Bir zamanların dört tarafı ‘demir perde’lerle çevrili ülkesi Küba, kapılarını dünyaya açtı. Kısa zamanda cazibe merkezleri arasında kendine yer bulmakta gecikmeyen Küba’ya akın edenler arasında Türkiye’den gidenler de yabana atılamayacak sayıda. Peki, binlerce kilometre uzaktan buraya yelken açanlar Che Guevara’nın topraklarında ne arıyor?’Limana indiğimde rüyada olduğumu düşündüm. Bir film sahnesinin ortasındaydım âdeta. Uzun yol gemileri kıyıya yanaşıyor, aylardır açık denizde olan perişan kılıklı denizciler kendilerini kıyıya atıyor, onları bekleyen kadınlar müzik eşliğinde dans edip şarkı söylüyordu. Hayatım boyunca yaşadığım en etkileyici anlardan biriydi…” Bu sözler Ulvi Ergün’e ait. Üniversite yıllarında sosyalist ideolojiden etkilenen pek çok genç gibi Ergün için de Küba ve temsil ettiği değerlerin özel bir yeri var. Sosyalizm dünya genelinde etkisini yitirdi. Ancak 68 Kuşağı ve 1970’li yılların sol görüşlü üniversite gençliği için Fidel Castro’nun, Che Guevara’nın, dolayısıyla Küba’nın önemi büyük. Hayat 70’lerin hızlı gençliğini o gün durdukları çizgiden epey uzaklaştırmış olsa da yaptıkları tercihlerde geçmişin izlerini görmek mümkün. Bu çağrışımların da etkisiyle ilk olarak 1997 yılında yola çıkan Ergün ‘şimdilik’ dört kez gitmiş Küba’ya.
Küba lideri Fidel Castro 79 yaşında ve 46 yıldır iktidarda olması nedeniyle bir dünya rekorunun sahibi. Atlantik Okyanusu’yla çevrili Küba’nın en yakın komşularından biri de ezeli düşmanı Amerika. Castro’yu ayakta tutan ve arkasındaki desteği sağlayan da büyük ölçüde Amerika’ya karşı takındığı tavrı oldu. 1959’daki devrimden sonra Sovyetler Birliği’nin desteği ile ayakta kalan Küba, Sovyet Rusya’nın dağılmasından sonra yeni bir dayanak buldu: K apitalizmin beslediği turizm. Yaklaşık on yıl önce kapılarını turistlere açan ülke, kısa sürede milyonlarca insanı kendine çekti. Son yıllarda komünizmin sert yüzünden sıyrılarak mutlu insanlar ülkesi olarak anılmaya başlanan Küba, gittikçe aynılaşan dünyada kendi renklerini ne kadar korur bilinmez ama şimdilik alan da memnun satan da. Ülkenin egzotik topraklarında filmler çekiliyor. Tur şirketleri Küba’ya her şey dahil paket seyahatler organize ediyor. İvme kazanarak devam eden akının en çarpıcı göstergelerinden biri de Amerika ambargosuna rağmen gelişen dış ticaret. Ambargoyu delmeyi göze alan uluslararası şirketler son yıllarda Küba ile iş yapmaya başladı. Tüm bu gelişmeler ya sosyalizmin kalesi Küba’ya ya da kapitalizmle yaşadığı aşk devam eden dünyanın geri kalanına bir şeyler olduğunun işareti.
Adı Che Guevara ve Fidel Castro’yla özdeşleştirilen, purosu müptelalarınca vazgeçilmez addedilen Küba, uzun yıllar kimileri için tehlike, kimileri içinse bir ideal olarak duruyordu. Ancak hep uzağımızdaydı. Şimdi Atlantik’teki bu ada ülkesini keşfedenler arasında Türkler de var. 90’lı yılların ikinci yarısında başlayan hareketlilik Türkiye’den her yıl artan sayıda kişinin Küba’ya gitmesiyle kendini belli etti. Turizm Bakanlığı ve Türkiye Seyahat Acenteleri Birliği (TURSAB) turistik amaçla yurtdışına çıkanların kaydını tutmadığı için toplama dair net bir rakam vermek zor. Ancak Küba’nın Türkiye Büyükelçiliği’ne göre 2004 yılında Küba vizesi alan Türklerin sayısı 4 bin civarında.
Küba’ya gidenleri ikiye ayırmak mümkün: Bir kısmı seyahat etmeyi yaşam biçimi hâline getirmiş şanslı bir kesim. İkinci grup için ise Küba’nın pek çok anlamı var. Ve zihinlerindeki bir görüntünün ardına düşüp yola koyuluyorlar. Öne çıkan seyahat nedenleri; sosyalist bir ülke görme merakı, Fidel Castro efsanesi henüz devam ederken o toprakları ziyaret edip tarihe tanıklık etme arzusu ve Küba’nın doğal güzelliği.
İlk olarak kurumsal geziler ve promosyon turları ile başlayan Küba seyahatleri kısa sürede geniş katılımlı organizasyonlara dönüşmüş. 2 bin Euro’su olan meraklıların Küba’ya doğru yola çıkması için uzun bir uçak yolculuğunu göze alması yeterli. Bu ilginç ülkeye gidenler, enteresan hikâyelerle geri dönüyor. 9 yıldır Küba’ya gidip gelen Leon Mayorkas da anlatacak çok şeyi olanlardan biri. 1996 yılında bir promosyon turuna katılan Mayorkas o güne kadar Küba’ya özel bir ilgi duymadığını anlatıyor. Tur şirketi, İspanyolca bildiği için daha sonraki gezilerde de kendilerine eşlik etmesini isteyince Mayorkas’ın yolu bugüne kadar 74 kez düşmüş Küba’ya.
Türkiye gibi üç tarafı denizlerle kaplı olan bir ülkeden deniz, kum, güneş için Atlantik kıyısına kadar gitmenin akıllıca olmadığını düşünen Mayorkas’a göre Küba’yı görmek isteyenlerin kafasında pek çok soru var. Bu uzunca yolu cevapları bulmak için gidiyor, gitmişken de Karayipler’de denize girmenin tadını çıkarıyorlar hâliyle. Pek çok ilginç hadise var Mayorkas’ın anıları arasında. Ancak 1997 yılında yaşadığı bir olay var ki bunu unutamayacağını söylüyor: “Bir komşum Küba’ya gittiğimi duymuş. 45 yıl önce ailesiyle birlikte Küba’ya giden ve birkaç mektup dışında haber alamadıkları arkadaşlarına ulaşmak için yardım rica etti.” Bir sonraki seyahatinde elindeki adresten adı verilen hanıma ulaşan Mayorkas, bu sayede, Küba’da yaşayan Türkler olduğunu da öğrenmiş. “Yaşlı kadın beni karşısında görünce koltuğuna yığılıp kaldı. Biraz sakinleştikten sonra arkadaşlarının selamını ilettim. 1957’de fertlerinden birinin tedavisi için Küba’ya giden aile devrimden sonra geri dönememiş. 15 yaşında iken Türkiye’den ayrılan genç kız evli, iki çocuk sahibi bir ‘Kübalıydı artık. Türkiye’ye dönünce durumu anlattım. Komşumun girişimleri neticesinde o hanım yıllar sonra Türkiye’yi tekrar gördü.”
Bir gören tekrar gitmek istiyor
Küba’yı görmek isteyenler bilinçli bir grup oluşturuyor. Bu nedenle tur şirketleri Küba yolcuları ile pek sıkıntı yaşamıyor. Karıncalar Seyahat Acentesi Genel Koordinatörü Aykut Semerci’ye göre diğer güzergâhlarda müşterilere gidecekleri yer hakkında uzun uzun bilgi vermek gerekirken Küba’ya gitmek isteyenleri sadece teknik konularda bilgilendirmek yeterli. Zira, geneli Küba hakkında bilgi sahibi ve bu ülkeyi görmek istediğine emin. Birkaç ay önce Küba’ya giden Gürkan Güçer’in söyledikleri Semerci’yi doğrular nitelikte. Yıllardır kurduğu hayalini geçtiğimiz şubat ayında gerçekleştiren Güçer, bu kararında üniversite yıllarında yaşadıklarının etkili olduğunu söylüyor. “Che gençliğimizin en büyük kahramanıydı. Şimdilerde 40’lı yaşlarını süren bir kuşak için Küba bir ideal ifade ediyordu. İdeallerimiz ne ölçüde yaşıyor bunu görmek istedim.” diyen Güçer, en çok her yer hızla birbirine benzerken Küba’nın kendine has özelliklerini kaybetmemiş olmasından etkilenmiş.
İlk fırsatta tekrar gitmek istediğini söyleyen Güçer gibi Nejat ve Lale Biçe çifti de Küba için 10 günlük bir turun yeterli olmadığı kanaatinde. Komünizmin uygulandığı son bir kaç ülkeden en popülerini görmek arzusuyla yola çıkan Biçe çifti gözlemlerini peş peşe sıralıyor: “Herkes devlet nazarında ekonomik açıdan eşit. Evlerinden aylık gıdalarına hattâ tütünlerine kadar her şey eşit dağıtılıyor. Zaten çok olmayan stres ve gerilimi de müzik ve dansla atıyorlar. Şikâyet eden kimseyle karşılaşmıyorsunuz sonuç itibariyle.” Bir de tavsiyeleri var: “Küba’yı görmek isteyenlerin Castro ölmeden yola koyulması lâzım. Castro’dan sonra ne olur, gidilse bile görülen yer Küba olur mu bilinmez…”
Küba’yı görme hayalini gerçekleştirenlerde biri de Ulvi Ergün. Şimdiye kadar dört kez gittiği Küba’dan çok etkilendiğini söyleyen Ergün, 21. yüzyıl dünyasında yaşayan bir insanın orada kendini rüyada mıyım diye yoklaması için pek çok neden olduğunu söylüyor. “İlk gittiğimde bir tarih koridorundan geriye doğru süzülmüş gibi hissetmiştim kendimi.” diyen Ulvi Bey, Castro hayatta iken komünizmin teorisi ile pratiği arasındaki bağlantıyı görmek istemiş. İlaç sektöründe çalışan Ergün şimdi Küba ile ticaret yapmanın yollarını arıyor. Ticarî anlaşmaları inceledikten sonra ilk adımları atacak.
Küba’ya dair en akılda kalıcı detaylara gelince: Latin müziği, dansı, bir de eski otomobiller. Otomotiv sanayi gelişmediği için otomobiller miras yoluyla babadan oğula kalıyor. Araçlar zaman zaman bozuluyor hâliyle. İşte orijinalitelerini de o zaman kazanıyorlar. Arızaları imkânlar dahilinde giderilen araçlar rengarenk boyanıyor, kilidi bozulan arabaların kapılarından asma kilitler sarkıyor…
Turistler için cazibe merkezi olan Küba, sinema sektörünün de yeni gözdesi. Film çekimlerini doğal bir plato niteliğindeki Küba’da yapmayı tercih edenler yanında Küba efsanesiyle senaryosuna renk katanlar da var. Bu yıl gösterime giren yerli film “Şans Kapıyı Kırınca” Küba’da çekilen filmlerden. 1999 yılında yönetmen Zeki Ökten’in çektiği “Güle Güle” ise Kübalı bir kız ile bir Türk’ün arkadaşlığını konu alıyordu. Fatih Altınöz’ün yazdığı senaryo, gazeteci Dursun Özden’in hayat öyküsünden uyarlanmış. Dünya Turizm Yazarları ve Gazetecileri Federasyonu üyesi olan Özden, bir arkadaşının oğlunun hikâyesinden yola çıkarak yazdığı “Türk Fidellerin Hikâyesi” sayesinde 1996 yılında kazandığı ödülü almak için gitmiş Küba’ya. O günden sonra hem orada tanıştığı kız arkadaşı hem de gördüğü sıcak ilgi nedeniyle Küba’ya olan ilgisinin arttığını söyleyen Özden’in pek çok gelişmeden de haberi var. Sağlık Bakanlığı’nın Küba’dan aşı almaya başladığı ve Koç Holding’in kuş serisi de denen Serçe, Kartal ve Şahin otomobillerini yakında Küba pazarında satışa sunacağı bu gelişmelerden bazıları.
KÜBA DEYİNCE AKLA GELENLER
José Martí Küba Dostluk Derneği adıyla bir dernek de kuran Küba muhipleri, ülke hakkında pek çok şey biliyor. Ancak Türk halkının geneli için çağrışımlar sınırlı. Devrim lideri Fidel Castro ve günümüzde bir pop idolü haline getirilen Ernesto Che Guevara, sevenlerinin deyimiyle Comandante Che, Küba denince akla gelen fotoğrafın en belirgin unsurları. Latin Amerika ülkelerinin tamamında çok belirgin olan müzik ve dans Kübalılar için de vazgeçilmez. Her evden müzik sesinin duyulduğu ülkede, insanların yolda yürürken bile dans ettiği anlatılıyor. Adı Havana ile birlikte anılan puroyu ise meraklılarından dinlemek en iyisi.
12 eylül 2005