11 yıldır şiir mayası çalınıyor Sapanca Gölü’ne. Bundan olacak bir başkalık var hâlinde. Gün batımıyla beraber kelimeler susuyor; göl, şiirin resmini yapmaya koyuluyor. O şiirini ve serinliğini esirgese ormanla kaplı tepelerin güzelliği eksik kalacak sanki.
Sapanca Gölü’nün şairmeşrep olduğunu bilenler senede bir uğruyor ziyarete. O vakit iki şiir bir araya geliyor. Değmeyin gölün keyfine. Kıpır kıpır, şıkır şıkır her yanı mutluluktan. Sapancalılar kıyıya birikip bu vuslatı izliyor. Şehrin ışıkları yakamoz olup göle iniyor. Kurbağalar hep bir ağızdan fon müziği yapıyor şiire. Abdülkadir Budak sahneden ‘Aşk beni geçti’ diye sesleniyor göle. Bejan Matur heybesinde biriken ölümlere ağıt yakıyor. Haydar Ergülen büyüklerden devraldığı hikmeti söze bulayıp dantel örtülü bir tepside uzatıyor, ‘Babaannem dedi ki; insan kısadır ve bilmezden gelir kısalığını…’
17 Ağustos 1999 Sakarya Depremi’nden geriye kalan anlamlardan biri Sapanca Şiir Akşamları. Yüreklere birikmiş enkazın ağırlığını hafifletmek için şiir merhemini kullanmış gücünü bilenler. O günden beri senede bir şiire doyuyor şehir. Türkiye’nin muhtelif vilayetlerinden ve Balkan coğrafyasından gelen şairler önce kendi aralarında sonra ev sahipleriyle hasret gideriyor, vuslatın tadı daha damağındayken gölün, bir sene sonra buluşmak üzere veda ediliyor yine.
Bu sene bir güne sığdı her şey. Misafirler geldi, şehre şöyle bir göz ucuyla selam verip işe koyuldu. Gün kızıllığı çökmeden evvel halledilmesi gerekenler vardı. Türk şiirinin, aslına bakarsanız şimdilerde ona taşıyıcılık eden şairlerin geleceği masaya yatırıldı önce. Daha ilk konuşmacının sözleri tartışmanın asıl başlığını da ortaya koydu; şiirin/şairin internetle imtihanı… Hızı, yayılma alanı, güvenlik zafiyeti bir yana kullanılan kelimeleri, eşyaya ve belki de dünyaya bakışı da etkiliyordu internet. Kimine göre demokratik şiir için biçilmiş kaftandı, kimi içinse şiir demokrasiye aykırıyken demokratik şiirden söz etmenin manası yoktu. Kendini korumak isteyen şair interneti zinhar red mi etmeli, gücüne iman edip orada söz sahibi mi olmalıydı? Bir karara varılamadı elbette.
Derken vakit ağır ağır yürüdü, şairlerin görücüye çıkma zamanı gelip çattı. Göl kıyısına kurulan platformun karşısına, önde organizasyonun fikir babası ve ilk emekçilerinden Cumhurbaşkanı Genel Sekreteri Mustafa İsen, Vali, Kaymakam, Belediye Başkanı sıralandı. Arkalarına yüzlerce Sapancalı… Abdülkadir Budak, Bejan Matur, Betül Dünder, Çiğdem Sezer, Didem Gülçin Erdem, Emel Özkan, Haydar Ergülen, Hüseyin Atlansoy, İhsan Deniz, Selçuk Küpçük, Serkan Türk, Şeref Akbaba, Şeref Bilsel, Uğur Erden, Balkanların beş bölgesinden beşmisafir… Sahneye şairin biri çıkıyor, biri iniyordu.
Şiir taşraya yakışıyordu. Yanık, mahzun, mahcup… Kadınlar çekirdek çitliyor, çocuklar dondurma yalıyor. Bebekler mırıl mırıl uykuyu çağırıyordu. Hilmi Yavuz gerilerde bir sandalyeye oturmuş, elinde yıllardır yakılmayı bekleyen sigarası, şiir dinliyordu. Ortam dingin ancak zihinler karışıktı. Zira herkes gün boyu ‘yeni bir şey yapmak gerektiğini’ tekrarlıyordu…
4 temmuz 2011