerek yok. Biz, ‘sahaf dükkânlarının yolunu unutan ayaklar eski alışkanlıklarını tazelemeye kastetti’ diyelim, siz gerisini getirin. Alıcıları aharlanmış kâğıt üzerine yazılmış eski yazıyla baş başa bırakıp tezgâhın arkasına geçtiğimizde karşılaştık asıl haberle. Sahafların nasibine çuvaldız, müşterilerine iğne düştü.
Sahafa beton çivisi soranları kendi hâllerine terk edip payımıza düşeni alalım öncelikle. Kıdemli sahaflardan Lütfü Seymen ile genç meslektaşı Barış Bingöl açıyor konuyu. “Eski meraklılar doyuma ulaştı. Yeniler ise onlar kadar hevesli değil. Dikkatleri, ilgileri dağınık. Bilinçli olmadıkları için kitabın kıymetini de fiyatını da takdir etmekte zorlanıyorlar…” Bu bahsi, üzerinde düşünmek şartıyla kapattıktan sonra asıl konuya gelelim.
Beyoğlu Belediyesi’nin teklifi ile başlayan festival esnafı hareketlendirmiş. Herhangi bir resmî sıfatı olmasa da şartlar gereği ‘fuar koordinatörü’ gözüyle bakılan Emin Nedret İşli, deneme yanılma yöntemiyle yol alışlarını Mevlevilerin “Allah taklidimizi tahkike tebdil eylesin” cümlesiyle özetliyor. Beyoğlu sahaflarını bir araya getirmek maksatlı ilk buluşmanın üzerinden daha üç sene geçmişken ‘uluslararası sahaf fuarı’ düşüncesinin akla düşmesi, hem çok başarılı bir ‘taklide’ hem de potansiyelin büyüklüğüne işaret ediyor. Her sahaf kendi dükkânında varlık mücadelesi yürütürken dile gelmeyen meseleler kitaplarla birlikte ‘meydana dökülmüş’ tabiri caizse. İkinci el, efemera (eski kartpostal, bilet, gazete kupürü gibi koleksiyonu yapılan meteryal) ve nadir kitapların bir arada sunulduğu etkinlikler, sahafları ‘işin adını koymanın vaktidir’ noktasına getirmiş. Bir huzursuzluk/rahatsızlık var hâllerinde. Sahaf ne demektir, kime sahaf denir, açıklık kazansın istiyorlar.
Hilmi Merttürkmen, mesleğin en kıdemlilerinden. Önce ona soruyoruz ‘kime sahaf denir?’ diye. Geleneğin nasıl ortaya çıktığını anlatmakla iktifa ediyor. Önceleri kitapların alım satımı, el yazmaların tamiri, risalelerin eksik sayfalarının temini ya da mevcudu bulunmayan kitapların hattata yeniden yazdırılmasıyla meşgul olurmuş sahaflar. Matbuatın yaygınlaşmasıyla asıl işleri nadir kitapların alım satımı olmuş. En genç sahaflardan Barış Bingöl’ün kitaplarına bakarken söylüyor bunları. Bıraktığı yerden Bingöl devam ediyor. “Sahaflık yapabilmek için Osmanlıca, İngilizce, Fransızca, Almanca bilmeniz gerekiyor. Türkiye’de bütün bu dilleri konuşan insanlar yaşamış ve kendi eserlerini bırakmış çünkü. Çok iyi olmasa da kitabın neden bahsettiğini, hangi döneme ait olduğunu anlayacak kadar vâkıf olmalısınız bu dillere. Elinize kiril alfabesiyle yazılmış bir kitap geçtiğinde bu Rusça mı Bulgarca mı, Bulgarcaysa Balkanların hangi bölgesinde kullanılır anlamanız gerek. İkinci el kitapçının bunları bilmesine gerek yok. O sadece alır ve satar. Bizim kitabın içeriği ve kıymeti konusunda da fikrimiz ve bilgimiz vardır. ”
‘Eski’ kitap işiyle uğraşanları dörde ayırıyor Nedret İşli. Sergici, ikinci elci, sahaf ve şeyhü-l sahaf. Şeyhü-l sahaf, sahafların piri. En kıdemli, en güngörmüş, olgun, hatta sahafiye mal açısından en güçlüsü. “Son Şeyhü-l sahaf, Şeyh Muzaffer Özak idi.” diyor İşli: “Heybeti, ilmi, zenginliği, kitap bilgisi ve cömertliğiyle şeyhü-l sahaftı. Öğrenciye, mübtedi olup da parası olmayana hediye ederdi, kitabı ehline verdirirdi.” Tüm bu hasletleri bir arada barındıran bir pirleri yok bugün. Halil Bingöl’ün yorumuyla sayıları 30, 40’ı geçmese de sahafların varlığına şüphe yok. Lakin her ‘sahafım’ diyeni öyle kabul etmek kabil değil kanaatindeler. Peki, kimdir sahaf? İşte şartları: Osmanlıca bilmek ve Osmanlı kitabından anlamak. Yabancı dilde yazılmış kitaplara –okuyup anlayamasa da– kıymetini takdir edebilecek ölçüde aşina olmak. Bir edebiyat kitabının kaçıncı baskı olduğunu anlayıp bölümlendirebilmek. Kitabı tanımak da kâfi değil. Oğlu Barış’ı da mesleğe kazandıran Halil Bingöl önündeki 18. yüzyıl baskısı İncil tefsirinin sayfalarını işaret ediyor. “Kâğıdı tanımalısınız. Dokusundan, içindeki filigrandan aşağı yukarı hangi döneme ait olduğunu anlayabilmelisiniz.”
İkinci el kitap alım satımının da önemli bir iş olduğu muhakkak. Lakin tıpkı İngiltere’de olduğu gibi ikisini birbirinden ayırmak herkesi rahatlatacak gibi görünüyor.
Üç sene öncesine kadar akla bile gelmezken şimdi ‘Frankfurt ya da Kahire kitap fuarı ayarında bir uluslararası sahaf fuarı düzenleyebilir miyiz’ diye konuşuyorlar kendi aralarında. “Her sene biraz daha öğreniyoruz.” diyor Barış Bingöl. “Okur, ‘neden müzayede düzenlenmiyor, söyleşi yapılmıyor’ diye sordukça biz de bunların yapılması yönünde fikirler üretmeye başlıyoruz.” Daha fuar kapanmadan tartışılmaya başlandığına göre, gelecek yıl için tüm Türkiye’deki sahafların temsil edildiği, kıdemli alıcılar ile bilgili sahafların katıldığı sohbet toplantılarının, müzayedelerin düzenlendiği bir takvim beklemeye başlasak yeridir.
Tam bu mevzu da tatlıya bağlanmışken son bir fısıltı ulaşıyor kulağımıza. “Problemlerin çözülebilmesinin önündeki en zorlu engel, resmî temsil eksikliği. Biri İstanbul’da, diğeri Ankara’da bulunan iki kurumsal yapı, meselenin özüne temas etmekten aciz olunca Kültür Bakanlığı’nın ‘resmî sıfatınızla gelin, taleplerinize cevap verelim’ jesti de, gelecek yıllarda gerçekleştirilebilecek projeler de muhatapsız kalıyor.” deniyor.
Bunca malumatın gösterdiği gibi bereketli bir mevsim geçiriyor kitap âlemi. Meselelere ‘bu sene konuşuluyorsa gelecek seneye çözülür’ düşüncesiyle bakıp son bir havadisle bağlayalım mevzuu. 11 Ekim’de biteceği duyurulan festival, tarafların talepleri doğrultusunda 15 Ekim Perşembe’ye kadar uzatıldı. Belki birkaç kişinin daha yolu düşer.
12 ekim 2009