Close Menu
Ayşe AdlıAyşe Adlı

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum

    Nisan 21, 2025

    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!

    Nisan 21, 2025

    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!

    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    • Yeşilçam’dan Portreler
    • Geçmiş Zaman Olur Ki…
    • Türkiye Kurulurken…
    • Hoş Sada!
    • Tüm Kategoriler
      • Şehir ve Mekan
      • Dünya’dan
      • GeziYorum
      • Kitabiyat
      • Nadir Söyleşiler
      • O Şehr-i İstanbul Ki…
      • Portreler
      • Sinema Yazıları
      • Sanat Penceresi
      • Tarih Yazıları
      • MetaFizik
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    Gündem - silahsız toplum kuvvetleri

    silahsız toplum kuvvetleri

    Demokrasinin teminatı varsayılan STK'lar; ideolojik, ekonomik ve siyasî bağlantıları sebebiyle sivilliğini ispat noktasına geldi. 'Sivil toplum göreve' ama önce kendi meşruiyetini tartışmak için...
    Şubat 11, 2015
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

    Demokrasinin teminatı varsayılan STK’lar; ideolojik, ekonomik ve siyasî bağlantıları sebebiyle sivilliğini ispat noktasına geldi. ‘Sivil toplum göreve’ ama önce kendi meşruiyetini tartışmak için…Türkiye, son haftalarda uzun zamandır örneğine pek rastlanmayan sokak eylemleri ve bu hareketlenmelerin askerî, siyasî ve hukukî sonuçlarını konuşuyor. Bir de sivil toplum kuruluşları tarafından organize edilen bu eylemlerin gerçekte ne kadar sivil olduğunu. Mitingler yüz binleri bir araya getirdi getirmesine ya, eylemin vitrin isimleri, sivil toplum temsili için yeterliliği tartışılır simalardan oluşuyordu. Meydanlara davetiye çıkaran, ‘ama’ demeye kalkanları istiğfar getirmek zorunda bırakan hararetli müdafileri bir kenara bırakırsak, toplumun geri kalan kısmında ‘derin’ tereddütler vardı bu eylemler hakkında.

    Aynı kaygıyı meydanları dolduran kalabalıklar da paylaşıyor olacak ki ‘Darbeci değiliz. Darbe de, şeriat da istemiyoruz’ deme ihtiyacı duyuyorlardı. Çünkü 14 Nisan mitingini, birkaç yıl önce ‘ordu göreve’ pankartları altında fotoğraf vermiş emekli askerin başkanı olduğu bir dernek düzenliyordu. Meydandaki sloganların aksine kürsüde ‘ordunun hassasiyetlerinin paylaşıldığının’ altı çiziliyor, yetkili merciler ‘gaflet, dalalet ve hatta hıyanet içindeki’ hükümete karşı harekete geçmeye çağırılıyordu. Aynı derneğin yönetim kurulu üyelerinden bir üniversite rektörü, katılımı arttırmak için öğrencilerin sınavını erteliyor, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin e-muhtırasının ardından kaygılı yüreklere ‘su serpiyordu’: “Hükümet yüzde 95’le gelse bile bazı kurumlar izin vermez.”

    İki hafta sonra 29 Nisan’da bu kez İstanbul’da ‘ordu millet el ele’ Çağlayan Meydanı’nı doldurdu. 10. Yıl Marşı eşliğinde coşan ‘silahsız kuvvetler’, Allah ordumuzu başımızdan eksik etmesin temennisini, demokratik mekanizmaların göreve taşıdığı hükümete hakaretle bağlıyordu. Sadece bu örneklere bakmak bile varlığını modern demokrasiye borçlu bazı sivil toplum kuruluşlarının dünyayı demokrasiye dar etme telaşında olduğunu ispata yeter görünüyor. Bu manzarayı izlerken akla pek çok soru geliyor elbette. ‘Meşruiyetini sivil toplum kuruluşu tabelasından alan bu oluşumlar ne kadar sivil?’ de bunlardan biri.

    Peki, “ülkemizin ve ulusumuzun bölünmez bütünlüğü için, demokratik, laik, sosyal hukuk devleti için, tam bağımsız ve aydınlık bir Türkiye için, cumhuriyetimizin kazanımlarına, kurumlarına sahip çıkmak ve ‘irticaya hayır’ demek için” düzenlenen bu eylemleri nasıl okumak gerekiyor? Aralarında ekonomi, sanat ve basın dünyasının önemli isimlerinin de bulunduğu bir kesim, özellikle iktidarın bu sese kulak vermesi gerektiği görüşünde birleşiyor. Sabancı Holding Yönetim Kurulu Başkanı Güler Sabancı, tabloyu gururla izleyenler arasında. Hürriyet gazetesi köşe yazarlarından Tufan Türenç’in değerlendirmesi de halkın demokratik tepkisini gösterdiği yönünde. Türenç, yazılarında bu tepkileri iyi değerlendirmenin Türk demokrasisi için çok önemli olduğunu vurguluyor. Ancak ilginç şekilde karşı görüşü savunanların hareket noktası da demokrasi. Mesela İnsan Hakları Derneği, Cumhuriyet Mitingi’ni statükocuların, demokratikleşmeye ve sivilleşmeye karşı direnişi olarak nitelendiriyor. Ve görüşlerin yüksek sesle dile getirilmesi organizasyonun devlet destekli olmasına bağlanıyor.

    SİVİL TOPLUM KİMLERDEN OLUŞUR?

    Konunun uzmanları sivil toplumdan, devletin tayin ettiği özgürlük alanını genişletmeye çalışan örgütlü halk kitlelerini anlıyor. Aynı düşünceyi paylaşan insanlar, problemlerini çözmek ve maksatlarına daha kolay ulaşmak için kurumsallaşma yoluna gidiyor. Tanıma uyan her yapılanma STK kabul ediliyor. Bu izah ilk bakışta makul gibi dursa da sorunun ne olduğuna, nasıl çözülmesi gerektiğine belli bir fikir etrafında toplanmış insanların karar verdiği ve sistemi bu yönde değişmeye zorladığı gerçeği, masumiyet perdesini aralıyor. Zira elinde toplum adına güç bulundurduğu ve kitleleri temsil ettiği iddiasıyla sesini yükselten STK’lar, kaçınılmaz olarak sadece kendileri gibi düşünen insanlar adına bayrak açıyor. Ve çoğu zaman bir kalabalığın karşısında tam tersini isteyen kitleler bulunuyor.

    Sivil alan sanıldığının aksine bir barış ve uzlaşma değil, kıyasıya mücadele alanı yani. Siyasetin de bu mücadeleden doğduğunu söyleyen Prof. Dr. Yasin Aktay’a göre siyasette uzlaşma ihtimali yok. Önemli olan bu çatışmalarda birilerinin haksızlık etmesine, hakkaniyet dışına çıkmasına müsaade edilmemesi. Bunu da hakem kabul edilen devletin sağlaması gerekiyor. Aktay, sokaktan yükselen seslerin uzlaşma zemininden uzaklaşmasını, hakemlikten taraftarlığa kayan devletin fair play kurallarına uymamasına bağlıyor.

    DEVLETİN SİVİL TOPLUMU

    Türkiye’de devletin sivil toplumdan rol çalmasına örnek teşkil edecek ilk vaka 1930’larda yaşanıyor. Dönemin feminist platformu Türk Kadınlar Birliği’ni lağveden hükümet, “Komünizm gelecekse onu da biz getiririz” vecizesini doğrularcasına kendisi ‘kadıncılık’ yapmaya başlıyor. Cumhurbaşkanı İsmet İnönü, ‘bizim devrimimiz bir kadın devrimidir’ anlamına gelen konuşmasını bu birliğin kapatılması ile aynı günlerde yapıyor. Fatih Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Ömer Çaha, devletin sivil toplum alanından pay kapmaya çalışmasını toplum üzerindeki hâkimiyetini yitirme endişesine bağlıyor. Bu refleksle halk nezdinde popüler olan ne varsa tekeline alan devlet, toplumsal bir dinamizm oluşmasına mâni oluyor. İtibar kazanan değer ve kavramlar bir kere devletin tekeline girdimi de içleri boşalıyor ve anlamları tahrif oluyor. Bu tespitini daha yakın bir örnekle destekliyor Çaha: “1980’lerden sonra çevre hareketleri karşılık bulmaya başladığında sivil inisiyatife Çevre Bakanlığı kurularak karşılık verildi. Sivil toplum kavramı ve kuruluşlarının toplumun her kesimi tarafından benimsenip bir mücadele alanı olarak algılandığı 90’ların sonlarında aynı bilinç bir kez daha harekete geçti. Bir farkla, devlet bu kez sivil toplumun vazifesini üstlenmek yerine sivil toplumculuk yapmaya başladı.”

    1980’lerden beri daha sık kullanılan sivil toplum kavramına genellikle olumlu anlamlar yükleniyor. Sakarya Üniversitesi Öğretim Üyesi Doç. Dr. Burhanettin Duran, bazı kayıtları olmakla beraber STK’ların demokratik devletler açısından önemine işaret ediyor. Sivil toplumda yer almak her zaman demokrat ve barışçı olmayı getirmiyor tabii. Bu kuruluşların belli bir menfaati, talebi temsil etmelerinde, bunun için devletten talepte bulunmalarında sorun yok. Asıl önemli mesele, devletin kendi sivil toplumunu oluşturmaya kalkması. Devlet, elitlerin benimsediği ortak iyi anlayışını topluma empoze etmek ve çatışma kaynağı kabul ettiği sivil toplumu kontrol altına almak için bu yola başvuruyor.

    Sivil toplumun meşruiyetine halel getiren bu müdahale kimi zaman sivil toplumlar arasından bir tercih yapmak, bazen de kendi sivil toplumunu oluşturmak şeklinde tezahür ediyor. Devlet – sivil toplum flörtünün ilk örneği, 28 Şubat sürecine ait. Devletçi ya da devletli sivil toplum kendini ilk kez o tarihlerde gösterdi. 20 Aralık 1996’da yayımlanan “İşi Bu Defa Silahsız Kuvvetler Halletsin” başlıklı habere göre Hürriyet gazetesine konuşan ‘üst düzey bir komutan’ iktidardaki Refah-Yol hükümetini eleştirmiş ve vazifeyi ‘silahsız kuvvetler’ diye isimlendirdiği sivil toplum kuruluşlarına tevdi etmişti. Hemen o günlerde harekete geçen, kamuoyunda 5’li çete ismiyle maruf işçi ve işveren sendikası başkanları, sonradan açıkça belirtildiği gibi görevlerini hakkıyla yerine getirdi. Refik Baydur, Fuat Miras, Bayram Meral, Rıdvan Budak ve Derviş Günday’ı harekete geçiren güç, yıllar sonra ortaya çıktı. Dönemin önemli aktörlerinden Erol Özkasnak Paşa, gerekenin günün şartlarına uygun olarak yapıldığını, tehlikenin demokratik mekanizmaların harekete geçirilmesi sayesinde bertaraf edildiğini anlatıyordu. Silahsız kuvvetlerin harekete geçirilmesinin sebebi de demokrasiye halel gelmemesi arzusu idi.

    ORDU-STK YAKINLAŞMASI

    O dönemde misak-i millici bir görünüm alan STK’ların pek çok yönüyle TSK’yı andırdığını düşünen Çaha, bu yapıları ‘Silahsız Türk Kuvvetleri’ olarak okumanın anlamlı olduğunu belirtiyor. Bu tanımlama Nokta Dergisi’nin kapatılmasına sebep olan yayınla birlikte daha da anlam kazanıyor. Yasin Aktay, dergiye düzenlenen baskının Genelkurmay’ın STK’lara ilişkin görüşlerini içeren belgenin yayımlanmasına bağlıyor. Genelkurmay İstihbarat Daire Başkanı Korgeneral Aslan Güner’in imzasını taşıyan söz konusu belgede TSK’nın STK ile işbirliğine ilişkin görüşler yer alıyor. Yazıda, TSK’nın halkla bütünleşmesinin geliştirilmesi için kurulan ‘Toplumsal Geliştirme Destek Faaliyetleri’ (TGDF) biriminin kendi siyasi görüşleri, örtülü veya açık maksatları doğrultusunda kamuoyunu yönlendirme ve etkilemeye yönelik faaliyet gösteren STK’larla işbirliğinin uygunluğu hatırlatılıyor. Emekli ordu mensuplarının STK’larda peş peşe görev almaya başlaması da o tarihlere rastlıyor. Bu emekli askerler arasında en öne çıkanı Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) Genel Başkanı emekli Orgeneral Şener Eruygur şüphesiz. Eruygur’un şöhreti biraz da eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlükte adının darbe hazırlıklarına karışmasından kaynaklanıyor.

    STK’LAR PSİKOLOJİK SAVAŞIN SİLAHLARINDAN

    Emekli Tuğgeneral Veli Küçük, emekli Korgeneral Hasan Kundakçı, emekli Kurmay Albay Aziz Ergen, emekli Kurmay Albay Fikri Karadağ, emekli Tuğgeneral Alaettin Parmaksız ve emekli Orgeneral Hurşit Tolon da STK’larda yönetici kademesinde bulunan diğer eski ordu mensupları. Emekli paşaların görev aldığı kuruluşların ortak özelliği ulusalcı çizgide faaliyet göstermeleri. Vitrini iyi eğitim almış, önemli görevlerde bulunmuş isimlerin oluşturduğu ulusalcı hareket daha çok dernekler üzerinden faaliyet gösteriyor. Ülkenin bölünme tehdidi altında olduğu korkusundan yola çıkarak halkı Türklük etrafında bir araya gelmeye çağıran STK’lar üslupları ile diğer sivil toplum örgütlerinden ayrılıyor. Mersin’de bir kuvvacı derneğe üye kaydı esnasında silah üstüne yemin ettiren emekli Albay Fikri Karadağ, ‘Türk anadan Türk babadan doğmuş, soyunda dönme olmayan Türkoğlu Türk’ yol arkadaşlarına görev yemini ettirirken manidar bir hatırlatma yapıyor: “Bu uğurda ölmek var. Öldürülmek var. Öldürmek var…”

    Sivil toplum kuruluşu kavramının genel tanımına göre STK’lar şiddete başvurmadıkları sürece her türlü düşünceyi savunabilirler. Burhanettin Duran da, şiddetsizliği her zaman “sivil” ve “demokratik” olmadığı bilinen STK’ların olmazsa olmaz şartı kabul ediyor. Ona göre Mersin’de yaşanan örnek üç şeye işaret ediyor. Birincisi; 1980’lerle başlayan ama özellikle AB ve küreselleşme sürecinde siyaset etme pratikleri değişiyor. Ulus-devletin klasik kontrol araçları etkisizleştiğinden sivil toplum unsurları öne çıkıyor. İkincisi, Türkiye’de hâlâ etnik ve dinî kimlik talepleri güvenlik sorunu olarak görülüyor ve bazı medya ve STK’lar kullanılıyor. Üçüncüsü ise son dönemde Türkiye’de Ermeni soykırımı iddiası, terör, azınlıklar, laikliğin yeniden tanımlanması ve Cumhuriyetin temel niteliklerinin tehdit altında olduğu kaygısı kamuoyunda bölünmelere ve tehdit algılamasına sebep oluyor. Ancak Duran’a göre sebep ne olursa olsun STK’ların devleti savunmaya soyunması ciddi bir tehlikeyi beraberinde getirebilir. Devletin sorunlarla başa çıkmada etkisiz kaldığı, AB süreci ile elinin kolunun bağlandığı algılaması misyon yüklenen bazı STK’ların şiddete savrulma eğilimini güçlendirebilir.

    Duran’ın tehlikeli bulduğu bu eğilimin zaman zaman devlet tarafından desteklendiği biliniyor. Nitekim 30 yıl boyunca MGK’da başmüşavir ve danışman olarak görev yapan Mustafa Ağaoğlu, çok geriye gitmeden 28 Şubat’la örneklendiriyor bunu. Psikolojik harekâtta medyanın dışındaki önemli unsurlar sivil toplum kuruluşları, üniversiteler ve dernekler Ağaoğlu’na göre. Ve gerek duyulduğunda bu kurumlardan ‘hukuki zeminde’ istifade ediliyor. 28 Şubat döneminde Başbakanlık örtülü ödeneği ve Başbakanlık tanıtma fonunun üniversiteler ve bazı sivil toplum kuruluşlarının desteklenmesinde kullanıldığı bilgisi de yine Ağaoğlu’nun Aksiyon’a verdi röportajda yer alıyor.

    Orduya ya da devletin önemli kademelerine yakın isimlerin öne çıkması sivil toplum faaliyetlerine gölge düşürür mü peki? Ömer Çaha bu soruya ‘hayır’ diye cevap veriyor. “Sivil toplum faaliyeti içinde bulunan kişilerin kimliği önemli değil. Asıl mesele kurumların arkasına devlet desteğini alıp politik güçten yararlanarak hareket etmesi. Yoksa ille de emekli asker olmasına gerek yok. Militarist yapıdan hoşlanan bir oluşum bu görüşlerini sivil toplum çatısı altında savunabilir. Mesele devlet aktör gibi hareket etmeye başladığında ortaya çıkar.”

    Son haftalarda kitlesel mitingler düzenleyen kuruluşlar üzerinden devam edersek; tartışma demokrasi dairesinde hareket eden kalabalıkların demokrasi karşıtı üslup ve çağrıları yanında siyasî ve askerî bağlantılarından kaynaklanıyor. Bu görüşü desteklemeyenler de var elbette. Mitinglere ve orada dile getirilen görüşlere tam destek verenler arasında Mehmet Ali Kışlalı, Hıncal Uluç, Emin Çölaşan, Yılmaz Özdil gibi köşe yazarları ve başta Deniz Baykal olmak üzere siyasetçiler var. Kışlalı’ya göre, “Toplumun, Anayasa ile şekillenmiş, demokrat, laik ve sosyal temelli Cumhuriyet’i özümsemiş kesimi, yıllarca bu değerleri koruma bakımından, tam bir tembellik içinde yaşadı. Bu misyonu Türk Silahlı Kuvvetleri’nin üstlenmiş olmasının rahatlığını hissetti. Böyle düşünenlerin başında, tüm yaşamlarını Cumhuriyet’i korumaya adamış subaylar vardı. Emekli olduklarında, bir araya gelip, bir ‘sivil toplum örgütü’ kursalar da, Cumhuriyet’i koruma konusunu muvazzaf kadroya bırakıyorlardı.” Kışlalı, şimdi bunu yeterli görmeyen emekli askerlerin geç de olsa doğru yola erdiklerini dile getiriyor yazılarında. Muhalefet görevini sokağa terk etmiş gibi görünen ana muhalefet partisi lideri Baykal ise hareke çağırdıkları toplumun farklı kesimlerinin gecikmesini ordunun duruma el koymasına gerekçe gösteriyor.

    SOKAK ŞANTAJ ARACI GİBİ KULLANILIYOR

    Nitekim ülke genelinde onlarca STK’nın desteklediği mitingler düzenlenmesi bu çağrının karşılık bulduğunu gösteriyor. Üstelik diğer kuruluşlar tabanlarının sokağa çıkmak konusundaki çekingenliğinden yakınırken bu kez meydanları dolduranları ifade etmeye rakamlar yetmiyor. Yasin Aktay’a göre, sokak eylemleri karar alma süreçlerinde etkili oluyor: “Ama bu etki sadece sokağa çıkmakla sağlanmaz. Sokaktaki insanların kim tarafından desteklendiği önemli. Türkiye’de sivil toplum genellikle birbirinden kopuktur, birlikte hareket etme becerisi yoktur. Ancak devletin olaya müdahil olup yönlendirmesiyle sivil toplum sokağa dökülür.”

    Bu tespitin de işaret ettiği gibi Ankara ve İstanbul mitinglerini düzenleyen Ulusal Birlik Hareketi’nin bir tesadüfün ürünü olmadığı düşünülüyor. Hareketin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt ve Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in hükümeti hedef alan çıkışlarıyla eş zamanlı kurulduğu biliniyor. Genel başkanlığını ADD Genel Başkanı emekli Orgeneral Şener Eruygur’un yaptığı Ulusal Birlik Hareketi, Türkiye Esnaf ve Sanatkârları Konfederasyonu (TESK), Atatürkçü Düşünce Derneği (ADD) ve Türkiye Kamu Çalışanları Sendikaları Konfederasyonu’nun (Türk Kamu-Sen) aralarında bulunduğu 41 sivil örgüt ve sendika tarafından kuruldu. Ortak hareket kararını, ‘Cumhurbaşkanlığı makamının Cumhuriyet’in değerlerini içine sindirememiş bir kişi tarafından işgal edilmesini önlemek’ cümlesi ile özetleyen ulusalcı birliğin mitingleri de bu maksadı destekliyor.

    STK’ların sokağa çıkarak dile getirdikleri talepleri değerlendiren Aktay, sivil toplumun zaman zaman sivil itaatsizlik seçeneğini kullandığının altını çiziyor. Miting ve sokak gösterileri de eylem biçimleri içinde yer alıyor. Öncelikle bir STK’nın yalnız kendi tabanı adına konuşabileceğini hatırlatan Aktay’a göre, parlamento dışındaki tüm kurumların ‘milleti temsil’ iddiası bir yanılsamadan ibaret. Aynı şerh Ankara ve İstanbul’da düzenlenen eylemler için de geçerli. Aktay, onların durumunu şaibeli kılan başka ayrıntılar da olduğu kanaatinde. “Çiğnenen bir haklarını, gasp edilen özgürlüklerini talep etmiyor, esasen demokratik ve yasal bir işleyişe karşı çıkıyorlar. Yasal hakkını kullanmasını istemedikleri bir kişi var. Özde ve sözde ayrımı yaparak onu bertaraf etmeye çalışıyorlar.”

    Uzmanlara göre devletin sivil toplumu kuşatma kaygısının gerekçelerinden biri sivil toplumun gücü. Örgütlü yapı güçlendikçe bu alanda söylenenlere kulak tıkamak giderek zorlaşıyor. İnsan Yerleşimleri Derneği Başkanı Korhan Gümüş ikinci bir sebebe işaret ediyor: “Devlet halkın özne olmasını istemiyor.” Bu yüzden ya kendisi konuşuyor ya da yalnızca birlikte iş yaptığı isimlere söz hakkı tanıyor. Gümüş’e göre bu tutum bir azınlığın kendi çıkarını temsil etmesine yarıyor. Temsil dışı olması gereken üniversiteler, akademisyenler, sanatçılar gibi kurum ve kişilerin oluşturduğu simgesel sınıf, hakikaten bir sınıf gibi kamu yararı için değil kendi çıkarlarını temsil için uğraşıyor. Bu gerçeğin farkında olan kamuoyu da sivil toplumun sözcülüğünü yapamayan STK’lara güven duymuyor.

    Helsinki Yurttaşlar Derneği Genel Koordinatörü Emel Kurma da sivil toplumun sivillikle bağdaşmayan tavırlar sergileyebildiğini savunanlardan; “Sivil toplum kavramını bir kenara, bunun tezahürü olan kuruluşları da başka bir kenara koymak lazım. Toplumda ne varsa örgütlenmiş tezahürlerinde aynı şey çıkıyor karşımıza. Öncelikle sivil alana hikmetinden sual olunmaz, çok iyi bir şey gibi bakmaktan vazgeçmek gerekiyor. Zira bu alan içinde iyi ve barış yanlısı diye nitelenemeyecek pek çok şey var.” Devletin sivil toplum gibi örgütlenip bu alandan pay kapmaya çalıştığı tezini doğrulayan Kurma, artık buna gerek olmadığını düşünüyor. Kendisine tevdi edilmeyen konularda kollarını sıvayan vatandaşlar var nasılsa. Ve asıl korkulması gerekenler de durumdan vazife çıkarmayı bilenler.

    Gümüş’ün simgesel sınıfa dâhil ettiği üniversiteler, son yıllarda demokratik tepkisini en sık dile getiren kurumlardan. Yüksek Öğretim Kurulu (YÖK) Başkanı Erdoğan Teziç ve üniversite rektörlerinin en dikkat çekici vasıflarından biri iktidarı hedef alırken kullandıkları üslubun en az muhalefetinki kadar keskin olması. Kamuoyu, YÖK’ün cumhurbaşkanı seçimi için gereken oy sayısından millî eğitim reformuna kadar hemen her konuda ne düşündüğünü biliyor. ODTÜ Rektörü Prof. Dr. Ural Akbulut, İnönü Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu ve Nur Serter gibi isimler sivil toplum kuruluşları ile organik bağlarından dolayı daha görünür olsa da üniversitelerin Türk siyaseti üzerindeki etkisi inkâr edilemez. Nitekim 9’uncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de geçtiğimiz aylarda bu gerçekten hareketle öğrencilerin hareketsizliğini yadırgadığını belirtmişti. ‘Nerede bu ODTÜ’lü öğrenciler’ diye soran Demirel’in şaşkınlığı cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde hiçbir üniversitede protesto eylemi düzenlenmemesinden kaynaklanıyordu.

    DAYATMACI ÖRGÜT, STK OLAMAZ

    Her ne kadar problemli örnekler üzerinden gündeme gelseler de sonuç olarak sivil toplum kuruluşlarının demokratik toplumda önemli bir yere sahip olduğuna şüphe yok. İnsanların kendini ifade etme ve siyasete atılmasının en pratik yollarından birini onlar sağlıyor. Tartışmalara son noktayı koyacak merci de resmî kurumlar tabii ki. Yasaların sivil diye tanımladığı kurum ve faaliyetler en azından fiili manada meşru kabul edilmek durumunda. İstanbul İl Dernekler Müdürü Eyüp Ergür, bir kurumun ancak kendi doğrularını toplumun geri kalan kısmına dayatmaya başladığında STK olmaktan çıktığını belirtiyor. Yasalarda sivil toplum tanımı yok. Kurumlar dernekler yasasına göre kuruluyor, amaçları doğrultusunda faaliyet gösteriyor, yasının suç saymadığı amaçlar için çalışabiliyorlar. Sınırı aşanlar hakkında savcılık nezdinde suç duyurusunda bulunuluyor ve dernek ancak mahkeme kararıyla kapatılabiliyor.

    YÖK, ÜNİVERSİTE-STK İŞBİRLİĞİNİ RESMEN DESTEKLİYOR

    Geçtiğimiz aylarda basına yansıyan bir belge üniversitelerle STK”lar arasında görünenden daha yakın bir ilişki olabileceğini de ortaya koydu. YÖK Başkanlığı”nın Bahçeşehir Üniversitesi”ne gönderdiği 4 Mart 2003 tarihli belgede, “STK”ların batı ülkelerindeki emsalleri ile aynı seviyeye gelmesi ve ülke içinde ve dışında devlet adına siyasi, kültürel ve ekonomik alanda faaliyet yürütebilecek yetenek kazanmaları için” desteklenmeleri isteniyordu. Bahçeşehir Üniversite”sinin Global Hukuk Programları sayfasında yer alan bilgiye göre bu yazıdan kısa bir süre sonra, 30 Kasım 2004″te Türkiye Emekli Subaylar Derneği (TESUD), Bahçeşehir Üniversitesi işbirliği ile “Hukuk Devleti İlkelerinin Türkiye”deki Uygulanması” konulu bir sempozyum düzenlendi.

    EKONOMİK VE SİYASÎ BAĞLANTILARI DA TARTIŞMALI

    Güncel tartışmalar biraz gölgelemiş gibi görünse de STK”larla ilgili en problemli alan finans kaynakları meselesi. Cumhurbaşkanı Sezer bile yurtdışından fon alan kuruluşların ülkeyi bölmeye yönelik faaliyet gösterdikleri endişesini taşıyor. Aynı tartışmanın sivil toplumda da tarafları var. Bir kesim meşruiyetlerini gölgeleyeceği endişesiyle uluslararası fonlardan uzak dururken bunda hiç beis görmeyenler de var. Emel Kurma, proje bazlı tahsis edilen paranın ihale mantığı içinde dağıtıldığını teslim etse de “bütün dünyada işler şimdilik böyle yürüdüğü için” kabul etmek gerektiğini savunuyor. Mazlumder İstanbul Şube Başkanı Mustafa Ercan”sa karşılıklı ilişki uzun süreli olduğunda para alan tarafın bağımsızlığını kaybedebileceği görüşünde: “Muhatabınız size bir anlayışı dayatmasa bile siz kaynağınızı kaybetmemek için çizginizi gözden geçirme gereği duyarsınız.” Bu endişelerle fon almayan Mazlumder İstanbul Şubesi”nin tek gelir kaynağı bağışlar. Ercan Kurma”nın aksine zorunlu görüp de parasızlıktan yapamadıkları iş olmadığını, bağışların faaliyetler için yeterli olabileceğini savunuyor.

    Siyaset ve STK ilişkisi de henüz üzerinde mutabakat sağlanamayan alanlardan. Doç. Burhanettin Duran, “STK”ların siyaset yapmaları değil, toplumun sorunlarına duyarlılıklarını yitirerek ve belli grupların dar menfaatlerine odaklanmaları sorun.” dese de Mazlumder Genel Başkanı”nın bir siyasi hareketin sözcülüğünü üstlenmesi aynı derneğin şubeleri tarafından bile kabul edilebilmiş değil. Mustafa Ercan, siyaset alanında konuşmakla o alanda aktör olmanın aynı şey olmadığı konusunda ısrarlı. Mazlumder”in ilgilendiği konuların çoğu siyasetin de ilgi alanına giriyor. Derneğin bir aktör gibi davranmaya başlaması hakemlik rolünü kaybetmesi anlamına geliyor Ercan”a göre. Ancak her yerde olduğu gibi sivil toplum kuruluşlarında da bir güç ve iktidar kullanımı söz konusu. Mazlumder İstanbul Şubesi”nde, Genel Merkez”in elindeki gücü “iyi olmayan” bir şekilde kullandığı kanaati yaygın.

    7 mayıs 2007

    Related Posts

    etyen mahcupyan; batı devletten, doğu örgütten özgürleşmeli!

    Şubat 13, 2015

    türkiye çözümü konuşuyor!

    Şubat 13, 2015

    kat karşılığı şehirler…

    Şubat 13, 2015
    Add A Comment
    Leave A Reply Cancel Reply

    Çok Okunanlar
    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum
    Nisan 21, 2025
    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!
    Nisan 21, 2025
    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!
    Nisan 21, 2025
    biz çalıkuşu nesliyiz!
    Nisan 21, 2025
    anadolu kitabı koruyamamıştır
    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram Pinterest
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    © 2025 Ayşe Adli

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.