Close Menu
Ayşe AdlıAyşe Adlı

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum

    Nisan 21, 2025

    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!

    Nisan 21, 2025

    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!

    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    • Yeşilçam’dan Portreler
    • Geçmiş Zaman Olur Ki…
    • Türkiye Kurulurken…
    • Hoş Sada!
    • Tüm Kategoriler
      • Şehir ve Mekan
      • Dünya’dan
      • GeziYorum
      • Kitabiyat
      • Nadir Söyleşiler
      • O Şehr-i İstanbul Ki…
      • Portreler
      • Sinema Yazıları
      • Sanat Penceresi
      • Tarih Yazıları
      • MetaFizik
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    Kitabiyat - şer’iyye sicillerindeki osmanlı

    şer’iyye sicillerindeki osmanlı

    İstanbul Küçükhamam yakınlarında oturan Sulti binti Dimitri, 2 Rebi'ülâhir 1232'de kadıya başvurmasa muhtemelen bugün kimse yaşadığından haberdâr olmayacaktı. Müslüman olduktan sonra evi terk eden oğlu hayırlı bir evlat mıydı bilmiyoruz. Ancak Sulti'nin adı bugünlere onun sayesinde ulaşmış.
    Şubat 11, 2015
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    İstanbul Küçükhamam yakınlarında oturan Sulti binti Dimitri, 2 Rebi’ülâhir 1232’de kadıya başvurmasa muhtemelen bugün kimse yaşadığından haberdâr olmayacaktı. Müslüman olduktan sonra evi terk eden oğlu hayırlı bir evlat mıydı bilmiyoruz. Ancak Sulti’nin adı bugünlere onun sayesinde ulaşmış. Dava, ‘devletli, inayetli Halil Efendi-zâde hafîdi Mehmed Said Efendi hazretleri’nin huzurlarında görülüp üçüncü ilam sicili’ne kaydedilmiş. Ma’ruz Sultî binti Dimitri, torunu olduğu iddia edilen 40 günlük bir bebeğe bakmak durumunda kalınca kadıya başvurmuş çaresiz. 1816 yılında görülen ve İstanbul 121 numaralı şer’iyye siciline kaydedilen bir şikâyetin tutanağı bu. Dimitri kızı Sulti, Müslüman olduktan sonra ortadan kaybolan oğlunun çocuğuna bakmak için devletten nafaka talep ediyor. Sonra hikâye özetleniyor, şahitler dinleniyor ve dava karara bağlanıyor. ‘Padişah-ı İslam hazretleri’nin emri gereği vak’a şer’iyye siciline kaydedildikten sonra konu kapanıyor.

    GİZLİ TARİH HAZİNESİ

    Adı geçen kadın ve diğerlerine bu kayıt dışında bir yerde rastlamak mümkün olmayabilir. Bu yüzden bahsi geçen vak’anın bildiğimiz mânâda tarihî önemi yok. Ancak ‘tarih’ten yalnızca hikmet-i hükümet anlamını çıkaranlar için bu böyle. Dünya genelinde giderek daha fazla kabul gören toplumsal tarih anlayışı içinse komşuluk ilişkileri neredeyse devletlerarası ilişkiler kadar önemli. Bu sebeple geçmişi tanımak için ‘dedesinin sandığını kurcalayan’ epeyce insan var. Osmanlı tarihi araştırmaları da bir nevi sandık karıştırmak aslına bakılırsa. Yalnız, ‘Osmanlı halkı savaş ve fetihten geri kalan zamanda ne yapardı?’ sorusuna cevap bulmak o kadar da kolay değil. Kadılara intikal eden meselelerin zabta geçirildiği şer’i siciller bu açıdan önemli veri arşivi niteliğinde.

    Şer’iyye sicili, şeyhülislâma bağlı kadıların kendilerine intikal eden meseleleri kaydettikleri defter, bir nevi mahkeme tutanağı yani. Kadılar, hâkimliğin yanında noter ve belediye reisliği vazifelerini de icra ettikleri için sicillerde yalnızca adli vak’alar yer almıyor. Şehrin genel asayişi, temizliği, inşaatlar, fiyat düzenlemeleri gibi daha pek çok konuda kayıt düşülüyor. Kadı’nın, evinde ya da uygun bulunan başka bir mekânda bayram ve cuma günleri hariç, kesintisiz hizmet verdiği biliniyor. Vazifeye başladıkları gün, kendi adlarına bir sicil başlatıp görevden ayrılana kadar devam ettirmeleri âdet gereği. Ayrı ayrı yapraklara tutulan kayıtlar ancak Kadı’nın vazifesi bittikten sonra bir araya getiriliyor ve ciltleniyor. Kayda geçen olaylar vak’a-i âdiyeden de olsa ciltlerin üst ve iç kapaklarına ebru yapılıyor ayrıca.

    İstanbul’a ait mevcut sicil kayıtları 15’inci yüzyıla, Fatih Sultan Mehmed dönemine kadar uzanıyor. Ancak bunların çok azı günümüze intikal etmiş. Osmanlı tarihçisi Prof. Dr. Halil İnalcık, ‘Sultan Abdülhamid’in himmeti’ diyor. “Tanzimat’la birlikte Batı kanunlarının uygulanmasına tepki gösteren İkinci Abdülhamid, 1894’te İslamî kaynakların incelenmesi ve fetvaların düzenlenmesi için bir şer’i siciller arşivi ve kütüphane kurduruyor. 1924’te Şer’iyye Mahkemeleri kaldırılıp ardından Latin alfabesi kabul edilince İstanbul’da toplanan bu 9870 defter ve çeşitli Anadolu şehirlerindeki bir kısım evrak dışındaki tüm kayıtlar ya yakılıyor ya da başka bir yolla imha ediliyor.”

    Prof. Dr. İnalcık, 1947’den beri şer’iyye sicilleri üzerinde çalışıyor. Pek çok akademik yayında kullandığı bu kayıtların Osmanlı hukukunu, sosyal ve ekonomik tarihini aydınlatmak yanında bir önemi daha var İnalcık’a göre; İstanbul’u hâlâ Türk şehri kabul etmeyen Batı’ya, bu topraklarda kurulan medeniyeti göstermek… “Avrupa’nın küstahlığından çok ızdırap duydum. Bu sebeple 50 yılımı İstanbul tarihini araştırmaya verdim. Bu işi çok da severek yaptım.” İlk cildi geçtiğimiz günlerde yayımlanan ‘Şer’iyye Sicillerine Göre İstanbul Tarihi’ kitabı, bu sevdanın ve kaygının ürünü. 1990 yılında küçük bir ekiple başlayan şer’iyye sicilleri taraması, 16 yıl sonra vermiş ilk meyvesini. Arada pek çok sıkıntı yaşanmış, araştırmalar durma noktasına gelmiş ama kimse o günleri hatırlamıyor şimdi. Elde, İnalcık’ın ‘İstanbul’un tapusu’ diye nitelediği bir ürün var, önemli olan da bu. ‘İstanbul Mahkemesi 121 Numaralı Şer’iyye Sicili’ arkasından gelecek 23 cildin de müjdecisi. Sonrasına Allah kerim…

    Çeşitli Anadolu şehirlerinin yanında Şam, Kahire, Bosna gibi birçok yerde sayıları binlerle anılan sicil defterleri olduğu biliniyor. En fazla kayıt; Suriçi, Eyüp, Üsküdar ve Galata kadılıklarından oluşan İstanbul’a ait. 1990 yılından beri Prof. Dr. İnalcık’la birlikte İstanbul sicilleri üzerinde çalışan Prof. Dr. Cemal Kafadar’a göre bu tutanaklar, araştırmacılar kadar sıradan okura da hitap ediyor. Hatta metinler hukuki terimlerin dışında günlük dille yazıldığı için tabiri caizse gazetelerin 3’üncü sayfası lezzetinde tarih okumayı sevenlere bilhassa tavsiye ediyor. “Fırsat olsa saatlerce anlatırdım, herkes de bayılırdı.” diyor ama birkaç dakika içinde aktardığı gözlemler de merak uyandırmaya yetiyor: “15 ve 16’ncı yüzyıllarda çokça Arapça sicil var. 16’ncı yüzyılın ortasından itibaren oranlar değişiyor. 1550 İstanbul Balat defterlerinde yüzde 80 Türkçe yüzde 20 Arapçaya rastlıyoruz. 17’nci yüzyılın ortalarına geldiğimizde artık hiç Arapça kalmıyor.”

    İLMEK İLMEK OKUNAN TARİH

    Bu küçük notlar da gösteriyor ki uzun vadeli sosyal gözlemler yapıldığı takdirde sadece kadı sicillerinden bile Osmanlı’nın sosyal, kültürel ve hukuk tarihi alanında önemli verilere ulaşmak mümkün. Kadı sicilleri; sosyal hayatın, hukukun zaman içinde nasıl şekillendiğini sıradan insanların hikâyeleriyle anlatan bir öykü kitabı adeta. Kadı’nın huzurunda görülen bir miras davasında, eşyalar tek tek kayda geçirildiği için ortalama bir ailenin evinde neler olduğunu, kâtibin kaleminden öğreniveriyoruz. Eşyalar Şerife Halime binti Mustafa’ya ait. Tarih 1816. 3 tane lehkâri (Polonya işi) minder, işlemeler, ipekliler, yemeniler, 8 yastık, 2 döşek, gocuk kürkler, küçük ve büyük 10 kapaklı tencere, kazan, kuzu tenceresi, 20 kapaklı sahan, 6 mangal, 3 güğüm, 3 tane bakır abdest leğeni, 5 çorba tası, küçük ve büyük 7 sini, 10’u fağfuri, 20’si beçkâri (Viyana işi), 15’i billur toplam 45 fincan, vs…

    Halil İnalcık başkanlığındaki heyetin yayına hazırladığı ilk sicil defteri, 1815 – 17 yılları arasına ait. O yıllarda bilinen önemli bir siyasal olay yok. Proje bilim kurulu üyesi Cemal Kafadar açıklıyor bu seçimin sebebini. İstanbul’u sokak sokak gösteren ilk harita 1816’da yapılmış. Sokak ve hanelere isim, numara verilmesi adetten değil. Ev ve dükkânların yerini belirlemek için mülkün etrafındaki 4 komşunun isimleri, hane mi, dükkân mı oldukları kaydedilmiş. Sonra her bir komşunun çevresindekiler kayda alınmış. Bir mahalle için yüzlerce, binlerce minik bilgi bloku oluşmuş. O haritayı tamamlayarak İstanbul’un 19’uncu yüzyıldaki dokusunu tespit etmek için öncelikle aynı yıllara ait defterler okunmuş. Sonra o tarihlerin geriye doğru gidilmiş. Henüz 24 defterin okumaları tamamlanmış. Kafadar, şimdiden İstanbul’da hangi mahallenin ötekine komşu olduğunu, hangisinde daha çok iş yeri ya da gayr-i Müslim meskeni olduğunu gözlem yoluyla tahmin edebildiklerini söylüyor. Plana göre ilk cildin ardından bir yıl içinde yayına hazır olan 6 cilt daha satışa sunulacak. Sonra geri kalan 17 cilde yoğunlaşacaklar. 10 bine yakın defter içinde çok küçük bir hedef gibi görünse de proje kurulu hiç olmazsa 100 defteri neşre hazırlamak istiyor.

    OSMANLI TARİHÇİLİĞİ, PATLAMANIN EŞİĞİNDE

    Şer’iyye Sicillerine Göre İstanbul Tarihi çalışması, son yıllarda yayımlanan Osmanlı tarihi araştırmalarından sadece biri. Dünyanın pek çok yerinde hiç olmazsa kürsüler tarafından yürütülen Osmanlı araştırmalarına ciddi fonlar aktarılıyor. Şer’iyye sicillerinin neşri de Sabancı Üniversitesi ve ABD menşe’li Packard Humanities Institute’un katkıları ile sürüyor. Harvard Üniversitesi Ortadoğu Araştırmaları Merkezi eski direktörü Kafadar, bu çok görünür olan Osmanlı merakının anlaşılabilir olduğu kanaatinde. Öncelikle yayımlanan araştırma sayısı giderek artıyor ve eskiden bilimsel kaynak bulamadığı için uzak duran araştırmacıların yolu açılıyor. Bir diğer ve belki de daha önemli sebepse dünya tarihçiliğinin giderek daha fazla ilgi görmesi. “Bugüne kadar bütün dünyada Batı merkezli bir tarih anlatıldı.” diye giriyor söze: “Rönesans ve reformla bir kırılma yaşandı. Modernite sadece Batı’da gelişti. Sonra endüstri devrimi meydana geldi. Onu Fransız ihtilali takip etti. Bu değişiklikleri gerçekleştiremeyen ülkeler treni kaçırdı ve sistemin dışında kaldı… Kısacası tarihin doğru çizgisi Avrupa’da ve Batı’da şekillendi, onun dışındakiler yanlış, diye öğrendik. Şimdilerde dünya tarihinin kurgusunu Batı merkezli olmaktan çıkarmaya çalışıyoruz. Osmanlı ve Hint tarihi gibi alanlara ilgi gösteren öğrenciler de bu anlayışı sorgulamak üzere geliyor.” Eğer yeni bir dünya tarihi yazılacaksa Osmanlı’ya bakmak tüm dünyaya çok şey öğretecek Kafadar’a göre. Bu yüzden başka araştırmalara aktarılan kaynakların yanında küçük kalan Osmanlı araştırması fonlarını ve araştırmacıların gayretlerini yadırgamamak gerek.

    Peki ya Türkiye’deki ilginin sebebi? “Öncelikle tarih de tüketim kültürünün bir parçası.” diyor Cemal hoca. Alıcısı var ve bu yüzden piyasaya peş peşe tarih kitapları, belgeseller vesaire sürülüyor. Ama bir de değişen tarihçi profili var ki bunun heyecan verici olduğunu düşünüyor: “Yeni tarih öğrencileri eskilere benzemiyor. Benim dönemimde Osmanlı tarihine ilgi duyan birinin çok büyük ihtimalle muhafazakâr devletçi olduğu düşünülürdü. Bu normaldi de. Ama şimdi eskiden hiç olamayacak bir şey yaşanıyor; değişik entelektüel maceralara açık, kendini farklı muhalif siyasi konumlarda tanımlayan insanlar tarihe merak sarıyor.” Bu farkı görmek için biraz dikkat kâfi Kafadar’a göre. Bir önceki kuşakta kimlerin tarih okuduğuna bakıp kıyas yapıldığında bu hemen fark edilebilir. Biz özellikle yurtdışında çalışan akademisyenlerin Türkiye’deki bilimsel yetersizlikten dert yanmalarına alışmışken o, “Yeni bakış açıları ile desteklenen Osmanlı tarihçiliği büyük bir patlamanın eşiğinde.” diyor. Ama sadece Osmanlı tarihi için geçerli bu iyimser yaklaşım. Genelde tarih çalışmaları alanında ise dünya ile kıyaslanacak durumda değiliz. Ama Osmanlı tarihçiliği uzun vadede diğer alanlardan beslenmeden gelişemez.

    Söz konusu Osmanlı tarihi olunca objektiflik daha önemli bir sorun gibi çıkıyor karşımıza. Şer’i siciller üzerinden genel bir yargı çıkarmayı reddeden Kafadar da haklı buluyor bu kaygıyı. Tarih konuşurken basite indirgemenin tehlikeli olduğunu düşünüyor. “Osmanlı adil miydi, değil miydi? Ne söylenebilir ki? Zaman zaman, yer yer, vak’alar üzerinden birtakım yorumlar yapılabilir ancak. O bile sadece küçük pencereler açar bize. İdeolojik kaygılarla meseleyi basite indirgemeden kaçmak lazım.” Ancak özellikle tarih eğitimi alanında mutlak ve mükemmel bir objektivite arayışının anlamsızlığına da dikkat çekiyor: “Önemli olan ideolojinin nasıl bir rol oynayacağı. Eğer bir tarihçi kendi ideolojik tavrını da analiz edip onun ötesine geçerek tarihçiliğini sağlam bir alt yapı ile icra ediyorsa tavrı rahatsız etmez, bilakis olumlu rol oynar.” Türkiye’de durumun bu kadar parlak olmadığını da kabul ediyor tabii. Genel tarih eğitimi hâlâ 100-150 yıllık siyasi / ideolojik boyutun hizmetinde gidiyor ona göre. Kimilerinin topyekûn reddettiği, kimilerinin kutsadığı Osmanlı ise hiç olmazsa çok önemli bir tecrübeler bütünü.

    Kadı defterlerini 1500 yıllık birikimin devamı olarak görüyor Cemal Kafadar. “Kararlar dönemin adalet anlayışına uygun ve geciktirilmeden alınıyor. Sonuçları değerlendirirken dönemin şartlarını hep göz önünde bulundurmak gerekiyor. Aksi takdirde çıkarılan sonuçların bilimsellikle alakası kalmaz.” diye de ekliyor. Abbasi döneminin Bağdat’ında, Memluk döneminin Kahire’sinde, Osmanlı döneminin İstanbul’unda ya da bugünün İstanbul’unda bir konuyu aynı şekilde açıklamak ne kadar mümkün? Hemen arkasından da İstanbul azınlıklarından Dimitri kızı Sulti’nin davasına getiriyor sözü:

    “Arzuhal eden muarrefetüşşahs Sulti binti Dimitri nâm Nasraniyye, Babıalilerine takdim eylediği iş bu arzuhalinde sadrî oğlum olup bundan akdem şerefi İslamla müşerref olan Mehmed Nuri ba’del İslam ismi malumum olmayıp ve mekanı malumum olmayan meçhule bir Müslüman hatun tezevvücü…” Müslüman olduktan sonra izini kaybettiren oğlu ile ilgili mevzu. Sulti’nin tanımadığı bir kadınla evlendikten bir süre sonra eşini terk edip kayıplara karışıyor Mehmed Nuri. Bir süre sonra başka bir kadın, kucağında 40 günlük bir bebekle dayanıyor Sulti’nin kapısına. “Bu senin torunun ve annesi bakabilecek durumda değil.” diyerek çocuğu bırakıp gidiyor. “Lakin sagire-i mezbureyi infaka benim dahi kudretim yoktur” diye yakınıyor Sulti. ‘İnayet istida ediyorum.’ Bu dava bile tek başına kadın / erkek, ebeveyn / çocuk, Müslüman / gayr-i Müslim ilişkileri konusunda pek çok ipucu veriyor. Başka vasi olmadığı için çocuğun babaanneye verilmesi gerekiyor lakin çocuğun ileride ‘kâfir’ olabileceğinden korkuyor kadı. Yine de bir Müslüman bakımına talip olana kadar Sulti’ye verilen küçük kız için beytülmalden babaanneye nafaka da bağlanıyor.

    TV DİZİLERİ İÇİN DE EKMEK VAR!

    Kafadar, kitabı kapatıp tahayyül etmeye çağırıyor okurları: “O devirde acz ve fakr ne anlama geliyordu? Kadın küfür korkusu ifadesinden incindi mi acaba?.. Bugünkü şartlarla yorumladığımızda pek çok problemli taraf bulunabilir. Osmanlı’yı sevmiyorsak ‘baksana kadına kâfir dedi’ deyip atarız. Veya adaletinden söz etmek için ‘Müslüman çocuğun bakımını bir Hıristiyana havale edip üstüne de para veriyorlar.’ deriz. İkisi de doğru ya da ikisi de yanlış. Hakikat aynen burada okuduğumuz gibi karmaşık bir şey.”

    Kafadar bu metinlerden çıkacak çok ders olduğuna emin. Hatta şer’iyye sicillerinde dizi yapımcıları için bile ekmek var ona göre. Ciddi bir ekip tarafından çekilecek diziler için jön tavsiyesinde bile bulunuyor gülerek: “Üzerinde epeyce düşündüm. Kadı rolüne İlber Ortaylı’yı çok yakıştırıyorum.”

    TİTİZ TARİHÇİLİK

    5 kişilik proje heyeti dışında çok sayıda akademisyenin yardımıyla yayına hazırlanan Şer’iyye Sicillerine Göre İstanbul Tarihi, titiz bir çalışmanın ürünü. İlk kitap, tam transkripsiyonlu metin, tıpkıbasım ve CD’de verilen toplu dizinden oluşuyor. Projeye destek veren Packard Humanities Institute tarafından geliştirilen yazılım sayesinde metinde geçen herhangi bir kelimeyi girerek aradığınız bilgiyi kolayca bulabiliyorsunuz. Türkiye’de ilk kez bir akademik çalışma için kullanılan bağlam duyarlı toplu dizin yazılımı, aranan kelimeyi içinde geçtiği cümle ile birlikte getiriyor. Böylelikle çok sayıda kelime arasından doğru metnin bulunması sağlanıyor. 7 cildin dizini ilk kitapla birlikte sunuluyor okura. Çalışma, ekibe 10 yıl önce katılan ve her metni defalarca okuyan Sakarya Üniversitesi’nden Dr. Necdet Ertuğ’un editörlüğünde yayına hazırlanıyor. Kullanılan hurufatı, bu proje için eski Türkçe harfleri öğrenen Packard Humanities Institute’ün kurucusu David Packard geliştirmiş. Sayfa tasarımı da yine 60 yaşının üzerindeki Packard’a ait.

    1 ocak 2007


    Related Posts

    Yaşar Kemal Sahaflar Çarşısı’nda

    Ekim 28, 2023

    sahaflık kabuk değiştiriyor

    Mayıs 28, 2020

    okur, yazar bir sahafın sandık odasından…

    Mayıs 2, 2020
    Add A Comment
    Leave A Reply Cancel Reply

    Çok Okunanlar
    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum
    Nisan 21, 2025
    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!
    Nisan 21, 2025
    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!
    Nisan 21, 2025
    biz çalıkuşu nesliyiz!
    Nisan 21, 2025
    anadolu kitabı koruyamamıştır
    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram Pinterest
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    © 2025 Ayşe Adli

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.