Yıldız Sarayı, Osmanlı Hanedanı’nın son ikametgâhı. Adı anıldığında orada en çok yaşayan ve imparatorluğun son dönemlerine ismini nakşeden Sultan Abdülhamid’i hatırlamamak imkânsız. Tarihî yapı, önümüzdeki günlerde yüz yıl ertelenmiş bir ‘çocuk’ sevincine sahne olacak. II. Abdülhamid’in torunu Osman Nami Osmanoğlu’nun kızı Ayşe Adile Nami Osmanoğlu Tars’ın uzun süredir üzerinde çalıştığı Sultan Portreleri, sarayın Büyük Mabeyn Salonu’nda sergilenecek. Bir torun, yüz yıllık fasıladan sonra dedelerinin evinde ev sahibi rolünü üstlenecek.
Duygularını ifade edecek kelimeleri yan yana getirmekte zorlanıyor Adile Hanım. Ailesiyle birlikte yaşadığı Mersin’den İstanbul’a her geldiğinde baştan sona gezdiği Yıldız Sarayı’nı Kültür Bakanlığı’ndan özellikle istemiş. “Dedem II. Abdulhamid’in sarayı. Benim için anlamı çok büyük. Herkesin bir kaderi, her şeyin sebebi var. Belki de bu çalışmaları yapmak için geldim ve Türkiye’de kaldım, kim bilir…”
Adile Hanım, bir yanında Osmanlı tarihi kitapları, öte yanında boyaları, karşısında tuvali, 2 yıla yakın zamanda tamamlamış 36 sultan tablosunu. “Bu kadar yoğun çalışmaya devam edersem Osmanlı tarihi profesörü olacağım.” diyor gülerek. “Mecburen daha yakından tanımak ihtiyacı duyuyorsunuz. Her biri için ayrı araştırma yapmanız gerekiyor. Çalışırken anlamaya da başladım. Karakterlerini tanıdım…”
Yüzlerini, ifadelerini çizerken ne hissetti acaba? Model aldığı tablolarda hep üzgün yüzler gördüğünü söylüyor. ‘Sonuçta onlar da insan, duyguları var. Karşımda otursalar herhalde gülümserlerdi’ düşüncesi ile neşeli insanlar çizmeye çalışmış.
Adile Hanım’ın çocukluğu, ilk gençliği, ailesinin sürgünde bulunduğu Fransa’da geçmiş. Hanedan mensuplarına dönüş izni çıktığında, ani bir kararla bir ay içinde Türkiye’ye taşınmışlar. Sesindeki heyecan tonu yükseliyor anlatırken: “Hiç unutmayacağım, 1 Ekim 1974’te babamla geldim. İnsanlar kararımızı hayretle karşılıyor, orada ne yapacaksınız diye soruyordu. Fransa’da iyi bir hayat standardımız vardı. Burada kimseyi tanımıyorduk. Başlarda tedirgin olduk ama halen burada olduğuma göre çok sevmişim demek ki.”
Temmuzda vefat eden Osman Nami Osmanoğlu, Sultan Abdülhamid hayattayken dünyaya gelen son torun. 1918’de Cenevre’de doğmuş, hiç görmediği dedesi, ismini telgrafla vermiş. Tarihî karar açıklandığında 6 yaşındayken Şark Ekspresi ile çıktığı yolculuktan dönmekte hiç tereddüt etmemiş ve 50 yıllık sürgünü noktalamış.
Bu kadar zorlu bir hikâyede geçişlerin kolay olacağını kim iddia edebilir? Olmamış da nitekim. Padişah kızı olarak dünyaya gelen Ayşe Sultan’ın Fransa’da büyüttüğü Osman Nami Bey, örfünü korumayı başarsa da Batılı hayatın gereklerine de uyum sağlamış. “Kendinizi korumaya çalışsanız da içinde yaşadığınız toplumdan etkileniyorsunuz.” tespiti Adile Hanım’a ait. Türkiye’ye döndüklerinde ‘Avrupalı’ gözüyle bakılmış aile mensuplarına. Görünüş itibarıyla öyle olduklarını o da kabul ediyor. Ancak tıpkı eskiler gibi, düşünce yapısı ve aile hayatı konusunda son derece muhafazakâr ve dikkatli olunmuş her zaman.
70’lerde resmî tarih anlatımının da etkisiyle Osmanlı’ya bakış bugünkünden oldukça farklı. Adile Hanım insanların mesafeli hatta tepkili olduklarını hatırlıyor. Bu tepki doğrudan kendilerine yansımasa da muhataplarının her halinden ‘sen bizden değilsin, farklısın’ mesajını almış, dışlandıklarını hissetmişler. O tarihlerde ülkeye dönen pek çok hanedan mensubunun geri gitmesinin sebebi de kendilerini içinde buldukları bu ortam olmuş: “Kimsenin samimiyetine güvenemiyorsunuz. Biz de çok dikkat etmeye başladık. Kendimizi koruma mecburiyetindeydik.”
Osman Nami Bey’in birlikte getirdiği 3 kızından biri, ilk yılın sonunda dönüş kararı alanlardan. Diğeri ‘Ayten Hanım, yani Sofia,’ Fransa’nın Cholet takımını çalıştıran eski millî basketbolcu Erman Kunter ile evli ve eşinin işi sebebiyle Fransa’da yaşıyor. Ailenin Türkiye’deki tek ferdi Adile Nami Osmanoğlu, uzun yıllar İstanbul’da yaşadıktan sonra Mersin’e taşınmış. O yıllarda kendi tanıtım şirketini kurup sergiler düzenlemiş. Hep sanatla ilgili çalışmaların içinde olmuş. Sanata yatkınlığının genetik kodlarıyla ilgisi olabileceği kanaatinde. Hanedan torunlarının ortak özelliklerinden biri bu. Diğerleri; dünyaya açık olmaları, rahat iletişim kurmaları ve lisan öğrenme konusundaki akıl almaz kabiliyet. 35 yıldır Türkiye’de yaşayan Adile Hanım’ın İngilizce, Fransızca, Almanca ve Türkçeden üçünü ana dili seviyesinde konuşmasını yadırgamamak gerek.
“Babamdan bana kalan en değerli miras zor şartlarda ayakta kalmak.” diyor laf arasında. Belli ki ondan gördüğü her şeye başka bir kıymet biçiyor. Resme ilgisi de babasıyla ortak. ‘Bir Beyzade, Prens’ diye bahsettiği Osman Nami Osmanoğlu ömrünün son yıllarını resim yaparak geçirmiş. Kızına her zaman “Resim yaparken kimseyi örnek alma, kendi duygularınla hareket et, içinden geldiği gibi çiz.” demiş. O da öyle yapmış. Modern bir tarzda resmettiği tablolarda daha çok gözlere yoğunlaşmış. Gözlerinden tanıdığı 36 Osmanlı padişahını yine gözlerine yüklediği anlamla anlatmaya çalışmış. Bu düşünceden hareketle sergisine Bu Gözler Kimin adını vermiş.
Sergiye yüklediği çok anlam var. Bunlardan biri de çocuklarına sorumluluklarını hatırlatmak: “Çağ değişebilir, dönemler değişebilir ama siz arkanızda bir tarih taşıyorsunuz. Hep aynı yerde durmalı, çok ölçülü ve dikkatli olmalısınız.”
27 eylül 2010