Close Menu
Ayşe AdlıAyşe Adlı

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum

    Nisan 21, 2025

    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!

    Nisan 21, 2025

    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!

    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    • Yeşilçam’dan Portreler
    • Geçmiş Zaman Olur Ki…
    • Türkiye Kurulurken…
    • Hoş Sada!
    • Tüm Kategoriler
      • Şehir ve Mekan
      • Dünya’dan
      • GeziYorum
      • Kitabiyat
      • Nadir Söyleşiler
      • O Şehr-i İstanbul Ki…
      • Portreler
      • Sinema Yazıları
      • Sanat Penceresi
      • Tarih Yazıları
      • MetaFizik
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    Gündem - hissettiğin kadar yoksulsun

    hissettiğin kadar yoksulsun

    Yoksulluğun mahallesi, köyü, şehri yok aslına bakılırsa. Dört duvar arasında, hatta insanın içinde başlayıp bitiyor. Yiyecek ekmeği, evi, arabası, daha çok arkadaşı, daha yüksek maaşı olanlara kıyasla yoksuluz her birimiz.
    Şubat 11, 2015
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

     

    Yoksulluğun mahallesi, köyü, şehri yok aslına bakılırsa. Dört duvar arasında, hatta insanın içinde başlayıp bitiyor. Yiyecek ekmeği, evi, arabası, daha çok arkadaşı, daha yüksek maaşı olanlara kıyasla yoksuluz her birimiz.

    …

    Diyarbakır Ulu Cami’nin bahçesi. Kapıdan girenleri, turist rehberlerinden öğrendiklerini koro halinde tekrarlayan bir grup çocuk karşılıyor: “Cahit Sıtkı Tarancı, şaaair. Yaş otuzbeş, yolun yarısı eder/ ‘Dantel’ gibi ortasındayız ömrün…” Rojhat, Özgür, Ozan, Yeter ve Ahmet. Okullar tatil. Ne buldularsa doldurmuşlar tepsilerin üstüne, ‘ekmek parası’ kazanıyorlar. Rojhat su, Özgür şekerleme, ötekiler mendil, sakız satıyor. Yakın zamanda taşınmışlar şehre. Özgür 9 yaşında ve 6 kardeşi var. Babası Diyarbakır’da çalışıyor, ağabey ve ablalar dışarıda. Kazandığı parayı annesine verse de kendini katmıyor çalışanlar listesine. Sorunca çıkıyor cebindeki bozuklukların ne işe yaradığı: “Anneme veriyorum, ekmek alıyor. Bazenleri de bana harçlık veriyor.” Bunlardan ibaret anlatacakları. Sözün yerini hayatın yoksunluğu alıyor sonra.

    İstanbul’da yoksullara yardım yapan kurumun deposu. İlköğretim müfredatı gereği sivil toplum stajı yapan çocuklardan biri soruyor, kendileri ile ilgilenen ablaya: “Kime yoksul denir?”…”Her seferinde kala kalıyorum.” diye anlatıyor Dilşad Sunar. “Yoksulluğu anlatmak zor. Bir soru ile karşılık veriyorum çoğu zaman. ‘Sizin için ketçap ne anlama geliyor?’ diyorum mesela. Patates kızartmasını ketçapla yiyebilmenin zenginlik olabileceği yok hiçbirinin aklında.”

    Kamera çekimde, sunucu soruyor 9-10 yaşlarında bir kıza: “Ne istersin bizden?” Masumane cevap veriyor küçük kız: “Kurşun kalem…” Okulda arkadaşlarından ödünç almaktan, evde ödevini yapamamaktan mahcup…

    Yoksulluğun çocukça tarifleri bunlar. Hep makro ölçeklerle, kişi başına düşen gayr-i safi milli hâsıla ile açıklanmasına alışanlar için farklı ama daha gerçek tarifler…

    DÜNYA NÜFUSUNUN YARISI YOKSUL

    Maksadımız teorik bir çözümleme yapmak olmasa da resmi rakamlara göre kimin yoksul olduğunu bilmekte fayda var. ‘Geçinmekte güçlük çekmek’ diye tanımlanıyor yoksulluk. Günde 1 doların altında gelire sahip olanlar açlık, 2 dolarla geçinmeye çalışanlar ise yoksulluk sınırında kabul ediliyor.

    Dünyaya bu rakamlar üzerinden baktığımızda ortaya çıkan tablo buruk. Dünya nüfusunun yarısının günlük ortalama kazancı 2 doların altında. 1,5 milyar insan 1 doların altında günlük gelire sahip. Bir Afganlı ortalama günlük 44 cent, Etiyopyalı ise 30 cent kazanıyor. Açlığın pençesindeki 800 milyon kişinin 20 milyonu çocuk. Bir de dünyanın en zengin üç işadamının, yalnızca üç kişinin toplam servetinin en yoksul 48 ülkenin gelirinden fazla olduğu gerçeği var ki bu başka bir bahsin konusu… Bu rakamları bir çırpıda sıralayıveren kişi Kültür eski Bakanı ve UNICEF Türkiye Milli Komitesi Başkanı Prof. Dr. Talat Sait Halman. 2004 yılında BM özel raportörü Ciyn Zigler’in, “Açlık ya da kötü beslenme yüzünden her 1 dakikada 5 yaşın altında 12 çocuk ölüyor.” dediğini hatırlatıyor Halman. Sebebi doğal kaynakların yetmemesi olsa bir teselli bulmak mümkün belki, ama öyle değil. Açlığı tümden ortadan kaldıracak kadar zengin bir dünyada yaşıyoruz. Prof. Halman’a göre sadece zengini daha zengin, yoksulu daha yoksul yapan politikalara karşı bir siyasal iradeye ihtiyaç var.

    Mevzu Türkiye eksenine kaydığında sorun haline gelmiş bir yoksulluktan söz edebilmek için takvimi 80’lere kadar geri götürmek gerekiyor. Bilim adamları, toplumsal hizmetlerin özelleştirme yoluyla özel sektöre kaymasını ‘kamusal’ yoksulluğun miladı kabul ediyor. Zengin ve yoksul arasındaki farkın iyice görünür olması ise ithal malların çarşı pazarda boy göstermesi ve alım gücü yüksek kimselerin evine girmesi ile başlamış. Hayat standardındaki farkla kalmıyor elbette olay. Zenginle fakir arasına örülen ‘kültürel duvarlar’ da var…

    Şehirde yoksulluk, kenar mahallelerde yaşamak, eğitim, sağlık, adalet gibi toplumsal hizmetlerden daha az yararlanmak anlamına geliyor. Ekonomik analizlere bakıldığında Türkiye son yıllarda epeyce yol kat etmiş durumda. Ancak makro ölçeklerde gözlenen iyileşmenin sokakta karşılığı yok. 6 yıldır İstanbul’da yoksullara gıda yardımı yapan Gönül Kuşağı Derneği’nin Müdürü Haluk Nas, yoksulların hâlâ enflasyonla yaşadığını söylüyor. Gönül Kuşağı sadece gıda yardımı yapıyor. Sabit giderler düşüldükten sonra aylık 300 YTL’den fazla geliri olan aileler yardım alamıyor. Standart bu kadar düşük olmasına rağmen şu anda derneğin yardım ettiği aile sayısı 2 bin 400.

    KİM DAHA YOKSUL?

    Cüzdana giren para ise yoksulluğun ölçüsü -ki resmi makamlara göre öyle- şehirden uzaklaştıkça artıyor yoksul sayısı. Şiddeti ise şehre yaklaştıkça. Şehir ve köy yoksulluğu arasındaki en temel fark köyde tüketimin asgari seviyede olması. Evin önündeki bahçe ve bir inek gıda ihtiyacını karşılamaya yetebiliyor orada. Oysa şehirde en fakir mahallede bile kira ödemekle başlanıyor hayata.

    Yoksulluk sıklıkla doktora gidememek olarak hissediliyor şehirde. Sonra utanç, ellerine düzenli para geçmemesi ve tükenmişlik… Dört duvar arasında en fazla zamanı kadınlar geçiriyor. Evin eksikleri, çocukların ihtiyaçları bir yük gibi biniyor omuzlarına ve hayat standardını en iyi onlar yansıtıyor. Yoksulluğun gölgesi annelerin yüzüne, sözlerine düşüyor.

    Zeynep Hanım daha 25’inde. Erzurumlu. 3 oğlu var. Eşinden ayrılmış. Annesi ve babası hayatta değil. Gidecek yeri yok, İstanbul’a mecbur kısacası. Mahallelinin desteği ile bir tarlanın ortasına yapılmış tek odalı gecekonduda yaşıyor. Yeni kalkılmış kahvaltı sofralarında sadece çay, ekmek ve vişne reçeli var…

    Pullu teyze Gümüşhaneli. İstanbul’a geleli 40 yılı geçmiş. Yaşını bilmiyor, eşini iki yıl önce kaybetmiş. 2 odalı gecekonduda tek başına yaşıyor. Düzenli bir geliri yok. Çok bir beklentisi de yok zaten. Ağabeyinin vefat haberini almış bir süre önce, yol parası bulamadığı için cenazeye gidememiş. “Hiç olmasa kabrini ziyaret edebilseydim.” diye sessiz sessiz ağlıyor.

    İstanbul’un her mahallesi Türkiye’nin ayrı bir yüzüne ayna tutuyor. Fakir Türkiye’yi görmek için çok aramaya gerek yok. Etiler’de iseniz Fatih Sultan Mehmet Mahallesi’ne, Kadıköy’de iseniz Sahra-yı Cedid’in ara sokaklarına gitmeniz kâfi. Sıvası dökük, duvarı çatlak, yolları çamurlu evler, yoksulluğun en direkt tanımını yapıyor. Yüksek apartmanların arkasına gizlenmiş, iç içe sokulmuş her evde bir televizyon var. Ve sanki sahip olamadıkları hayatların görüntüsü daha net düşsün oturma odalarına diye çatılarda bir de çanak anteni.

    İstanbul’da yoksulluğu daha bir görünür kılan gittikçe artan göç dalgası. Yardım derneklerinin listelerinde kayıtlı ailelerin çoğu Doğu ve Güneydoğu kökenli. Ve neredeyse hepsi önce kendilerine daha ‘yakın’ yerlerde denemiş hayata tutunmayı. Güneydoğu’da Diyarbakır paylaşıyor İstanbul’un kaderini. Son 15 yılda nüfusu üçe katlanan şehrin çehresi değişmiş adeta. Diyarbakır Kalkınma Merkezi’nde göçün sebepleri ve sonuçları üzerine araştırmalar yapan Tahir Dadak ve Zarife Durmaz, kısa vadede teşvikler yoluyla köye dönüşün cazip kılınması gerektiğini savunuyor. Aksi takdirde becerileri para etmeyen bu insanlar şehrin çaresizliğine mahkum kalacaklar.

    DOĞUNUN PARİS’İ DEĞİL, YOKSULLARIN ŞEHRİ

    Şehrin en önemli meselesi, göçün tetiklediği yoksulluk ve bundan beslenen eğitim, sağlık ve güvenlik sorunları. Varoşlarda babalarının yükünü devralmış işsiz ve vasıfsız bir nesil boy veriyor…Son yıllarda yoksulluk denince akla Diyarbakır’ın gelmesinin bir sebebi de üç yılı geride bırakan mikro kredi uygulaması. 25 yıl önce Pakistan’da Prof. Dr. Muhammed Yunus’un cebinden çıkardığı birkaç bin rupi ile başlayan yoksullara maddi destek projesi şu anda 111 ülkede uygulanıyor. Türkiye’nin katılım tarihi 18 Temmuz 2003. Maksat yoksulların küçük paralarla da olsa kendi hayatlarına yön vermelerini kolaylaştırmak. Fabrika kurulamıyor bu kaynaklarla elbette. Ama 500 YTL ile de bir şeyler başarılabiliyor. Hikaye bir kadının 3 küçük kullanılmış bisiklet alması ile başlıyor mesela. Sokağa 50, 100, 200 metre işaretleri koyuyor ve bisikletleri kiralamaya başlıyor. Bir yıl sonra kredi miktarı 800 YTL’ye çıkıyor. Sonra 2 bin YTL’ye. Şimdi 6 bisikleti, iki mobileti var. Günde 60, ayda 1800 YTL kazanıyor.

    Diyarbakır Proje Yöneticisi bir Pakistanlı; Shamsul Alam Khan Chawdhury. “Yoksulların kapasitesi, fikri ve enerjisi vardı tek eksik paraydı. O da mikro kredi ile sağlandı.” diye özetliyor projeyi. Bangladeş’te mikro krediden yararlananların sayısı 6 milyonu aşmış durumda. Diyarbakır’daki üye sayısı ise 4 bine yakın. Yine bir Pakistanlı olan Proje Koordinatörü Abdul Metin Bey, mikro krediyi Asr-ı Saadet uygulamasına benzetiyor. “Fakir olduğu için Allah Resulü’nden yardım isteyen bir sahabeye ‘Neyin var?’ diye soruyor Hazreti Peygamber. Bir battaniyesi olduğunu söyleyen sahabeden onu getirmesini istiyor. Gelen battaniye satılıyor ve elde edilen para ile bir balta alan sahabe, odunculuk yaparak evini geçindirmeye başlıyor.”

    MİKRO KREDİ İLE HAYAT BULANLAR

    Projenin en önemli başarılarından biri daha önce tek başına evden bile çıkmamış kadınların kendilerine güvenmelerini sağlamak. Erkeklerin zaten çalıştığı farz edildiği için sadece kadınlar yararlanabiliyor bu krediden zira. Sevgi Fidan, 20’li yaşlarda. Evlendikten sonra eşinin ailesi ile yaşamış. 3 yıl önce ayrı eve çıkma kararı aldıklarında 1 yatakları ve 500 YTL paraları varmış. Mikro krediden destek alarak telefon parçaları alıp satmaya başlamışlar. Her destekle biraz daha genişletmişler işlerini. “İş kurmadan önce Bursa’ya taşınmayı düşünüyorduk.” diyor Fidan. Artık Diyarbakır’dan ayrılmak gibi bir planları yok. Dükkân açıldığında hiçbir şey yokken şimdi tüm teknik malzemeleri tamamlamış durumdalar. Evde de dükkândaki gibi hızlı bir gelişme yaşanmış. 3 yıl önce eşyaları bir divandan ibaretmiş, şimdi mobilya da beyaz eşya da tamam.

    Kevser Demir, yaşını tam olarak bilmese de 40’larında olduğu belli. Onun 4 çocuğu var. 3 yıldır mikro kredi üyesi. Eşi akciğerlerinden rahatsızlanıncaya kadar boyacılık yapmış. Şimdi çalışamıyor. “Evde yoğurduğum hamuru fırında pişirtmek için 1 milyon bulamıyordum, konu komşudan bir şeyler istemekten de utanıyordum artık.” O günler geride kalsa da anlatırken yine mahcup oluyor Kevser Hanım. 500 YTL ile başlamış işe. Evinin önündeki odunluğu kullanmış o da pek çok kadın gibi. 4 metrekareye yakın bir genişliği var toprak damın. Tezgâhın arkasında 20 yaşındaki lise mezunu oğlu Ahmet duruyor. Tahta raflar annesinin ördüğü oyalar, tuhafiye malzemesi ve terliklerle dolu. Aylık kazançları 100 YTL civarında. Bu elbette çok küçük bir rakam ama onu bile bulamadıkları zamanları hatırladıkları için kanaatkâr bir memnuniyet var yüzlerinde.

    Diyarbakır tecrübesinden yola çıkarak harekete geçen şehirlerden biri de Van. Hakkâri, Bitlis, Muş ve Ağrı ile çevrili şehir, 1990’ların sonlarından beri yoğun göç alıyor. Nüfusu kısa sürede birkaç kat artmış ve yoksulluk, göçün de etkisiyle gittikçe daha görünür olmaya başlamış. Şehrin tabela nüfusu 285 bin, ama gerçek rakam 500 bin civarında. Vali Yardımcısı Mustafa Yavuz, yoksulluğun sosyal ve psikolojik sorunları da beraberinde getirdiğine dikkat çekiyor. Yetkililer birkaç yıldır bu olumsuz etkileri ortadan kaldırmaya çalışıyor. Son girişimleri mikro krediye geçiş.

    Özellikle Doğu ve Güneydoğu coğrafyası, örfi yapısı sebebiyle kadınların çalışmasına alışık değil. Projenin uygulanmaya başladığı ilk zamanlarda sadece kadınları destekledikleri için erkekler tarafından eleştirildiklerini anlatıyor Van birim yetkilisi Ayşe Demir. Zamanla aşılmış bu problem. Zira kaynaktan sadece kadınlar faydalansa da nihai sonuçları tüm aileyi etkiliyor. Demir, kendini işe yaramaz hisseden kadınların çaresizlikten kurtulmak için çabaladıkça hayata tutunduklarını anlatıyor sesi titreyerek: “Yoksulluğa yabancı değilim ama para vererek insanların sosyal açıdan kalkındırılabileceğini hiç düşünmemiştim. Ekonomik rahatlama hedefliyorduk. Ondan önce sosyal gelişmelere şahit olmak bile yeter mutlu olmaya.” Kredi almadan önce bir haftalık bir eğitimden geçirilen kadınlar, alacakları para ile ne iş yapacaklarına kendileri karar veriyor. Bu ilk anda çok zor gelse de yaptıkları işler aslında çevrelerini ne kadar iyi gözlemlediğini ortaya koyuyor. Ferinaz Temuçin 45 yaşında. 1,5 milyarlık ikinci krediyi birkaç ay önce almış. Ayda 500 YTL’ye yakın kazanıyor. Eşi inşaat işçisi. 7 çocuğu var, 3’u okula gidiyor. Büyükler okumamış. Yakınlarda bakkal olmadığı için evin önüne inşa ettikleri küçük kulübede mahalle halkına hizmet veriyor. Katılım parasını geri ödeyene kadar çocuklarına babalarından para getirmedikleri sürece hiçbir şey vermiyormuş. “Şu anda benim param değil, benim olduğunda gelsinler vereyim. Onların geleceği için çalışıyorum, kızmazlar bana.” diyor gülerek.

    Dilek Altın yeni evli. Bir fermuar almak için çarşıya kadar gitmesi ve bunun için ayrıca yol parası vermesi gereken kadınlara evinin bir odasını tuhafiyeye çevirerek hizmet veriyor. Asiye Çalış ise 65 yaşında. Okuma yazma bilmiyor. 500 YTL kredi almış, söylediğine göre aylık geliri bu miktarı aşmış durumda. Asiye teyze köyden gelen bir sütçü ile anlaşmış. Sütü evinde mayalayıp bakkallara yoğurt satıyor.

    KÖYLÜ MÜ YOKSUL ŞEHİRLİ Mİ?

    Vanlı yetkililer bir yandan projeyi heyecanla yürütürken bir yandan da yeni açılım arayışını sürdürüyor. Mikro krediyi verimli kullanan 40 kadını 5 yıllık destek sağlayarak iş dünyasına taşımak, üretilen fikirlerden biri. Bu projeyi bir fidanlığa benzeten Mustafa Yavuz, yoksullukla tek başına devletin baş edemeyeceğini, konuya sivil toplumun daha duyarlı olması gerektiğini söylüyor.

    “Size bu mektubu yazıyorum, çünkü yardım isteyebileceğim kimse yok. Çok mağdur durumdayım…” Eğri büğrü bir yazı ile yazılmış bir mektupta geçiyor bu cümleler. Altında sadece Mehmet Emin Akyüz, Kayalıpınar Köyü, Midyat yazıyor. Gönderildiği adres Kimse Yok mu Derneği’ne ait.

    Yoksulluk şehirde daha görünür olduğu için belki, son dönemlerde tartışmalar da çözüm önerileri de ‘kent yoksulluğu’ başlığı altında yürütülüyor. Emin Bey’in mektubunda telefon numarası yok ya da başka bir iletişim adresi. Oysa Midyat’ta bile Kayalıpınar köyünü bilen yok. İlçeye yarım saat yolu var Kayalıpınar’ın. Köyün girişinde arabayı karşılayan çocuklar adrese bakıp, “Ağa’nın evine gideceksiniz” diyor. Demek lakabı ‘ağa’! Evi babasının taş evinin üst katındaki bir oda. Emin Bey 24 yıldır Hamdiye Hanım’la evli. 43 yaşında, 7 çocuğu var. Yıllarca inşaat işçiliği yapmış ve sonunda 1987’de elden düşme bir minibüs alarak yolcu taşımaya başlamış. 6 yıl sonra arabası mayına çarparak havaya uçana kadar. 29 kişinin bulunduğu araçtan Emin Bey ile birlikte 3 kişi kurtulmuş. Aylarca tedavi görse de bünyesi ağır işler yapmaya müsaade etmemiş. En büyük çocuğu 16 yaşında, Şırnak’ta çaycılık yapıyor. Aile onun gönderdiği para ile geçiniyor. “Okulu bitirdi” diyor babası. Köy şartlarında çocuklar ancak ilkokulu okuyabiliyor zaten. Kayalıpınar’a en yakın lise ilçede. Ailede 3 öğrenci var. Bunlardan Habip 7’yi bitirmiş, sınıf birincisi. Öğretmeni okuması için ısrar edince Midyat’taki dershaneleri dolaşmışlar. Mehmet Emin Bey, Habip’e duyurmamaya çalışarak; “Hiç olmasa o okusun da hayatını kurtarsın istiyorum ama dershaneler en az bin beş yüz lira istiyor. Ben karşılayamam…” diyor.

    YOKSULLUĞUN KÜLTÜRÜ KENDİNDEN DAHA AĞIR

    12 yaşındaki Nesrin, hayata ilkokul mezunu annesinin bile gerisinde başlıyor. Hiç okula gitmemiş. Köy dışında gördüğü tek yer Mardin. Oraya da en son bir yıl önce gitmiş. Su şebekesi arızalı olduğu için çeşmeden su taşımak onun işi. Hiç memur çıkmamış Kayalıpınar’dan. İlk üniversiteliler de henüz mezun olmamış. “Benim gibi çalışacaklar onlar da.” diyor Emin Bey çocuklarının geleceğinden söz ederken. Onlar da durumun farkında olduklarından belki, geleceğe dair konuşmak istemiyorlar. Habip’in köy daha iyi demesine rağmen, Nesrin’in şehirde yaşama özlemini saymazsak tabii.

    Benzer hikâyelere şahit olmak için uzaklara gitmeye gerek yok aslında. İsimler değişse de yüzlerdeki ifade de kurulan cümleler de birbirine benziyor. Bir de mevcut durum karşısında sergilenen tahammül ve rıza. Bu yaklaşım, umudu diri tutmak için gerekli elbette. Yalnız kurdukları cümleler mücadele etmek için hiç istek duymadıklarını düşündürebiliyor zaman zaman. Yıllarca gecekondu mahallelerinde yoksulluk üzerine çalışmalar yürüten Prof. Orhan Türkdoğan bu kanaati doğruluyor. Türkdoğan’a göre yoksulluk içinde yaşayan insanlar zamanla bir kültür oluşturuyor ve kendilerine güvenilir bir koza örüyorlar: “Yoksulluk kültürünü bilmeyen birinin, başına yıkılacak gibi duran evin kapısında duran bir kadının ‘Zenginlik bize göre değil.’ cümlesini anlamasına imkan yok.” diyen Türkdoğan, yoksulluk kültürünü; ‘gecekondu insanının kazandığı bir yaşam biçimi ve dünya görüşü’ olarak tanımlıyor. Yoksulluktan tamamen farklı bir bela bu. Belediyelerin gecekonduları ortadan kaldırmak maksadıyla başlattığı kentsel dönüşüm projelerini de bu kültürü yok saydıkları için en baştan başarısız kabul ediyor Türkdoğan. “Sadece daha iyi yerlerde yaşıyor olmak o güne kadar benimsedikleri değerler sistemini değiştirmeye yetmez. Tek problem parasızlık değil. Gecekonduda yaşayan insanın da parası, arabası hatta apartmanı olabilir.”

    Sivil toplum kuruluşları da Türkdoğan’ın zaviyesinden bakıyor duruma. Yoksulluk kültürü, Deniz Feneri Derneği’nin kurduğu Yoksulluk Araştırmaları Merkezi’nin (DEYAM) çalışmalarında önemli bir yer tutuyor. DEYAM koordinatörü Ümit Aydoğmuş karşı karşıya oldukları durumu, “Yoksullukla mücadelenin önündeki temel sorun onun sadece bir alım güçlüğü olarak görülmesi. Oysa maddi ve ekonomik sorunları toplumsal, tarihsel, kültürel ve sosyal sebeplerle birlikte düşünmek gerekiyor. Aynı şekilde yoksulluğa çözüm ararken de yoksul olduğu için hastalanan veya hasta olduğu için yoksullaşan, aynı şekilde eğitimine devam edemediği için geçimini temin edemeyen insanları birbirinden ayırmamak lazım.” cümleleri ile özetliyor.

    9 Eylül Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Coşkun Can Aktan da yoksullukla mücadele adına yürütülen faaliyetlerin yetersizliğine işaret edenlerden. Aktan, sadece acil yardım içeren sosyal devlet anlayışının tembelliğe sebebiyet vermekten öte bir işe yaramadığına dikkat çekiyor. Problem zor ve çözümsüz gibi görünse de Haluk Nas yapılabilecek bir şeyler olduğunu düşünüyor: “Yardım kuruluşlarında dağıtımı genellikle gönüllüler yapar. Erzakı eğitim seviyesi yüksek kişiler götürse, gittiğinde bir iki saat oturup ev halkı ile sohbet etse, çocuklar onların çocukları ile arkadaşlık kursa sıkıntıları aşmak çok daha kolay olur. Elimizde dönüşüm için iyi bir fırsat var ama imkân yok.”

    Prof. Dr. Talat Halman ise başka bir yere, İslam akidelerine vurgu yapıyor yoksullukla mücadele konusunda: “Zekât, Müslümanlara, kendilerine bahşedilen nimette başkalarının da hak sahibi olduğunu hatırlatır. İslam âleminde zekât vermekle yükümlü insanlardan kaçı bu vecibeyi yerine getiriyor acaba?” Sonuçta sözü zekâtın vergiye dönüştürülmesine getiriyor Halman. “Belirli bir gelir düzeyinin üzerinde olan her vatandaştan, kurumdan, şirketten yüzde iki buçuk vergi kesmekten söz ediyorum. Bunu ihtiyari bağışa bırakmasak, elde edilen geliri de sadece muhtaçlara harcasak. Ne dersiniz bu yapılamaz mı?”

    YOKSULLARIN MECLİS’TEKİ SÖZCÜSÜ

    AKP Diyarbakır Milletvekili ve Türkiye İsrafı Önleme Vakfı Başkanı Prof. Dr. Aziz Akgül, yoksullukla mücadele denilince akla gelen isimlerden. Mikro krediden sonra ‘gıda bankası’ ve ‘yoksul bank’ projeleri de Akgül’ün imzasını taşıyor. Aristo’nun 2 bin 400 yıl önce söylediği, “Yoksulluk kargaşanın ve suçların anasıdır.” sözünü “İnsanları doyurmadan ne terörle başa çıkabilir, ne de ekonomiye yön verebilirsiniz.” diye yeniden yorumlamış Akgül. Hırsızlık, kapkaç, fuhuş, çetecilik gibi adi suçların da, terörün de yoksulluktan beslendiğini düşünüyor.

    Meclis’teki odasında yeni yasa teklifleri üzerinde çalışan Akgül yoksullukla mücadelenin bazı radikal kararları gerektirdiğini hatırlatıyor: “Fırsatların bir kesimden diğerine kaydırılması düşünülmeli. Bir kesimin kaybı diğerinin kazancı haline dönüştürülmeli. Bu, bir hükümetin alabileceği en zor karar elbette.” Birleşmiş Milletler’in, ‘ekonomik kalkınma tek başına yoksulluğu azaltmak için yeterli değil’ yaklaşımı Akgül’ün gerekçelerini daha da güçlendirmiş durumda.

    Mesaisinin önemli bir kısmını kamuoyuna yoksullukla mücadeleyi benimsetmeye ayıran Akgül’ün Meclis’te görüşülmeyi bekleyen tekliflerinden biri kamu görevlilerinin, yaptığı işin niteliğine göre, esnek zamanlı istihdam edilmeleri. Öneri yasalaşırsa bir sekreter sabahtan akşama kadar değil de günde 3 saat çalışacak ve sonra bir başkası devralacak işi. Akgül’e göre böylelikle hem iş yürüyecek, hem birden fazla insan istihdam edilmiş olacak. Üstelik kamu personeline kendi hesabına çalışma imkânı da sağlanmış olacak. Gelecek eleştirileri şimdiden, “Dışarıda 18 milyon insan hayat mücadelesi verirken devlet onları görmezden gelemez. 2,5 milyon insanın işsiz olduğu bir yerde birilerinin günde 8 saat çalışarak devlet garantisi elde etmesi mevcut şartlarda imkânsız.” diye cevaplıyor.

    Çokça tartışılacak tekliflerden biri de bölgesel asgari ücrete yönelik. Her ilde aynı ekonomik standartların geçerli olmadığı fikrinden yola çıkarak hazırlanmış teklif ve asgari ücretin illere göre farklılaşmasını öngörüyor. “Zira,” diyor Akgül, “Asgari ücretin yarısına dahi çalışmayı göze alacak pek çok insan var.” Orta ve yüksek eğitim kurumlarının son sınıflarında girişimcilik ve kendi hesabına çalışma derslerinin okutulmasını şart gören Akgül’e göre üniversiteyi bitiren gençlerin kurulu bir işe dahil olmaktansa kendi ayakları üzerinde durabilecekleri girişimlere kalkışmaları gerekiyor.

    21 ağustos 2006

    Related Posts

    etyen mahcupyan; batı devletten, doğu örgütten özgürleşmeli!

    Şubat 13, 2015

    türkiye çözümü konuşuyor!

    Şubat 13, 2015

    kat karşılığı şehirler…

    Şubat 13, 2015
    Add A Comment
    Leave A Reply Cancel Reply

    Çok Okunanlar
    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum
    Nisan 21, 2025
    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!
    Nisan 21, 2025
    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!
    Nisan 21, 2025
    biz çalıkuşu nesliyiz!
    Nisan 21, 2025
    anadolu kitabı koruyamamıştır
    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram Pinterest
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    © 2025 Ayşe Adli

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.