Son yıllarda daha çok insanın zihninde “Nereden geldik bu noktaya!” sorusu yankılanıp duruyor. Geçmişten bağımsız bir gelecek inşasının muhal oduğu anlaşılınca da geleneğe doğru aheste bir yolculuktan başka çare kalmıyor. Yeni bir kültür inşası, ancak neyi kaybettiğimizi hatırlamakla mümkün zira. Farkında olmadan, usulca yitirdiğimiz, yerine yenisini koyamadığımız kayıplarımızı… Geçmişe dair malumatımız, ön yargı ve komplekslerin ifadesinden öteye geçmiyor çoğu zaman. Tıpkı Cumhuriyet öncesi tedrisat dendiğinde akla ilk olarak falaka, hep bir ağızdan okunan anlamsız tekerlemeler ve nâhoş mekânların geldiği gibi. Peki o günleri hasretle yâd edenlere ne demeli? “Eğer oraya (Üsküp’teki mahalle mektebine) gönderilmemiş olsaydım, tahsilim doğrudan doğruya bir yeni maarif mektebinde başlasaydı milliyetimin en hoş hatırasından mahrum kalmış olurdum. Çocukluğumda olsun birkaç sene güzel mazimiz içinde yaşamış oldum…” Bu sözler Türk edebiyatının büyük kalemlerinden Yahya Kemal Beyatlı’ya ait. Bu itiraf da gösteriyor ki; tıpkı elimizin tersi ile itip reddettiğimiz diğer konulara olduğu gibi Cumhuriyet öncesi eğitim sistemine de bir daha bakmamız ve kâdîm olanı yeniden keşfetmemiz gerekiyor.
Geriye doğru çıkılacak bu seyahatte kaynak olarak kullanılabilecek kitaplardan biri, geçtiğimiz günlerde Dergâh Yayınları arasından piyasaya çıktı. “Bir Eğitim Tasavvuru Olarak Mahalle / Sıbyan Mektepleri” kitabı, 1997 yılında yayımlanan Mahalle Mektebi Hatıraları / Amin Alayı – Mektep İlahileri kitabının genişletilmiş hâli. Prof. Dr. Ali Birinci ve Prof. Dr. İsmail Kara’nın hazırladıkları kitap, aralarında Muallim Naci, Halide Edip Adıvar, Ahmed Rasim, Tahiru’l Mevlevî ve Yahya Kemal Beyatlı’nın da bulunduğu pek çok ismin çocukluk hâtırâlarına dayanıyor. Tahiru’l Mevlevî’nin “Malumdur ki tarih yazmak, maziyi istikbâle anlatmak, yahut eslâfı ahlâfa tanıtmak demektir. Buna binaen ‘hal’ için malum olan bir şeyin ‘istikbâl’ için meçhul bırakılmaması lâzım gelir.” ifadesinde işaret ettiği hikmet fehvasınca bir araya getirilen hatırât, geçmişle bugün arasında köprü niteliği arz ediyor.
Kitap sayfaları arasında dolaşırken görülüyor ki; eğitimin, geleneğe binaen 4 yaş, 4 ay, 4 günlükken Âmin Alayı ile başladığı yıllardan akılda kalan en belirgin unsur ilk gün yapılan merasim. İlk örnekleri 13. yüzyıla dek uzanan ve Bed-i Besmele de denen merasim, ailenin gelir durumu nisbetinde bir şaşaa ile başlıyor. Şehzadeler de dahil tüm çocuklar için tertib edilen törene muhitin ileri gelenleri ve kalabalık bir davetli grubu iştirak ediyor. Erkek çocukların takacağı festen, kızların örtüsüne, Kur’an kesesi, minder ve rahleye kadar bütün malzemenin itina ile günlerce önceden hazırlandığı tören, aileler tarafından neredeyse düğün kadar ciddiye alınıyor. Mektebin ilahici takımının icra ettiği ilahiler eşliğinde başlayan kısa gezinti, mektepte zihin açıklığı ve muvaffakiyet duaları ile sona eriyor. Ve küçük bir çocuğun dimağında ömrünün sonuna kadar unutamayacağı bir iz bırakan ilk dersi başlıyor: Hocasının önünde diz çöken küçük çocuk, ömrünün ilk dersini alıyor. Euzu Besmele’den sonra manasına binaen ‘Rabbi yessir’ duası okunuyor ve ilmin kapısı elif harfi ile aralanıyor. Sonrasında uzun yıllar boyu devam eden ve her günü başka bir keşfe konu olan mektep hayatı da başlamış oluyor.
25 temmuz 2005