Close Menu
Ayşe AdlıAyşe Adlı

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum

    Nisan 21, 2025

    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!

    Nisan 21, 2025

    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!

    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    • Yeşilçam’dan Portreler
    • Geçmiş Zaman Olur Ki…
    • Türkiye Kurulurken…
    • Hoş Sada!
    • Tüm Kategoriler
      • Şehir ve Mekan
      • Dünya’dan
      • GeziYorum
      • Kitabiyat
      • Nadir Söyleşiler
      • O Şehr-i İstanbul Ki…
      • Portreler
      • Sinema Yazıları
      • Sanat Penceresi
      • Tarih Yazıları
      • MetaFizik
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    Gündem - dtp’den ak parti çıkar mı?

    dtp’den ak parti çıkar mı?

    Kürt siyaseti, 5. partisini kaybetti. Şimdi cevabı aranan soru şu: PKK’sız siyaset mümkün mü? Ya da DTP’den bir ‘AK Parti’ çıkar mı?
    Şubat 13, 2015
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Tarih tekerrürden mi ibarettir sahiden? Bu tezi test etmek için bir imkân daha var bugünlerde elimizde. Ve belki de bir daha tekerrür etmemesi için bir fırsat. Tedirgin bekleyiş neticelendi, Anayasa Mahkemesi, Demokratik Toplum Partisi’nin (DTP) kapatılmasına oy birliğiyle karar verdi. Karar hukukî midir? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nden döner mi? Bırakalım bunları hukukçular tartışsın. Biz önce, ‘bu noktaya nasıl gelindi?’ diye soralım. Ardından tabiri caizse ‘DTP kendi AKP’sini doğurur mu?’ sorusunu tartışalım.

    Kapatma kararının fırsat olduğunu düşünenlerden biri Etyen Mahçupyan. Kürtlerin bu kez gerçekten şiddete mesafe alan ve barışa layık olan bir siyaset üretmesi, böylece toplumu kerhen değil gerçekten yanlarına çekmeleri için bir fırsat var önümüzde Mahçupyan’a göre. O da AK Parti örneğini kullanıyor ve diyor ki, “Müslümanların geçmişteki ideolojik damarı mahkûm edip küllerinden bir demokratlık arayışı çıkarmaları gibi Kürt toplumu da kendi zihniyet kırılmasını siyaset sahnesine taşıyabilecek durumda.” Bunun imkân dâhilinde olup olmadığı görmek için DTP’nin temsil ettiği siyasi geleneği iyi anlamak gerekiyor.

    Her şey, Sosyal Demokrat Halkçı Parti (SHP) milletvekilleri Kenan Sönmez, İsmail Hakkı Önal, Ahmet Türk, Mehmet Ali Eren, Adnan Ekmen, Mahmut Alınak ve Salih Sümer’in, Ekim 1989’da Paris’te toplanan Kürt Konferansı’na katıldıkları için partiden ihraç edilmesiyle başladı. 16 Kasım’da alınan bu kararı protesto eden Abdullah Baştürk, Fehmi Işıklar, Cüneyt Canver, Mehmet Kahraman, Arif Sağ, İlhami Binici, Kemal Anadol, Hüsnü Okçuoğlu, Tevfik Koçak, Kamil Ateşoğlu ve Aydın Güven Gürkan da partilerinden istifa etti. Ve bazı eski SHP’liler 7 Haziran 1990’da Halkın Emek Partisi’ni (HEP) kurdu.

    O günlerin ve girişimin en etkin isimlerinden biri, Tarık Ziya Ekinci’nin anlattıkları 19 yıllık tecrübeyi anlamak açısından önemli. Yeni bir oluşuma ihtiyaç duydukları için Aydın Güven Gürkan başkanlığında bir hareket başlattıklarını söylüyor Ekinci. Topluma mal olmuş siyasiler yanında sendikacılar, DİSK’liler, aydınlar da var hareketin içinde. Ancak Gürkan daha ikinci ya da üçüncü toplantıda ‘parti Kürtlerin kucağına doğdu’ gerekçesiyle “Ben yokum.” diyor. Ardından diğer isimler de çekiliyor. Çaresiz, yeni lider arayışına giriliyor. Ekinci, o sıralar Fehmi Işıklar hakkında birçok söylenti olduğunu hatırlıyor. Hatta Erdal İnönü, Ahmet Türk’e Işıklar’ın MİT’le ilişkili olduğunu bile söylüyor. Gelin görün ki kurucu kadronun son aşamaya dek karşı çıktığı Işıklar genel başkan seçiliyor. “Işıklar niye seçildi? Bu soru çok önemliydi. Öyle tahmin ediyorum ki direktif Abdullah Öcalan’dan geldi. Ve partiye, harekete el atılması istendi.” Oysa başlarda bir siyasi oluşuma kesinlikle karşıdır Öcalan. Bugün o çizgiden uzaklaşan HEP kurucuları, Öcalan’ın siyasi yapılanmayı kendi amaçları için kullanabileceğini görünce harekete el attığını düşünüyor. Kürt hareketinin PKK yörüngesine girmesi o günlere denk geliyor. Kemal Burkay, başlangıçta ‘iyi niyetle ve legal kitle partisinin geniş kesimleri kapsaması’ gibi bir anlayışla, PKK taraftarlarının da HEP’te yer almasına karşı olmadıklarını itiraf ediyor. Ta ki legal planda onlarla yürümenin bile zor olduğunu görene kadar…

    Anayasa Mahkemesi, 14 Temmuz 2003’te Kürt siyaseti için ilk kez kırdı kalemini. HEP; ‘Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozma amacını taşıdığı ve bu yolda faaliyette bulunduğu’ gerekçesiyle kapatıldı. Ardından da ÖZDEP, DEP, HADEP… Geleneğin son halkası 9 Kasım 2005’te kurulan DTP. Onun hakkında ‘devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğü aleyhine eylemlerin odağı hâline geldiği’ iddiasıyla 16 Kasım 2007’de açılan dava yine oy birliğiyle alınan ‘kapatılma kararı’ ile sonuçlandı. Neticede ne DTP yanılttı kamuoyunu ne de Anayasa Mahkemesi. Her ikisinin de gerekçeli kararları var mutlaka. Fakat bunun ötesinde kararlarının sebep olduğu toplumsal hasarlar ve bedeller de var.

    Liberal Düşünce Topluluğu’ndan Harun Kaban, PKK vesayetinde siyaset yapan çizginin ‘Kürt resmî ideolojisi’ inşa ettiğini belirtiyor bir yazısında. Bu ideoloji cebren, Kürtlere benimsetiliyor. Başka alternatif yokmuş gibi sunuluyor. Resmî ideolojilerin malum tehdit ve yöntemleriyle, çıkması muhtemel alternatiflerin de önü kesiliyor. Resmî ideolojiye karşı çıkıp siyaset sahnesine inmeye cesaret edebilecek bir yapının yokluğu, Kürt sorununu iki resmî ideoloji arasında çözümsüzlüğe mahkûm bırakıyor…

    İddiaları önce ilk muhataplarına sormak gerek. DTP Şırnak Milletvekili Hasip Kaplan, temsil ettikleri geleneğin Kandil-İmralı parantezinde siyaset yaptığı iddiasını reddediyor. Eğer yanlışyapıyorlarsa birileri gelir ve sebep oldukları boşluğu doldurur. Neticede siyaset boşluk kabul etmez ve onlar kimsenin önünü kapatmıyor. Tabandan eylem ve söylemleri ile ilgili talep de, şikâyet de almadıklarını söylüyor Kaplan. Bu durumda biz soralım, “Öz eleştiri yapma ihtiyacı duyuyor musunuz?” diye. Cevabı sert: “Özeleştiri yapması gereken biz değiliz. Biz günah keçisi değiliz. Parti kapatmanın öz eleştirisini kapatılan partinin mensuplarından beklemek vicdansızlıktır. Darbe anayasasını, seçim barajını, parti kapatmayı savunanların öz eleştiri yapması gerekir. Bunu yaparlarsa belki Meclis’te olmamızın, hak aramamızın bir anlamı olabilir.”

    Kürt siyasetinin en belirgin figürlerinden biri eski DEP Genel Başkanı Yaşar Kaya. O, Kürt siyasetinin iki yüzüne dikkat çekiyor. Biri silahlı mücadele yaparken öteki legal alanda çalışma yürütüyor ve aynı tabana hitap ediyorlar. Legal siyasetle illegal mücadeleyi birbirine karıştırmasalar sorun çıkmayacaktı; ancak, “Bugün her şey ortada” diyor Kaya. Yani, Kürt siyasetinin dönüşmesi ve İmralı parantezinden çıkması mümkün değil.

    Bazı Batılı diplomatların yaptığı teklifler üzerine; “Türkiye’yi Yugoslavya yapmaya çalışıyorlar” diye uyarıda bulunduğu için görevden alınan DEHAP’ın eski Batman İl Başkanı Avukat Mehdi Öztüzün de bölgede Kürt sorunuyla ilgilenen halkın üzerinde duygusal olarak etkili tek gücün PKK ve Öcalan olduğunu söylüyor. Çatışmalar devam ettiği sürece DTP’nin İmralı siyasetinin ötesine geçmesi mümkün değil. Birilerinin çocukları dağdayken ötekilerin başka arayışlara girmesi çok zor ona göre: “Birtakım tartışmaların olması doğal; ama DEHAP’ta olduğum yıllardan biliyorum ki bu tartışmalar bölünmeyle sonuçlanmaz. Şu anki görüntü daha fazla kenetlendikleri yönünde.”

    Eski Bingöl Milletvekili Selahattin Kaya, DTP’nin bazı unsurlarının Kandil ve İmralı ile aralarına mesafe koyacaklarına köprü kurmaya çalıştıklarını hatırlatıyor. Bu durum hem partinin güvenirliğine zarar verdi hem de kapatma sürecine katkıda bulundu. Tabana kendileri sahip çıkmadı. Oysa son zamanlarda DTP mitinglerinde 3-5 bin kişi toplanıyor, kalabalık dağıldıktan sonra sadece birkaç yüz kişi taş atmaya başlıyordu. “DTP, tabanın  önemli bir kısmının barıştan yana, şiddete karşı olduğunun farkına varamadı.” diyor Kaya. “Vardıysa bile cesaret edip bu farklılığı ortaya koyamadı.”

    İsveç’te yaşayan Kürt siyasetçilerden Kemal Burkay da PKK ve siyasetçiler arasındaki ilişkiyi doğruluyor. Ancak biraz daha geniş bakmaktan yana o. “Bu salt Kandil’in veya Öcalan’ın suçu mu?” diye soruyor. “Ya yıllardır Kürt halkına masum hak ve özgürlükleri bile tanımayıp Kürt hareketine legal planı kapatanlar, onları adeta ısrarla dağa itenler, bundan yarar umanlar?..” Bu ima Hasip Kaplan’ın “Kurduğumuz her partiyi kapatır, dokunulmazlığı olan kişileri zorla ifadeye çağırmaya kalkarlarsa halkın bu Meclis’e olan umudu kırılır. Bizim geri dönüşümüz kırılan güveni geri getirmez ki.” itirazıyla aynı paralelde anlamlar içeriyor. Burkay, DTP’nin Kürt sorununun çözümünü politikalarına eksen yapmasını tabii buluyor. Varlık sebepleri bu zira. Onların gelişme ve alternatif olma şansını azaltan; bir yandan HEP döneminden itibaren PKK’nın müdahaleleri ve yol açtığı yanlış, antidemokratik çalışma tarzı, öte yandan sistemin onlara tahammülsüzlüğü. Sistem Kürt kimlikli partilere meydanı hiç açmadı Burkay’a göre. Aynı zamanda, Kürt sorununu gündemine alıp çözmeyi hedefleyen, bu hâliyle resmî söylemden ayrılan partilere de tahammül edemedi. Bu partilerin ömrü hep kısa oldu.

    Bir itiraz da eski HADEP Genel Başkan Yardımcısı Eyüp Karakeçili’den. HEP, DEP ve HADEP sürecinde aktif görev alan Karakeçili PKK’yı da ‘içeriden’ biliyor. Kendisi örgütle ilişkisi sebebiyle ceza almış. Kız kardeşi PKK saflarında hayatını kaybetmiş. Hikmet Fidan’ın öldürülmesi üzerine “Bu bir PKK operasyonudur” açıklaması yapınca örgütten kopmuş. Bu bilgileri verdikten sonra “Belirtmem gerekiyor ki bölgede politika yapılacaksa PKK’yı dışlayarak bir yere varılamaz.” diye devam ediyor. Kastı PKK’nın bölgeye hâkim olduğunu ima etmek değil. Ancak gücünü de inkâr etmiyor. “Örgüt Kürtlerin gerçeği, o saflarda binlerce Kürt öldü. Bu yüzden PKK’nın tasfiyesi maksadıyla siyaset yapan oluşumlar kabul görmüyor.” Yapılması gereken; silahlı mücadelenin Kürtlerin taleplerine ve ihtiyaçlarına hizmet etmediğini, Ergenekon’un elini güçlendirdiğini, Türkiye’yi zayıflattığını, Kürt davasına zarar verdiğini, 21’inci yüzyılda sorunlara dikkat çekme yolunun silah olmadığını net olarak vurgulamak. “PKK ajandır” dendiğinde halk ikna olmuyor. Tarafsız, devletin de PKK’nın da yanlışlarını ortaya koyan bir yapılanmaya ihtiyaç olduğunu söyledikten sonra realiteleri hatırlamaya geliyor sıra: “Bunun önünde de iki engel var. Biri PKK’nın kendi dışındaki yapılanmaları ‘hain’ ilan etmesi. Onlara güç kullanmaktan kaçınmıyor. Nitekim Hikmet Fidan’ı öldürüp bizi susturdular. İkincisi de ‘devletin’ bölgede örgüt dışında bir yapılanma görmek istememesi. Bugün PKK dışında güçlü bir Kürt örgütü yoksa bunun en büyük sorumlularından biri de devletin kendisidir.”

    Bu iddiayı bir de farklı platformlarda mücadele yürütenlere soralım. Katılımcı Demokrasi Partisi (KADEP) Genel Başkanı Şerafettin Elçi baştan beri PKK çizgisinin dışında kalmayı tercih edenlerden. DTP çizgisi dışında bir siyasi tercihin bölgede başarı şansı var mı? Bunun kolay olmadığını söylüyor Elçi. Şiddetin egemen olduğu ortamda özellikle ılımlı çizgide bulunan kişiler kendilerini riske etmek istemiyor zira. Şimşekleri üzerine çekmemek için organize olmayı göze alamıyorlar. Siyasi mücadelesi boyunca iki taraflı bir sıkıntı yaşadığını belirtiyor: “PKK’dan şiddetli tepkiler alıyorduk. İşin kötü tarafı devlet de bizim gibi ılımlı siyaset yürütenlere belki PKK çizgisinden daha fazla baskı yaptı ve engellendik. Kürtlerin ılımlı bir çizgide siyaset yapmaları istenmiyordu.” Bugün kısmi bir rahatlama olsa da aleyhteki şartların tamamen ortadan kalkmadığı kanaatinde Elçi: “Şu an toz dumana karışmış. İnsanlar duygusal refleks içinde. Aklıselimin hâkim olması için zamana ihtiyaç var.”

    Dicle Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Sosyoloji Bölümü Öğretim Üyesi ve AK Parti MYK Üyesi Prof. Dr. Mazhar Bağlı, DTP’nin kapatılma noktasına bilinçli bir seçimle geldiğini düşünüyor. Toplum, tam marjinalleşmenin karşılığı olmadığını görüyordu ki, kapatılma kararı DTP’ye can verdi. Kapatılma olmasa DTP siyaseti daha hızlı dönüşürdü. Bölge halkı sorunun çözümü noktasında önemli adımlar atan AK Parti’ye güvenmeye başladı.” diyor Bağlı. Bu noktada yapılması gereken, ısrarla gayrimeşru alana kaymak isteyen DTP’yi meşru zeminde tutarak legal siyasete katkı sağlamaktı; fakat bu yapılamadı. Legal siyasi alanı kapatırsanız insanlar illegal alana kayar. Bugünün dünyasında insan hakları ve kimlikle ilgili talepler engellenemez. Bu yönde talepler varsa meşru alanda dile getirmenin önünü açmak gerekir.

    Taleplerin ne kadarı meşru ya da öyle kabul ediliyor? Bunları dile getirenler ve kullandıkları üslup, muhatapları tarafından ne ölçüde anlayış görüyor herkesin malumu. Bölge adına yürütülen siyasette bir normalleşme öngörülüyorsa tarafların açıkça konuşmayı göze alarak masaya oturması gerekiyor. Lakin bu bir türlü başarılamıyor. Hâl böyle olunca niyetle söylem arasında tercih yapmak gerekiyor. Bölgenin siyasi temsilcileri de bu sorunun farkında aslına bakılırsa. Eyüp Karakeçili, mevcut hukuksal durumdan ötürü herkesin ‘tıpkı devlet gibi’ çift karakterli olduğunu dile getiriyor: “Hukuki bir bedeli olduğu için diyoruz ki ‘bizim PKK ile ilişkimiz yok.’ Var aslında. Mesela Ahmet Türk bizimle beraber PKK’ya kafa tutanlardan biriydi. 2000 yılında Diyarbakır’da Feridun Çelik’i beraber aday gösterdik. Aynı Ahmet Türk sonradan DTP Genel Başkanı oldu.”

     Herkes aynı noktada birleşiyor: Bölgenin yeni bir siyasi yapılanmaya ihtiyacı var. Ancak bu yapının bugünden yarına ortaya çıkması mümkün değil. Yaşar Kaya şu anda bölgede bir enkazın varlığından bahsediyor. O kalkmadan sağlıklı bir yapı kurmak ihtimal dışında: “Türkiye enteresan bir dönem yaşıyor. İttihatçılardan bugüne Türkiye’nin yürüttüğü en önemli dava Ergenekon’dur. Bu davayla birlikte Türk ve Kürt cephesinde kirli kalmış işler ortaya dökülüyor. Ülkenin selameti bakımından çok hayırlı olmuştur. Ergenekon’un Fırat’ın doğusuna da geçip oradaki faili meçhulleri gündeme almasını bekliyoruz. Ancak bu takdirde terör biter ve Türkiye’ye nefes alır.”

    Ergenekon davası neden mi önemli bölge için? Buyurun Eyüp Karakeçili’yi dinleyelim: “Geçmişte çok örneğini gördüm. Güvenlik güçleri dağda bir adamı yakalıyor. ‘Artık bizimle çalışacaksın’ diyor, ikna olunca da bırakıyor. Adam örgütün haberi olmadan o paralelde faaliyet yürütüyor.” Ve çok çarpıcı bir örnek veriyor. “33 asker meselesi öncesinde 92 yılının sonlarında Şemdin Sakık, Kulp, Lice, Genç üçgeninde güvenlik güçleri tarafından yakalandı. Yeşil ve başka birkaç kişiyle bir araya geldikten sonra serbest bırakıldı. Dağa gidip yeni bir oluşum içine girdi ve o olaylar gerçekleşti. Ben, ta o günlerden beri Ergenekon bağlantısı olduğunu biliyorum. O dönemde DEP bölge meclis üyesiydim. Bu haberi PKK’nın alt kadrolarına biz verdik. Şemdin’in Veli Küçük’lerle organik bağı vardı.” Bir de iddiası var Karakeçili’nin: “Sakık, Kuzey Irak’tan kaçırılmadı. Kendisi telefon edip yerini bildirdi ve gidip helikopterle aldılar.” Bütün bu tecrübelerin üstüne ‘Reşadiye olayını PKK yapmıştır’ demekte de zorlanıyor.

     Neticede Ergenekon davası ve Demokratik Açılım’la birlikte Türkiye, bünyesinde biriken safrayı atmaya ve rahatlamaya çalışıyor. Bu rahatlamaya en fazla Doğu ve Güneydoğu’nun ihtiyacı var muhataplarımıza göre. Ve yeni oluşumlara, yapılara ihtiyaç varsa bu ancak sis dağıldıktan sonra mümkün olacak. Yaşar Kaya açıkça AK Parti hükûmetinin Cumhuriyet tarihinin en cesur hükûmeti olduğunu söylüyor. Kemal Burkay’sa endişesini dile getirmeden edemiyor: “Bir yandan sistemin kemikleşmiş güçleri, statükocular, bir yandan PKK, açılımı sabote etmek için canhıraş çabalar içinde. İşin garibi hem çatışır görünüyorlar hem de bu işte el ele vermiş durumdalar…”

    Öyle görünüyor ki, Açılım sürecinde yaşanan gelişmeler DTP’nin kapatılmasından daha önemli bölge insanı için. Mehdi Öztüzün de doğruluyor bu tespiti: “Başlangıçtaki olumlu hava son dönemde oluşturulan açılımın PKK’nın tasfiyesine yönelik olduğu havasıyla birlikte tedirginliğe dönüştü.” Öztüzün’ün kastı, “Aman PKK’ya dokunulmasın” demek değil elbette. O, açılım sürecinde atılacak adımların bölge insanını hedeflemesini, PKK ile mücadeleninse kendi seyrinde tabii yollardan sürdürülmesi gerektiğini anlatıyor.

    21 aralık 2009

      
     
    Related Posts

    payitaht istanbul’dan başkent ankara’ya

    Ocak 12, 2017

    korkusuz muhalif; abdülkadir kemâlî bey

    Şubat 13, 2015

    âkif mısır’a neden gitti?

    Şubat 13, 2015
    Add A Comment
    Leave A Reply Cancel Reply

    Çok Okunanlar
    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum
    Nisan 21, 2025
    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!
    Nisan 21, 2025
    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!
    Nisan 21, 2025
    biz çalıkuşu nesliyiz!
    Nisan 21, 2025
    anadolu kitabı koruyamamıştır
    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram Pinterest
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    © 2025 Ayşe Adli

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.