Kimden başlasak anlatmaya? Hikâye içinde hikâye, kahraman üstüne kahraman var karşımızda. Her biri, gerçekliğin sınırlarını zorlayacak kadar sıra dışı. 19’uncu asırda köyünden ilim tahsili için çıkıp geriye Gümüşhânevi tarikatının halifesi olarak dönen Hüseyin Efendi’ye kulak kabartmışken onun torunuyla evlenen Müderris Ruşen Efendi’nin kızı Kuş Fadime giriyor araya. Sessiz sedasız yaşayıp kaybolmaya yüz tutan bir tarihin sayfalarını hafızasıyla bugüne taşıyor. Sonra Ermenilerin Sultan Abdülhamid’e suikast düzenlediğini öğrenince takasına aldığı 17 Ermeni’yi gözünü kırpmadan öldürüp denize atan Karadeniz’in ‘bıçkın delikanlısı’ İpsiz Recep. Fakat onları tanımamıza vesile olan İshak Güven Güvelioğlu, ilkokul mezunu bir araştırmacı sıfatıyla bir adım önde duruyor.
Hemşehrisi ve ‘meşrepdaşı’ Prof. Dr. İsmail Kara, Güvelioğlu’ndan bahsederken şairin ‘Aşka istidadın olsun, dilrûbadan çok ne var’ sözüne atıf yapıyor. Haksız da sayılmaz. 8’inci kitabı geçen günlerde piyasaya çıkan araştırmacı İshak Güven Güvelioğlu’nun başarısı, kabiliyetinden ve hevesinden kaynaklanıyor. Rize üzerine araştırmalar yapıyor. Kur’an kursu geçmişini saymazsak ilkokuldan sonra eğitim almamış. Baştan belirtelim, eserleri de hitabeti de açık vermiyor öğrenim durumu hakkında. Laf arasında söz oraya geldiği için açılıyor konu. Tam bir heveskâr duruyor karşımızda. En büyük zevki okumak, araştırmak; hem de çocukluğundan beri. Müderris Hüseyin Efendi’nin torunlarından. Onun himmetiyle olsa gerek, evlerinde her zaman kütüphane olmuş. Osmanlı’nın dağılması ve işgaller dededen kalma külliyetli kütüphanesinin dağılmasına, torunların maişet kaygısına düşmesine sebep olsa da attığı tohum İshak Bey’de filizlenmiş.
İstanbul’a yerleşip ticarete atıldıktan sonra araştırmanın niteliği de gelişiyor. Başka şehirlerle ilgili çok sayıda kitap varken Rize’nin ‘fakirliğini’ bir türlü hazmedemiyor. Ankara ve İstanbul’daki arşivleri yol ediyor kendine. “Bölgemle ilgili tarih ve halk kültürü üzerine neredeyse hiç çalışma yoktu. Okuyup araştırdıkça gördüm ki yazılabilecek çok şey var. Öyleyse ben başlayayım dedim.”
-Yapamam diye düşünmediniz mi?
“Hiçbir işe yapamam diye girmem. Eksikleri mutlaka olur. Geri dönüp baktığımda birçok eksik görüyorum elbette. Ama bundan sonra yapacaklarım hakkında da ileride böyle düşüneceğim. Osmanlı Arşivleri’nde 150 milyon belge var, henüz 50 milyonu tasnif edilmiş. Yeni belgelerle o kitaba birçok ilave yapılabilir.”
Arşivlerin kapısını açan en önemli anahtar Kur’an kursunda öğrendiği Osmanlıca. Bir ara cebinden çıkardığı kâğıda bir şeyler not edince öğreniyoruz ki çocukluğundan beri tüm notlarını ve alacak verecek kayıtlarını Osmanlıca tutuyor.
Henüz kitap yazma niyeti olmasa da ulaştığı bilgileri not ediyor, ilginç belgelerin fotokopilerini almaya başlıyor. Ticarethaneyi yanında çalışan elemanına emanet edip cebindeki not kâğıtlarına yazılı soruların cevaplarını kovalamaya başlayınca farkında olmadan geri dönüşü olmayan bir yola çıkıyor. Böyle bir müptelanın bazı bedeller ödemesi kaçınılmaz. “Başka işin mi yok senin diye takılıyordu çevremdeki insanlar. Yadırgıyorlardı, ailem de öyle.” Her şeye alışılıyor tabii. Onlar da alışıyor. İshak Bey’den söz ediyorsanız herkes gibi davranmasını beklemeyeceksiniz.
Merakın zirve noktasında, ilk ürün ortaya çıkmadan Kuş Fadime Nine giriyor devreye. Kitapların cevap vermediği soruların muhatabı o. 1912 doğumlu nine, 35 kilo var yok. Bu yüzden lakabı adının önüne geçmiş, tarihe Kuş Fadime diye düşmüş kaydı. Ufak tefek olduğuna bakmayın, vefatına kadar ağırlığının 2 – 3 katı yük taşıdığını belirtiyor İshak Bey. “O yükü taşırken altında o kadar eğilirdi ki burnu yere değecek sanırdınız.” Ninenin Allah vergisi hafızası ölene kadar gücünü koruyor. Zaman zaman çevresindekileri ‘acaba uyduruyor mu’ diye şüpheye düşürecek detayları bile kaçırmıyor. Torunu kaynağının güvenirliğini test etmek için fark ettirmeden sınava tâbi tutuyor. Şer’iyye Sicilleri’nde kayıtlı birilerinin ismini soruyor mesela. Evet, doğru hatırlıyor nine… Bu hafıza arşiv belgeleriyle birlikte Güvelioğlu’nun ilk kitabı Kalkandere Tarihi’ne kaynaklık ediyor.
“Kitap yazmaya başlayınca kafayı mı üşüttü ki bu işlerle uğraşıyor diyenler bile oldu. Ama araştırmaya devam edip bu konularla ilgilenen insanları gördükçe baktım ki meşrepdaşlarımız, hocalarımız var.” Onlardan biri yine Rizeli düşünce tarihi uzmanı Prof. İsmail Kara. “Tanışmamız ilginçtir. Hoca, köylüsü Nakşî Şeyhi Osman Niyazi Efendi ile ilgili bir kitapçık neşretmişti. Bizim orada Vardalı Şeyh Efendi derlerdi ona. Hüseyin Efendi’nin de arkadaşıydı. Üslubunca bazı tashih ve ilave bilgileri kendisine ilettim. Çok memnun oldu.”
29 yaşında ilk kez baba oluyormuş gibi bir heyecanla ilk kitabını alıyor eline. Giderek daha kolaylaşıyor işler. Arşivlere yayın sorduklarında onu gösteriyor göstermesine de kitap da işe yaramıyor her zaman. Söz gelimi Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nden bir sayfa fotokopi alabilmek için 3 sefer Ankara’ya gitmesi, 4 gece otelde kalması gerekiyor. ‘Memleketten kaynaklanan inatçılığı’ vazgeçmesine mani oluyor. İshak Bey’in iflah olmaz merakını öğrenen bir yayınevi ‘elinde ne varsa getir, basalım!’ deyince araştırmalar işinin de önüne geçiyor. “Bazen bırakayım diyorum, gerçi içimden diyemiyorum onu tabii. Ama ne mümkün…” Öncelikle içinde Hüseyin Efendi’nin biyografisi yer aldığından İshak Bey için ayrı bir önemi olan Hüseyin Hoca köyünün monografisi basılıyor. Şeriyye sicillerini ve salnameleri ilk olarak o kitap için tarıyor.
Rize dışına çıkmak hiç aklında yokken Osmanlı Mezar Taşları ve Zeynep Sultan Haziresi kitabı gündeme geliyor. Nasıl mı? “Türkiye Anıtlar Derneği İstanbul Şubesi, Gülhane’de Zeynep Sultan Camii’nin Sıbyan Mektebi’ni kullanıyor. Bahçesinde 100’den fazla Osmanlı mezar kitabesi var. Girip çıkan ‘kimdir, nedir, burada ne yazıyor?’ diye sordukça cevap veremiyorlar.” Kitabeleri kitaplaştırmak için birkaç kişi ile görüştükten sonra İshak Bey’e ulaşılıyor. Muhatapları yapabileceğinden pek emin değil ama onun için mezar taşı okumak ayaküstü yapılabilecek bir iş. Öyle de oluyor nitekim. Okuyor, yazıyor da çok sonra fark ediyor hiç bilmediği bir alana girdiğini. “Yazıları çevirdim ama bitmedi; başlıklar, süslemeler, bitki motifleri, geometrik şekiller, anlamları… Taşı okumakla bitmiyormuş. 200’e yakın başlık çeşidi ve her birinin bir adı, temsil ettiği meslek grubu var.” Evelallah onun da üstesinden geliyor. Tabii 100’e yakın kitap ve tez okuduktan sonra…
Yol açılmış bir kez, yolcuya düşen yürümek. Güvelioğlu da ilerliyor. Kitaplar, makaleler, sempozyum sunumları… İşin niteliği artıp tanındıkça bir sorun çıkmaya başlıyor: “Hocam hangi üniversitede görev yapıyorsunuz diye soranlara ne diyeceğimi bilemiyorum. İlkokul mezunuyum desem şaşıracaklar. Demesem yalan olacak. Akademisyen değilim diyorum. Nereden mezunsunuz diye soruyorlar. Zaman zaman mahcup da oluyorum. Ne yapalım, bu yaştan sonra yeniden başlayamam okumaya.” Eserlerinin muhtevasına yansıyan bir mesele yok, sadece İshak Bey diploması olsa yazıp çizdiklerinin en azından bazı çevrelerde daha çok itibar göreceğine kani. Sohbet esnasında dikkat çektiği küçük bir ayrıntı bu önyargıların da zaman zaman duyduğu ezikliğin de ne kadar yersiz olduğunu açıkça ortaya koyuyor. “Birçok akademisyen farklı konularda yardım istiyor. Bazen abartanlar da çıkıyor. Elinde ne varsa hepsini topla, çevrim yazılarını yaz, gönder diyor mesela. Arşivimde 10 binlerce belge var, bunları taramak bile 15 günümü alır diyorum. Ne cevap veriyor biliyor musunuz? Önemli değil, 15 gün beklerim…”
Akademisyenlerin, araştırmacıların kullanmadığı pek çok kaynak Güvelioğlu’nun çalışmaları sayesinde halka mal oluyor. Geçtiğimiz günlerde piyasaya çıkan Hemşin İlçesi Tarihi Mezar Kitabeleri bu iddiamızın ispatı niteliğinde. İlgilenenlerin malumudur, Hemşinlilerin Ermeni asıllı oldukları yönünde bir kanaat var. Neye dayandırıldığı çok bilinmeyen bu tez, Türkiye’de olduğu kadar yurt dışında da itibar görüyor. Güvelioğlu mezar taşlarından hareketle bölgenin fetih öncesine kadar inip iddialara cevap veriyor. İşin özeti şu: 1100’lü yıllarda Kafkasya’dan gelip Gürcistan’a yerleşen Kıpçak Türkleri zamanla Hıristiyanlaşıyor. Hıristiyanlığın Gregoryen mezhebinden olanlara Ermeni deniyor. Kıpçak ve Peçenek Türkleri Gregoryen oldukları için onlar da Ermeni kabul ediliyor hâliyle. Kalabalık bir grup olan Kıpçaklardan 40 bin kişi 20 binlik Gürcü ordusuna katılıyor. Ve başlarındaki Kubasar Bey Genelkurmay Başkanı tayin ediliyor. Ancak bir süre sonra görevden alınıyor. Onun neslinden gelenler de Gürcistan’ı terk edip Hemşin’e geliyor. Hemşin, fetihten önce bile yoğun Müslüman nüfus barındırıyor. Ancak Kıpçaklarla birlikte doku biraz değişiyor. Bölge Osmanlı toprakları arasına katıldıktan sonra Kıpçakların küçük bir kısmı İslam’ı seçiyor. Geri kalanlarsa göç ediyor. Giden her bir kişi Şer’iyye Sicilleri’ne kaydediliyor. 1916’da sadece bir köyde 20 Ermeni bulunuyor, onlar da tehcirle gönderiliyor.
Şehri ile ilgili en ufak bilgi kıymet taşıyor İshak Güven Güvelioğlu için. İlk iki kitabından sonra yayımlanan İyidere Osmanlı Mezar Taşları ve Osmanlı Belgelerinde Rize Sütlüce Köyü kitapları, her bilgi kırıntısının ardına düştüğünü ispatlıyor. Ancak 2010 yılı içinde imza attığı iki çalışma gelecekte daha ses getirecek konulara gireceğini düşünmeye itiyor bizi. Bunlardan biri Sedat Simavi Araştırma Ödülü’ne aday gösterilen akademik nitelikli Rize Bibliyografyası. Diğeri ise 100 yıl önce yaşayan bir halk kahramanı, Kuvayı Milliye’nin Rizeli Emicesi İpsiz Recep’in hikâyesi.
İpsiz Recep, Rizeli bir denizci. Takası ile tuz kaçakçılığı yapıyor, Rize’den Batum’a mandalina, portakal taşıyor. Bıçkın bir tip. İstanbul’da Ermenilerin Sultan Abdülhamid’e suikast düzenlediğini öğrenince Batum’da tekneye aldığı 17 komitacı Ermeni’yi öldürüp denize atıyor. Ve hayatı değişiyor. Tekrar Batum’a döndüğünde tutuklanıp ömür boyu hapis cezasıyla Sibirya’ya gönderiliyor İpsiz. 10 sene kadar sonra, 1917’de Bolşevik İhtilali’nde bir fırsatını bulup kaçıyor. İşgal altındaki Rize’de direnişçilerle geçirdiği bir yılın ardından memleketi kurtuluyor ve İpsiz yeniden işine dönüyor. Karadeniz’de karaya oturan bir Rus gemisini kurtarıp Zonguldak İstanbul arasında kömür nakliyatına başlıyor. İşler bu kez de rast gitmiyor Recep Emice için. Gemi sefer esnasında batıyor. Güç bela, yüzerek Kefken yakınlarında karaya çıkıyor. Kısa süre sonra Mondros Mütarekesi imzalanıyor, bu kez ülke işgal ediliyor. İpsiz göreve hazır. Bir çete kuruyor hemen. Üyelerinin sayısı 18’den 150’ye ve nihayet 1800’e ulaşınca resmen Kuvayı Milliye’nin kolu gibi vazifelendiriliyor. Sakarya Sahilleri Kumandanı unvanı ve mührü taşıyor artık. Meclis onun çetesine katılanları askerlik yapmış kabul ediyor. 1928’de hayatını kaybediyor Recep Emice. Kendisi okuma yazma bilmediği için yaşadıklarını kayıt altına alamıyor lakin vefatından bir sene önce liman başkanı onunla ilgili gördüklerini, duyduklarını haftalık “Karadeniz Korsanları Kralı İpsiz Recep’in Hayretbahş Maceraları” adıyla tefrika ediyor. İshak Bey bu yazıları, İpsiz’in ailesi ve tanıyanları ile görüşüp arşiv belgeleri ile zenginleştirerek kitaplaştırınca tamamlanıyor hikâye.
Sırada 500 önemli simanın biyografilerinin yer alacağı Rize Meşhurları kitabı var. Ardından Şer’iyye Sicilleri ve Vakıflar Genel Müdürlüğü Arşivi’nde bulunan kayıtlardan hareketle Osmanlı’dan Günümüze Rize Vakıfları kitabını hazırlayacak. Ticarethaneye yine ‘vakit buldukça’ uğrayacak. Babalarının kitapsız geçen gününü bilmeyen çocuklarında uyanan okuma ve araştırma merakını izleyecek ve yeni eserlere imza atacak. Biz de takdirle izleyip keyifle okuyacağız…
20 aralık 2010