Etiyopya, kara kıtanın ortasında kaderine kastedilen diğer Afrika ülkeleri gibi suskun bir hayat sürüyor. Ülkenin geleceği için kalıcı projelerin ciddiyetle ele alınması gerekiyor. Türkiye binlerce kilometre öteden bu ihtiyacı fark etmiş görünüyor.Etiyopya. Adı aşina, kendi yabancı coğrafya. Harita üzerinde yerini bir çırpıda işaretlemek bile zor. Bir sokak röportajında hakkında ulaşacağımız malumat muhtemelen ilk hicret yurdu, Bilal-i Habeşi’nin, Necaşi’nin ve Hüdhüd kuşunun Hazreti Süleyman’a müjdelediği Saba Melikesi Belkıs’ın vatanı olduğuyla sınırlı. Hafızamıza Habeşistan ismiyle kazınmış, binlerce yıl önce kurulmuş ve orada donup kalmış âdeta ilişkimiz… En baştan itiraf etmek gerek ki tek taraflı bir yabancılık sözünü ettiğimiz. Etiyopyalı için Türkiye, ne fizîken ne de mânen sandığımız kadar uzak.
Dünyanın en fakir 10 ülkesinden 7’si Afrika’da. 77 milyon nüfuslu Etiyopya da bunlardan biri. Tarihi binlerce yıl önceye dayanıyor. Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslamiyet’le daha peygamberleri döneminde tanışmış. Kadîm bir medeniyete yataklık eden ülke, yirminci asrın son çeyreğine kadar ‘Afrika’ya rağmen ayakta kalmayı başarmış. Şimdi adı kıtlıkla anılan Etiyopya’nın kaderi 1981’de başlayan ve 7 yıl süren kuraklıkla değişmiş. O senelerde açlığa teslim olan ülkede resmî rakamlara göre hâlen 9 milyon insan ölümle burun buruna. Halkın yüzde 89’u Birleşmiş Milletler’in günlük 2 dolar olarak tespit ettiği fakirlik sınırının altında yaşıyor. 35 milyon insan ise 1 dolardan daha az gelirle, açlık sınırında…
Bu rakamlar tek başına bir mana ifade etmiyor tabii. Açlıktan ölmenin ne demek olduğunu anlamak için paradan daha gerçek şeylerden söz etmek gerek. Uluslararası mekanizmaların rakamlarla ifade ettiği insanların parayla işi yok. Etiyopyalı için açlık, yiyecek ‘incera’ bulamamak anlamına geliyor. Daha ziyaretimizin ilk gününde tanışıyoruz incerayla. 8 yıldır muhtelif vesilelerle Etiyopya’ya yardım eli uzatan İnsan Hak ve Hürriyetleri ve İnsani Yardım Vakfı’nın (İHH) 7 kişilik ekibiyle çıktığımız yolculuğun ilk gününde, kavrulmuş et ve pilavla sunuluyor önümüze. Etiyopya halkının temel gıda maddesi incera, teff isimli bir tahıldan üretiliyor. Bizim tadına bakmakta zorlandığımız bu gri renkli, ekşimsi ekmek, yerel halk için ‘hayat’ demek. BM Dünya Gıda Programı’nın (WFP) analizini sokağa tercüme ettiğimizde bir günlük incerası olanların acil yardım kapsamında olmadığı ortaya çıkıyor. Örgütün dünyaya ilan ettiği rakamlara göre ülkede acilen ulaşılması gereken yani incera bile bulamayan insan sayısı ise 5 milyonun üzerinde…
Sokaklar, sessiz ve yorgun bir tablo sunuyor. Günün sonunda insanlar evlerine çekildiğinde Afrika gerçeği kendini göstermeye başlıyor. Başkent Addis Ababa’nın 180 kilometre güneyindeki Bulbula kasabasında ‘ortalama’ bir hayat sürülüyor. Tek katlı, bahçeli, toprak evleriyle toprak rengi bir yer burası. Halk çiftçilikle geçiniyor. Ancak ne bir ağaç ne de hayvan ilişiyor gözümüze. Uzaktan uzağa horoz sesleri geliyor sadece. 60 yaşındaki Asur Hacıveyya 19 çocuğuyla neredeyse 6 metrekarelik tek göz odada yaşıyor. Uyumak için kullandıkları bir odaları daha var. Ev dedikleri bundan ibaret. Mutfak, banyo, tuvalet yok… Yegâne eşya toprak zemin üzerindeki kilim ve minder. Duvarlar gazete kâğıtlarıyla kaplı… İçerisi karanlık; çünkü elektrik yok. Sadece soruları cevaplıyor Hacıveyya. Sonra kapı komşusunu yolcu eder gibi sakin, dualarla uğurluyor bizi. Onlarca çocukla birlikte önünde küçücük bahçesi olan bir evden diğerine dolaşıyoruz. Çocuk gürültüleri bile hafızamızda yer eden sükûneti bozmaya yetmiyor.
3 çocuk annesi Halime Burki 22 yaşında. Onun evi de tek göz odadan ibaret ve elektriği yok. Kasabada bir devlet okulu; doktoru, tıbbi malzemesi olmasa da bir klinik var. En yakın hastane 42 kilometre uzakta. Doktora gidecek kadar parayı bulsalar da araba olmadığı için bu yolu ya hayvan sırtında ya da yürüyerek katetmek zorundalar. Burki’nin konuşurken takındığı tavra, üslubuna baksanız hâli vakti yerinde biri olduğuna hükmetmeniz kaçınılmaz. Olması beklenen de bundan ibaret der gibi bir hâli var konuşurken. Hayatından şikâyeti yok. Çünkü çocukları okula gidebiliyor, pek çok Etiyopyalı kadın gibi içme suyu almak için kilometrelerce yürümesi gerekmiyor. Temiz su kuyusu evine 5 dakika mesafede. Dünya sıralamasında yeri olmasa da kendi kıstaslarına göre ortalama bir hayat standardına sahip. Yani şükredecek bir şeyleri var.
Nüfusun yüzde 81’i tarımla geçiniyor. Ürettikleri kahve, susam, çay ve gatın bir kısmını kendileri kullanıyor, gerisini satıyorlar. Ülkede bütün tarım alanları yağmur suyuyla sulandığı için 10 senede bir tekrarlanan kuraklık milyonlarca insanı ölümün kıyısına taşıyor. Afrika sıcağı ve kıtlık ilk anda kupkuru bir coğrafyayı çağrıştırıyor ama Etiyopya bu tahmini de darmadağın ediyor. Ülkede irili ufaklı 70 nehir ve çok sayıda göl var. Nil suyunun yaklaşık yüzde 85’ini Etiyopya’dan doğan Mavi Nil oluşturuyor. Peki bu kuraklık da neyin nesi? “Suyu tarım arazilerine taşıyacak altyapı yok.” diye anlatmaya başlıyor Mimar ve Ziraat Mühendisi İbrahim Nuri: “Etiyopya’nın bu hâlde olmasının tek sebebi siyasi tercihler. Krallıklardan sonra 17 yıl süren komünist yönetim döneminde ülke dünyaya kapandı. Bu dönemde zaten güçlü olmayan ticarî bağlantılar koptu. Ürün fazlası ambarlarda çürümeye terk edildi. Halk mahsulünü çöpe atmak yerine ihtiyacı kadar üretmeye başladı ve böyle devam etti. Şimdi üretim fazlasını satabiliriz; ancak bu kez de altyapımız müsait değil. Bizim için yağmur hayat demek. Kuraklıksa ölüm.”
Teknoloji artık Etiyopyalı çiftçi için ihtiyaç. Ülke toprakları tarıma çok müsait. Yüksek dağlardan deniz seviyesinin yüz altı metre aşağısına kadar farklı yüksekliklerde tarım alanları var. Bu irtifa farkı ürün çeşitliliği anlamına geliyor. Dünyada en fazla tarım ürünü Hindistan ve Etiyopya’da yetişiyor. Tek fark Hindistan’daki dünya pazarında satılırken Etiyopya’da yetişen ürünü kimsenin bilmemesi. Toplam tarım arazilerinin 10’da biri bile ekilmiyor. Etiyopya’da kişi başına günlük su tüketimi sadece 2 buçuk litre. Küçük bir bidon suyu bütün işler arasında paylaştırmak zorundalar. Ne kirli çocuk yüzlerinin anlamı var artık, ne dokunmaktan çekindiğimiz yağlı bardakların. Modern dünya kadınları için su, temizlik ve incelik ifade ediyor. Etiyopyalılar içinse çile ve hayat. Her gün ibadet eder gibi daha güneş doğmadan yola koyulup saatlerce yürüdükten sonra kavuşuyorlar ona…
Ağır bir hayat var Etiyopya’da. Sadece seslere kulak verseniz ülkenin terk edilmiş olduğunu düşünebilirsiniz. Rengârenk ama sessiz. İnsanlar hayvanların sürdüğü tarlaları ekip biçiyor, yapacak iş, yiyecek ekmek bulamadıklarında da gat çiğneyip kaderin tecellisini beklemeye koyuluyor. Bir nevi uyuşturucu olan gat, tutunacak hiçbir şeyi olmayan milyonlarca insan için moral kaynağı. Pek çok ülkede yasak olmasına rağmen Etiyopya’da insanların vereceği tepkiden çekinildiği için üretimi ve satışı yasaklanamıyor. Yoksulluk ülkenin her tarafında kendini hissettiriyor. Kuraklık nedeniyle tarımla geçinemeyen halk hızla köyden kente göçüyor. Başkent Addis Ababa’nın büyük bölümü, çatıları ve bahçeleri tenekeyle kaplı evlerle dolu. Yoksulların istilasına uğrayan Addis, şehir kimliğini yitireli hayli olmuş. Varlıklı insanlar ve onlara ait evler, gecekondu bile denemeyecek barakalarla dolu sokak, cadde ve mahalleler arasında kaybolup gitmiş. Her köşe başını evsizler, dilenciler tutmuş. Aralarından onlara dokunmadan, birinin gözlerinin içinde yaşadıklarını okumadan geçmek imkânsız…
Açlık, susuzluk ve hastalıklar kadar bir hakikati daha var Etiyopya’nın. Ülkesinin geleceği için mücadeleye kararlı insanların gözlerindeki gayret ve umut. WFP’de görev yapan Reyhana Şami, Doktor İbrahim Yusuf, Mimar İbrahim Nuri, mühendislik öğrencisi Fenan Muhammed… Hepsi incinecek bir çocukmuş gibi söz ediyor ülkesinden. Etiyopya’nın yetişmiş beyinleri Batı ülkelerine göç etmeyi sürdürürken, Türkiye’de tıp eğitimi alan Dr. İbrahim, okulunu tamamlayıp geri dönmeyi düşünüyor. Her yıl sağlık taraması, yardım kampanyası, kurban organizasyonu gibi sebeplerle ülkesini 3-4 kez ziyaret ettiği için kendisini neyin beklediğini çok iyi biliyor. İlk problem, vak’a sayısının fazlalığı. Ve tabii teknik imkânsızlıklar: “Ben buraya gelsem doktorluk yapamam.” diyor İbrahim Yusuf. Neden mi? “Öksüren bir hastanın akciğer filmini görmeden bir şey söyleyemem. Filmi gördükten sonra şüphelenirsem ileri tetkik isterim. Türkiye’de bunu yapabilirsiniz; ama Etiyopya’da yeterince iyiyseniz fizikî muayenede doğru teşhisi koyup elinizdeki ilaçlardan duruma en uygun olanı vermelisiniz.”
Nitekim aynı gün ülkenin doğusunda bulunan Dıre Dawa’dan başkent Addis Ababa’ya doğru ilerlerken ne demek istediğini daha iyi anlıyoruz. Mola verdiğimiz bir köyde çevremizi saran insanlar arasındaki genç kadın ve çocuğu hemen dikkat çekiyor. Bebeğin gözlerinde ve kulaklarında oluşan enfeksiyon dışarı taşmış. Doktor İbrahim Yusuf, hasta karşısında duraklıyor önce. Küçük bir muayeneden sonra yanımızdaki ilaçları görmek istiyor. Anlattığına göre müdahale edilmezse enfeksiyonun beyne sıçraması ve kalıcı hasar bırakması mümkün. Hemen çantalara davranılıyor, duruma uygun birkaç kutu ilaç veriliyor anneye. Yola koyulunca anlatmaya devam ediyor, “Görüyorsunuz işte. Burada bir doktorun hastanede yapacağını biz arabamızı durdurup yolda da yapabiliyoruz.”
Nüfusun yarısından fazlasını Müslümanlar oluştursa da ülke siyaseten Hıristiyan yönetimi altında. İdarî mekanizmalarda görev yapan Müslümanlar parmakla gösteriliyor. Bunun iki sebebi var. Biri komünist yönetim boyunca okullarda verilen eğitimin İslam karşıtı olması. İbrahim Nuri, Müslüman halkın uzun yıllar boyunca çocuklarını devlet okullarına göndermediğini söylüyor. Zor şartlar altında eğitimini tamamlayanlar ise devlet mekanizmalarında yer alamamış. Artık eşit haklara sahip olsalar da henüz ağırlıklarını hissettiremiyorlar. “Bir hakkı kullanmak için kullanmayı bilmek lazım.” diyor İbrahim Nuri. Onların en büyük sorunu bu bilgiden mahrum olmaları.
Son 25 yılda Afrika’da AIDS nedeniyle hayatını kaybedenlerin sayısı 25 milyonu geçmiş durumda. Bunların 560 bini çocuk. Etiyopya’da HIV virüsüne ilk kez 1980’de rastlanmış, o günden beri hasta sayısı katlanarak artıyor. 2005 yılında nüfusun yüzde 2’sinin AIDS virüsü taşıdığı tespit edilmiş. Ancak bu oranın çok daha yüksek olduğu tahmin ediliyor. Zira hastaneye gidecek imkânı olmayanlar arasında ne kadar AIDS hastası bulunduğunu tahmin etmek mümkün değil. Ülkede çok sayıda yetim var. Bunun önemli sebeplerinden biri AIDS. Bir kısmı HIV virüsü taşıyan bu çocuklara çok az gelire sahip sivil toplum kuruluşları iptidai şartlarda bakıyor. Eşini ve birkaç aylık oğlunu Türkiye’de bırakarak bayram için Etiyopya’ya gelen mühendislik öğrencisi Fennan Muhammed, 30 kadar çocuğun kaldığı bir yetimhanenin müdürünün, “Elhamdülillah henüz hiç aç uyumadılar.” sözlerini sesi titreyerek tercüme ediyor. Bu çocuklar yine de şanslı Fennan’a göre. Sahip çıkacak kimsesi olmayan binlerce insan sokakta ölümü beklerken onlar bir çatı altında… Tek kurtuluşları iyi bir eğitim almak, ancak ülkenin sahip olduğu imkânlar bunun için hiç de yeterli görünmüyor.
Ülkenin bir başka şaşırtıcı göstergesi kilise sayısının inanılmaz derecedeki çokluğu. Pazar günü sabahın ilk saatleriyle başlayan ayin, bütün gün mikrofonlarla şehre dinletiliyor. Pek çoğunun inşaatı devam eden kiliseler kilometrelerce öteden seçilebiliyor. Ama cami görmek o kadar da kolay değil. Ev sahiplerimize göre Etiyopya’nın Hıristiyan kimliği ile tanınmasını isteyen misyoner kuruluşlarının himmeti ile yapılıyor bu kiliseler. Misyoner kuruluşları yardımlarını oradan dağıttığı ve cemaate sahip çıktığı için kiliseler halk nezdinde cazibesini ve gücünü koruyor. Son 10 yılda eğitim alanında önemli değişiklikler olduğu anlatılıyor. Müslümanlar arasındaki okuryazarlık oranı yüzde 1’lerden yüzde 15 seviyesine çıkmış. Bunun gündelik hayata ve göstergelere yansıması için biraz daha dişlerini sıkmaları gerekiyor.
Ülkede üst düzey memur maaşı 2000 Bırr civarında. Bu meblağ 250 dolara karşılık geliyor. Ve 4 kişilik bir aileyi ancak taşrada geçindiriyor. Ortalama devlet memuru ise yaklaşık 70 dolarla idare etmek durumunda. Bir Samsung işçisinin aylık ücreti 40 dolar kadar. Yurtdışında eğitim alan Etiyopyalı gençlerden sosyal ve ekonomik anlamda takatsiz kalmış böyle bir ülkeye dönmeleri bekleniyor. Pek çoğu bir kez kabuğunu kırdıktan sonra geri dönüp bakmıyor. Ancak Türkiye’de eğitim alan İbrahim Yusuf, Fenan Muhammed ve İbrahim Nuri’yi bu kategorinin dışında tutmak gerekiyor. 25 yaşındaki İbrahim Yusuf’un bütün ailesi green card (yeşil kart) sahibi. Eritre’yle savaşın yaşandığı yıllarda getirilen zorunlu askerlik uygulamasından tedirgin olan aile, 3 büyük çocuğunu eğitimlerini tamamlamaları için ABD’ye göndermiş. 1990’da 17 yaşındayken ablası ve ağabeyi ile birlikte evden ayrılan Sami Yusuf ve iki kardeşi hâlâ orada yaşıyor. Memur emeklisi baba Yusuf Ebubekir ve eşi Süreyya Şami ise Cibuti sınırı yakınlarındaki Dıre Dawa şehrinde. Ailenin çocuklarına geri dönün demesi şimdiden sonra bir mana ifade etmiyor. Çünkü Farmakolog Sami Yusuf ve kardeşleri Amerika’da kendileri için yeni bir hayat kurmuş. “Ülkemin en önemli problemlerinden biri beyin göçü. Bunu biliyorum.” diyor Sami Yusuf: “Sadece ABD her yıl 7 bin Etiyopyalıya green card veriyor. Bunların çok büyük kısmı üniversite mezunu. Ama geri dönersem bir şey yapamayacağımın da farkındayım. Ben teknoloji ile çalışıyorum ve burada ihtiyaç duyduğum hiçbir şey yok…” İbrahim Yusuf ise ağabeyiyle aynı kanaatte değil. O, iktidardaki Meles Zenawi yönetiminin birkaç yıl önce başlattığı kalkınma hamlesinden ümitli. Son yıllarda bu fikri paylaşan çok sayıda Etiyopyalı genç var ona göre.
Başkent Addis Ababa’da sadece BM bünyesinde çalışan 10 bin kişi var. Bunlara diğer insanî yardım kuruluşlarını da eklersek ülkenin STK’lar için bir uygulama alanına döndüğünü düşünmekte bir beis kalmaz. Etiyopya’ya her yıl uçaklarla tonlarca yiyecek taşınıyor. İlk bakışta olumlu görünen bu tablonun taşıdığı riske Sami Yusuf dikkat çekiyor. “Beyaz adam her sene ciplerle geliyor ve aynı yerlere yardım yapıp geri dönüyor. Ama kimse içinde bulunduğumuz durumdan nasıl kurtulacağımızı öğretmiyor. Bu, ülkenin aleyhine sonuç verecek bir yanlış.” Uzaktan basit ve sıradan görünen çok şey Etiyopyalı için son derece kıymetli. Ancak şu bir gerçek ki halkın yeniden ayağa kalkmak için her şeyden önce gelecek hayaline ve umuda sahip olması gerekiyor. Ülkenin geleceği üzerine kafa yoran kiminle konuşsanız, kendi yaralarını sarmak için destek istediklerine şahit oluyorsunuz. Bir üniversiteye bilgisayar laboratuarı kurulması, yetimhanelere kira yardımı yapılması, kâh 20 kâh 220 metreden çıkarılacak su sayesinde halkın suyla arasındaki mesafenin kısaltılması… en az binlerce insanın karnını doyurmak kadar anlamlı. Sevindirici olan şu ki Türkiyeli yardım kuruluşları ve yardımseverler bunu dünya Müslümanlarından daha erken fark etmiş görünüyor. Şehirler arasında dolaşırken binlerce kilometre öteden, Türkiye’den ulaştırılmış yardımlarla yapılan su kuyuları, camiler ve okullar gösteriliyor. Türkiye, eskiden olduğundan daha aşina bir coğrafya Etiyopya için. Devlet adamları, şehirleri, yardım kuruluşları ve daha başka ortak tanıdıklar üzerine uzun sohbetler etmek mümkün.
ÖNCE EĞİTİM VE SAĞLIK
Kiminle konuşsak önemli iki ihtiyaçtan söz ediyor. Eğitim ve sağlık. Bu altyapıyı iyi yetişmiş Etiyopyalıların kurması gerekiyor şüphesiz. İHH bünyesinde yabancı öğrencilere destek vermek maksadıyla kurulan Kültürler Arası Dayanışma Derneği SADER, Türkiye’deki misafir öğrencilerin ülkelerine iyi yetişmiş bir şekilde dönmesini amaçlıyor. Mimar Sinan Üniversitesi’nde mimarlık eğitimini tamamlayıp 3 ay önce geri dönen İbrahim Nuri örneğinde bu maksat hâsıl olmuş görünüyor. 28 yaşındaki İbrahim, ülkesinde ziraat mühendisliği okuduktan sonra gelmiş Türkiye’ye. İbrahim Nuri’nin ziraat mühendisliği okuduğu dönemde savaş ve siyasi gerilim sebebiyle hiçbir cazibesi olmayan tarım, şimdi geleceğin mesleği ona göre. Devlet üretime yönelik işler için halka karşılıksız arazi veriyor. 49 yıl kullanım hakkı kazanıyor ve 20 dönüm için yıllık 15 Avro ödüyorsunuz. Üstelik bu teşvikten yararlanmak için Etiyopya vatandaşı olmanız gerekmiyor. Ülke 100 bin dolardan büyük bir yatırım yapacak herkese açık. Halkın yabancı sermayeyle rekabet edecek durumda olmaması sebebiyle uzun yıllar kabul edilmeyen yabancı yatırımcı şimdi tek kurtuluş çaresi gibi görülüyor. Ve varlık içinde yokluktan kıvranan Etiyopyalılar, eski güzel günlere dönmenin hayalini kuruyor.
İbrahim Nuri’nin masum, küçük, incitilmemesi gereken bir çocuğa benzettiği Etiyopya’nın tek fotoğrafı bu sefalet tablosundan ibaret değil elbette. Ülke son yıllarda sıcaktan parçalanmış toprakları ve dudaklarıyla 50 yıl önce düştüğü yerden kalkmaya davranıyor. Şu anda Afrika’nın en hızlı büyüyen ülkeleri arasında. Adi suçların ve asayiş vak’alarının oranı çok düşük. Pek çok Afrika ülkesinden farklı olarak dinî-etnik farklılık Etiyopyalı için çatışma sebebi değil. Halkın bu gayretine geçici yardımların yanında kalıcı yatırımlarla destek verildiği takdirde ülkenin eski mesut günlerine dönmesi için bir umudu olacak. Tüm tarih unutulmuş olsa da dünyaya hediye ettiği kahvenin hatırına bu ihtimamı fazlasıyla hak ediyor Etiyopya…
TÜRKİYE AFRİKA’YA ETİYOPYA’DAN AÇILIYOR
“Gelişme yolundaki ülkelerin kalkınmalarına yardımcı olmak; bu ülkelerle ekonomik, ticari, teknik, sosyal, kültürel, alanlarda ve eğitim alanında işbirliğini projeler ve programlar aracılığı ile geliştirmek amacıyla” kurulan Türk İşbirliği ve Kalkınma İdaresi Başkanlığı’nın (TİKA) Afrika’daki ilk ofisi Addis Ababa’da bulunuyor.
2004’te açılan TİKA ofisi Etiyopya’da sivil toplum kuruluşu gibi çalışıyor. Su kuyusu açıyor, eğitim desteği sağlıyor. Yerel STK’ların tekliflerini değerlendirerek projelere destek verdiklerini anlatan program koordinatörü Abdullah Sarı, tamamlanan projeleri yöneticilere devrettiklerini; ama işleyişini kontrol altında tuttuklarını anlatıyor. Türkiyeli kuruluşların ülkeye yaptıkları yardımlardan bir şekilde haberdar olan TİKA çalışanları yardımın yatırıma dönüşmesi gerektiği uyarısında bulunuyor. Sarı’ya göre geçici yardımlar yerini uzun vadeli çalışmalara bırakmadıkça Etiyopya’nın açlıktan kurtulması zor görünüyor.
21 ocak 2008