Ne zaman bu ülkedeki farklı kültürel, dinî ve etnik unsurlardan dem vurulsa, herkesin dilinde “Türkiye kültürler harmanı. Biz hoşgörü medeniyetinin vârisleriyiz. Farklılığımız zenginliğimizdir.” mealinde beylik laflar dolanır. Hesapta kimse çeşitlilikten şikâyetçi değil. Gelin görün ki sıra hakikate geldiğinde durum bu kadar parlak değil. Hepimiz, farklılıklarımızın görünür olduğu yerde; baskı altına alınmış, kenara itilmiş, sınırlanmış, ötekileştirilmiş hissediyoruz… Kime sorsanız hâlinden şikâyetçi. Herkes, rivayet o ki, karşıdan bakıldığında devletin sahibi gibi duran generaller bile kendini mağdur ve haksızlığa uğramış hissediyor. Kim mağdur? Aleviler mi, Kürtler, dindarlar, gayrimüslimler mi?.. Peki mağduriyetin kaynağı ne? Söz gelimi iddia edildiği gibi Sünniler mi sınırlıyor Alevileri? O iktidara sahiplerse neden başörtüsü yasağı çözülemiyor yıllardır? Sorular uzar gider. İyisi mi biz cevapların peşine düşelim.
16 ilde 2190 kişiyle yapılan bir kimlik araştırması, ülke genelindeki tüm siyasi ve kültürel unsurların öyle ya da böyle halinden şikâyetçi olduğunu ortaya koyuyor. Önümüzdeki günlerde kamuoyuna sunulacak raporun sonuçlarına göre, Türkiye’de insanları bir arada tutan ortak bir kimlik yok. Herkesin paylaştığı ‘ötekilik’ hissini saymazsak tabii. Bu sonuçtan hareketle “Türkiye’de Bir Ortak Kimlik Olarak Ötekilik” adı verilen çalışmayı, Prof. Dr. Yasin Aktay başkanlığında bir heyet hazırladı. Eğitim-Bir Sen için yapılan anket, ağır aksak ilerleyen demokratik açılım, Alevi ve Roman açılımları ve hatta anayasa değişikliği gibi gündem maddelerinin aslında toplumsal birer ihtiyaç olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Stratejik Düşünce Enstitüsü Başkanı Prof. Yasin Aktay’la araştırmanın ortaya koyduğu sonuçları ve satır aralarında gizli mesajları konuştuk.
-Araştırmanızın adı çok net bir mesaj içeriyor. Peki, içeriği ne söylüyor?
İçerik Tablosu
- 1 -Araştırmanızın adı çok net bir mesaj içeriyor. Peki, içeriği ne söylüyor?
- 2 -Kim kendini devletin öznesi hissediyor?
- 3 -Devlet yerine konumlanıp birbirimizi sınırlıyor, ötekileştiriyoruz yani?
- 4 -Çalışmanızda ‘ötekilik’ kavramı üzerine de bir tartışma var…
- 5 -İnsanların kendini devletin asli unsuru gibi hissetmesine mâni olan ne?
- 6 -Karşılıklı mağduriyet empatiye dönüşüyor mu?
- 7 -Bu araştırma sorunun çözümüne dair ne söylüyor bize?
- 8 -Kimliğin şekillenmesinde etkili olan temel belirleyiciler neler?
- 9 -Bu çok yönlü sürece rağmen kimlik araştırmasından sağlıklı sonuca ulaşmak mümkün mü?
- 10 -Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak bir kimliği var mı?
- 11 -Türklük, Müslümanlık?..
- 12 -Araştırmada ‘mahalle baskısı’na da değiniyorsunuz. Bu baskı kimlikler üzerinde ne kadar etkili?
- 13 -Kendini en öteki hisseden kim?
- 14 -Görüşmeleri Alevi açılımının konuşulduğu günlerde yaptınız. Alevilerin açılıma bakışları nasıl?
- 15 -Kürtlerin tavrı için ne söylenebilir?
- 16 -Araştırmanın ortaya koyduğu en çarpıcı sonuç ne sizin için?
- 17 -Bu sonucu nasıl yorumluyorsunuz?
- 18 -Araştırma Alevi – Sünni gerilimi ile ilgili nasıl veriler sağlıyor bize?
- 19 -Birbirimizi hapsettiğimiz bu hapishaneden çıkış ne peki?
- 20 Soru: Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi Sünnilerin ihtiyacını karşılıyor mu?
Ulaştığımız temel sonuç şu: Türkiye’de insanların büyük kısmı kendini öteki olarak görüyor. Bir şekilde ötekileştirildiğini hissediyor. Herkes devletin öteki olduğunu ve ötekilerin devletin yaptığı yanlışlardan sorumlu olduğunu düşünüyor. Bu o kadar farklı biçimlerde tekrarlanıyor ki, ötekilik bir ortak kimlik olarak çıkıyor karşımıza. İçselleştirilerek yaşanıyor. Süreç ikili işliyor. Başkaları tarafından ötelendiğimizi söylerken bir yandan diğerlerini dışlayarak onlar üzerinden kendi ötekiliğimizi inşa ediyoruz.
-Kim kendini devletin öznesi hissediyor?
Aslında hiç kimse merkezde değil. Ama hiç kimse tam olarak dışında da değil bu sistemin. Devletin somut bir öznesi yok. Sürekli değişiyor ve herkes nöbetleşe diğerinin üzerinde devlet baskısı kuruyor. Bir açıdan ötekilik hissi içindeki kişi yeri geldiğinde devlet olarak konumlanıyor. Demokratik açılım konulu bir toplantıda yaşadığım bir örneği nakledeyim. Yanında muhtemelen okula o hâliyle gitmesi engellenen başörtülü bir hanımefendi bulunan bir genç adam söz alıp, “Onlara anadili ile konuşma hakkı verirsek eğitim hakkı da isterler.” diye itiraz etti. Cümlenin kuruluşuna dikkat ettim. ‘Onlar’ dediği Kürtler, kendisi ise devlet. Zımnen hakkı verenin kendisi olduğunu ikrar ediyor. Başörtüsü yasağı söz konusu olduğunda bu kez solcu, Kürt ya da Alevi aynı tepkiyi verebiliyor.
-Devlet yerine konumlanıp birbirimizi sınırlıyor, ötekileştiriyoruz yani?
Aynen öyle oluyor. Zulme maruz kalırken devletten çok uzağız, devleti kendimize yabancı görüyoruz, ama yeri geldiğinde herkes devlet erki adına başkalarına karşı otorite sergilemeyi mazur göstermenin telaşına düşüyor. Bu biraz da devletin kendi günahlarını vatandaşlarına pay etmesinden kaynaklanıyor galiba. Yani herkes ‘öteki’ unsurlara karşı devlet adına nöbet görevini üstleniyor. .
-Çalışmanızda ‘ötekilik’ kavramı üzerine de bir tartışma var…
Evet. Kavramın felsefi içeriği bugünkü popüler kullanımından farklı. Ötekilik saygı duyulması, anlaşılması gereken bir pozisyona, insani duruma işaret eder. Öteki; tanımlamamızdan veya her türlü müdahalemizden bağımsız kabullenebildiğimiz ölçüde ötekidir ve bir sorumluluğun konusudur. Fakat gündelik kullanımda süreç başka türlü işliyor. Ötekileri kendimize benzetmeye çalışıyor, farklılığa tahammül edemiyoruz. ‘Nasıl Alevi olabilir? Ne diye başını örtüyor ki o da bizim gibi olsun! Neden kendine Kürt, Ermeni der?’ diyoruz. Onu Kürt, Ermeni olarak bırakmamak yönünde gelişiyor tepkimiz. Hâlbuki öteki, ötekidir. Kürt’tür, Alevidir, dindardır, başörtülüdür ve böyle kabul edilmesi gerekendir…
-İnsanların kendini devletin asli unsuru gibi hissetmesine mâni olan ne?
Merkezin bu hisse sebep olacak bir tavrı yok aslında. Baskıyı bireyler karşılıklı olarak birbirleri üzerinden inşa ediyor. Micheal Foucault, ‘iktidar, bizim ürettiğimiz ve başkalarına dayattığımız, aynı anda da başkaları tarafından üretilip bize dayatılan bir şeydir’ der. Hatta zaman zaman devlete bile dayatırız iktidarı. “Şu hakkı verirsek…” diye başlayan konuşmayı düşünün. Bu dili kullanan insan bayağı iktidarın sahibi gibi görür kendini. Yanındaki başörtülünün mağduriyetini gideremez ama başkalarını mağdur edebilir. Devlet, piyasa eli gibi gizli bir el. Tek bir öznesi yok.
-Karşılıklı mağduriyet empatiye dönüşüyor mu?
Hayır, maalesef. Empati eksikliğini giderebilirsek birbirimizden başka devletimiz olmadığını da görmüş oluruz. Devlet hepimiziz.
-Bu araştırma sorunun çözümüne dair ne söylüyor bize?
En azından kendini ötelenmiş hissedenlerin aynı anda başkalarını ötekileştirdiğini ortaya koyuyor. Kendini öteki hissetmeyen yok. Birkaç gün içinde aralarında entelektüellerin, dindarların, generallerin de olduğu farklı kesimlerle temas eden bir arkadaşımın ulaştığı sonuç da aynı yönde. Generaller bile mağduriyet hissi içinde. Aleviler ‘mağduruz’ diyor. Peki, kim sebep veriyor buna? Sünniler mi? Ama onlar da mağdur. Daha din eğitimi sorunlarını çözebilmiş değiller. İmam-hatip öğrencilerinin elinden yüksek eğitim hakkı alınmış. Çocuklarını başörtüsüyle okula bile gönderemiyorlar, onları kim mağdur ediyor o zaman?
-Kimliğin şekillenmesinde etkili olan temel belirleyiciler neler?
Pek çok farklı faktör oluşturur kimliği. Aile, eğitim ya da din gibi temel başlıklar sıralamak kolay değil. Bir etkilenme, sosyalizasyon süreci. Dinin temel referans alındığı bir toplumda yaşıyorsanız din; milliyetçilik vurgusunun bariz olduğu bir ortamda yaşıyorsanız etnik aidiyetiniz kimliğiniz hâline geliyor. Kimlik verili değildir, sonradan kazanılır. Ne olduğunuz değil, kendinizi ne hissettiğiniz önemlidir. Ne hissettiğiniz de genellikle sadece size bağlı olmuyor. İçine düştüğünüz değişik sosyalizasyon süreçlerinin etkisiyle benimsiyorsunuz belli bir kimlik tanımını. Kimliğiniz baskıya maruz kalmışsa kimsenin gelip size propaganda yapması, farkındalığınızı harekete geçirmesi gerekmez. O kimliğe uyanıverirsiniz.
-Bu çok yönlü sürece rağmen kimlik araştırmasından sağlıklı sonuca ulaşmak mümkün mü?
Bu tür çalışmalarda insanlara ne oldukları, kendilerini nasıl hissettikleri sorulur. Sorunun tek cevabı yok. Bu nedenle biz muhataplarımıza birinci dereceden ‘ne’ hissettiklerini sormakla kalmadık aynı seçeneklerle ikinci defa kendilerini ‘nasıl’ hissettiklerini bir daha sorduk. Türkiye’de hiç kimsenin kimliği yekpare ve tek renkli değil. Farklı zamanlarda farklı unsurlarının ön plana çıktığı bir konfigürasyon gibi. İnsanlara kendinizi Türk mü, Müslüman mı, Alevi mi… hissediyorsun? diye sorduğunuzda birini seçer ama aslında Türk ve Müslüman hatta çok ilginçtir aynı anda Kürt ve Türk hissediyor olabilir.
-Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ortak bir kimliği var mı?
Herkesi içine alacak bir ortak kimlik yok. Muhtelif kesişme noktaları var ama tek bir ortak kimlikten söz etmek mümkün değil. Rapor nihai olarak bize ortak kimliğimizin ötekilik olduğunu söylüyor.
-Türklük, Müslümanlık?..
Hayır. Türkler başka etnisitelerle ilişkilerini onların da Türkleşmesi üzerinden kurabileceklerini düşünüyor. Diğer etnik grupların Türkiye’ye bağlılıkları çoğunlukla Müslümanlık üzerinden yürüyor. Birincil kimlik tercihlerini ağırlıklı olarak Müslümanlık yönünde ifade ediyorlar. Birincil kimlik olarak Türklüğü benimseyenlerde ise Türklük Müslümanlıktan daha baskın bir karakter. Yarılmanın ilk adımı Türklük kimliğinin dayatılması. Üstelik diğer etnik unsurlar Müslümanlık yanında Türklük hissiyatına da sahipler. Kültürel seçenekleri Türklüğü de içeriyor. Mesela Kürtler arasında kendini ikinci ya da üçüncü seçenekte Türk tanımlayanlar azımsanmayacak düzeyde. Ama Türklük tanımı tek başına insanları mutlu etmeye yetmiyor.
-Araştırmada ‘mahalle baskısı’na da değiniyorsunuz. Bu baskı kimlikler üzerinde ne kadar etkili?
Mahalle baskısı, Türkiye’de ‘dindarların laikler üzerindeki baskısı’ olarak tercüme edildi. Aslında bu kavram aynı referanslara sahip insanların birbiri üzerinde kurduğu baskıyı anlatıyor bize. Mahalle baskısı kendine benzeyeni kontrol altında tutma çabasıdır ve her yerde olur. Toplum böyle ortak referanslarla ayakta durur.
-Kendini en öteki hisseden kim?
Görüştüğümüz gayrimüslimlerin oranı çok düşük olduğu için onlarla ilgili anlamlı bir sonuca ulaşamadık. Elimizdeki verilerden hareketle azınlıklarla ilgili kesin bir hüküm veremiyorum. Bizim araştırmamıza göre kendini en fazla ötekilenmiş hisseden kesim Aleviler.
-Görüşmeleri Alevi açılımının konuşulduğu günlerde yaptınız. Alevilerin açılıma bakışları nasıl?
Alevilerle CHP ve sol partiler arasında gözle görülür bir özdeşleşme ve yakınlık var. Partinin tutumu ve söylemi olduğu gibi Alevilere yansıyor ve açılım içeriğine hiç değinilmeksizin reddedilmeyi hak ediyor. Alevilerin geneli iktidarın yürüttüğü politikaları desteklemezken hatırı sayılır bir kesimin bu politikaları anlamlandırma çabası içinde olduğunu da eklemek gerek.
-Kürtlerin tavrı için ne söylenebilir?
Kürtler demokratik açılımı destekliyor. Alevilere nazaran daha uzlaşmacı bir yaklaşımları var. DTP ile çok organik bir bağlantı içinde olmayan seçmenin açılıma yaklaşımı olumlu. DTP’lilerin tavrı da esnemeye müsait.
-Araştırmanın ortaya koyduğu en çarpıcı sonuç ne sizin için?
Ben Türkiye’de insanların büyük kısmının kendini birinci dereceden Müslüman olarak gördüğünü sanıyordum. Öyle değilmiş, ilk tercih Türklükten yana. Yüzde 52,5 ‘önce Türküm’ diyor. Birinci dereceden Türklüğü seçenlerin yüzde 86’sı ikinci seçenek olarak Müslümanlığı seçiyor. Bu veri Türklükle Müslümanlığın büyük ölçüde örtüştüğünü gösteriyor. Ama terkip ‘Müslüman-Türk’ değil, ‘Türk–Müslüman’ şeklinde. Kendini birinci dereceden Müslüman diye tanımlayanların ikinci tercihlerine bakıyoruz, yüzde 25 Kürt. Bir kısmı Arap.
-Bu sonucu nasıl yorumluyorsunuz?
Türkler dışındaki etnik unsurların Türkiye ile bağı büyük ölçüde Müslümanlık üzerinden kuruluyor. Türkler ise diğerleriyle daha ziyade Türk milliyetçiliği üzerinden ilişki kuruyor. Bu önemli bir bulgu. Kürtler bütün tercihlerde Müslümanlarla paralel seçimler yapıyor ve oran olarak onlardan sonra geliyor. Birinci derecede Türküm diyenler oran olarak İslami değerlere Kürtlere nazaran daha uzak bir yaklaşım sergiliyor.
-Araştırma Alevi – Sünni gerilimi ile ilgili nasıl veriler sağlıyor bize?
Kendine Alevi diyenler arasında Aleviliğin birinci kimlik olarak tercih edilme oranı neredeyse yüzde 70. Diğer taraftan ankete katılan 2190 kişiden sadece 3’ü birinci kimlik olarak Sünniliği tercih etmiş. Bir Müslüman, Alevi değilse Sünnidir kabulünden ilerlersek bizim bulgularımıza göre Alevi Sünni karşılaştırmasında eksenin Sünnilik kutbu zayıf kalıyor. Türkiye’de Sünniliğin ciddi bir kimlik olmadığı sonucunu çıkarıyoruz buradan.
-Birbirimizi hapsettiğimiz bu hapishaneden çıkış ne peki?
Empatiden ve kendimiz için istediğimizi başkası için istemekten başka çözüm görünmüyor. Toplumsal karşılaşmaların imkânını artırmak lazım. Entelektüeller arasındaki diyalog tabana yansımıyor. AK Parti Kürtleri, Alevileri, Romanları açılımın hiçbir karşılık beklenmeden yapıldığına ikna edebilirse bu çevrelerin diğerlerinin meselelerine daha yapıcı bakma ihtimali artar. İnsanlar ‘o benimkini görmüyor ki ben niye onunkini göreyim?’ diyor zira. Bu araştırma empati uyarısı olarak algılanabilir.
Kime göre, kimin hakkı?..
Soru: Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi dersi Sünnilerin ihtiyacını karşılıyor mu?
Yüzde 31,4 ‘tamamen’, yüzde 49,3 ‘kısmen karşılıyor’ diyor. ‘Hiç karşılamıyor’ diyenler ise yüzde 19,30. Kendini birinci derecede Müslüman sayanların sadece yüzde 23’ü din dersinin ihtiyaçlarını tamamen karşıladığını düşünüyor. Aynı soruya muhatap olan Alevilerin yüzde 41,80’i tamamen karşıladığı kanaatinde. Aslında onun meselesi değil. Ama onlara o kadar din dersi yeter demekte sakınca görmüyor… Cem evleri söz konusu olduğunda bu sefer Sünniler aynı tepkiyi veriyor. ‘Cemevi ibadethane değil kültür evidir, olduğu gibi kalsın’ diyor. Kendimizde başkasının talebi, ihtiyacı, hakkı üzerine söz söyleme yetkisi buluyoruz. Başkasının sorunu bizimki kadar ciddi görünmüyor. Hisleri aynı ölçüde karşılık bulmuyor.
Aynı tavır diğer sorularda da çıkıyor karşımıza. Başörtüsü yasağı hakkında ne düşünüyorsunuz? Kendini birinci derecede Türk olarak tanımlayanların yüzde 29,6’sı ‘her alanda devam etmeli’, yüzde 47,5’i ise ‘bütünüyle kaldırılmalı’ diyor. Kimlik tercihini Müslümanlıktan yana kullananların yüzde 83’ü kaldırılmasını isterken Alevilerin yüzde 55’i her alanda devam etmesini istiyor. Ülke genelinde yüzde 80’e yakın insan öyle ya da böyle ‘yasak kalksın’ diyor.
Öne çıkan başlıklar
Kültürel kimliğini birincil düzeyde Kürt olarak ifade edenlerin oranı, Kürtlerin genel nüfus içindeki oranının hayli altında. Kürtlerin büyük kısmı ilk kültürel kimlik olarak Müslümanlığı seçiyor. Alevilik, hem ilk hem de ikinci ve üçüncü kimlik düzeylerinde sahiplenilirken Sünnilik neredeyse kimlik seçeneği olarak bile görülmüyor. İlk tercihte kendisini Türk olarak tanımlayanların ezici çoğunluğu ikinci kimlik olarak Müslümanlığı seçiyor. Alevilerin ikinci kimlik tercihleri daha çok Araplık ve Türklük. Kendisini birinci seviyede milliyetçi olarak tanımlayanların en çok sahiplendikleri ikinci siyasal kimlik Atatürkçülük. Kimliğinden dolayı en yoğun dışlanma hisseden siyasal kesimler sırasıyla solcular, demokratlar ve İslamcılarken, Atatürkçüler, milliyetçiler ve sağcılarda bu his çok düşük. Türkiye’de en fazla baskı ve ayrımcılığa uğrayan kesimlerin sırasıyla başörtülüler ve Kürtler olduğu düşünülüyor.
14 haziran 2010