Koç Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Fuat Keyman, Türkiye’de solun 1980 sonrasında giderek marjinalleştiğini söylüyor. Toplumu okumayı beceremediği için kitlelerle aynı dili konuşamayan sol siyasi partilerin yakın gelecekte çıtalarını yükseltmesi de mümkün görünmüyor. Siyaset bilimi çalışmalarını sürdüren Keyman’la Türk solunun geleceğini konuştuk.
-Türkiye’de hangi tarihten itibaren bir sol oluşumdan söz etmek mümkün?
Türkiye’de Komünist Parti temelinde bir solun mazisi Atatürk’e kadar uzansa da ancak İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra sol siyasetten söz edebiliyoruz. Gençlik örgütleri, sivil toplum kuruluşları ve parlamentodaki güçlü aktörleri ile örgütlenmiş siyasi bir sol 1960 sonrasında kendini gösterdi. Kitlesel eylemlere de yine aynı tarihlerde Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) içindeki gençlik kolları imzasını atıyordu. Gençler ellerine anayasa alarak Demokrat Parti aleyhine eylem yapıyor ve kısa bir süre sonra yapılan anayasa, Cumhuriyet tarihinin en sivil anayasası olma özelliğini taşıyordu.
Yine o yıllarda yaşanan Türkiye İşçi Partisi (TİP) deneyimi de Türk solu için çok önemli. Bülent Ecevit’in çok itelediği ‘ortanın solu’ 1960 sonrasının ürünü. Bu hareket, sadece CHP’nin değiştiğini göstermiyor aynı zamanda çalışma bakanı Bülent Ecevit’in 1950’lerden sonra Türk modernleşmesini, işçileşme, sanayileşme ve ithal ikameci toplum yapısını iyi kavradığını da ortaya koyuyor. O günkü Ecevit bugünkü CHP’den farklı olarak elit, okumuş, şair, felsefeci, Robert Kolej mezunu özellikleri ile Türk modernleşmesini temsil ederken halka da çok yakın. Bugün halkçı Deniz Baykal da, başka bir lider adayı da yok. Bütün bu tablo solun Türkiye’de oluşma evresinin 1960’lar olduğunu gösteriyor. 1970’lerde sol gençlik bağlamında fraksiyonlara bölünüp parçalanıyor. Ama bir yandan da işçilerle ve halkla birlikte hareketlenmiş bir sol var. 80’lerle birlikte sol hem siyasi aktör olarak hem de sivil toplumdaki ve gençlerdeki karşılığı itibarıyla ciddi bir gerileme yaşadı. Ve marjinalleşti. Bu süreç bugün de devam ediyor. -12 Eylül müydü bu gerilemenin sebebi?
Bununla ilgili çok şey söylenebilir: 12 Eylül askerî darbesinin sonuçları, 24 Ocak 1980 kararları neticesinde Türkiye’nin liberal politikalar benimseyerek dışa açılması, 1990’larda küreselleşmenin etkisi, İslam / Kürt sorunu gibi kimlik hareketlerinin yükselmesi Bütün bunlar etkiledi gerilemeyi. Ecevit’in 1960’lar ve 1970’lerde üstlendiği rolü iyi okuduğumuzda tüm bu süreçlerin doğruluğunun yanında solun giderek toplumu okuyamadığını görüyoruz. Halktan koptuğu için merkezle çevre arasındaki ilişkiyi sağlayamıyor. Ecevit’ten sonra kimseyi kendine yakın bulmuyor toplum. İnönü’yü, Karayalçın’ı ve 10 küsur yıldır genel başkanlık makamında olan Deniz Baykal’ı Sol halktan ciddi biçimde kopmuş durumda. Şair Karaoğlan halkla aynı dili konuşmaya çalışıyordu. Bugün bunu başaramayan bir sol var.
-Bu tıkanıklık ideolojik bir çözümsüzlüğün işareti mi yoksa sadece siyaseten mi yol alamıyor sol?
Ben solun bir siyasi aktör olarak sorunları olduğunu düşünüyorum. Yüzde 40’lar civarında oy aldığı günler Türk solunun altın çağıydı, o günler bir daha hiçbir zaman geri gelmeyecek, bunu kabul etmek lâzım. Yüzde 42’lerden bugün yüzde 19’u başarı gören hatta bir dönem yüzde 8’e, 9’a inmiş parçalanmış bir sol var. Aynı zamanda toplumla kurduğu bağda da ciddi bir sorun olduğunu görüyoruz. Mesela kadın, gençlik, çevre gibi toplumsal hareketlerle de, İslam’ın yükselişi, Kürt sorunu gibi kimlik sorunları ile de bağları giderek ortadan kalkıyor. Bunun yanında yeni bir kimlik yaratma açısından da sorunu var. Solcuyum diyen insan sayısı giderek azalıyor. Sandıktan çıkan tüm oyları CHP’ye ait görmemek gerekiyor. Tepki, alternatif eksikliği vesaire sebebiyle AKP’ye gitmeyen epeyce oy yansıyor CHP’ye. Bildiğimiz bir şey var; bugün solun mesajının karşılığı yok. Her ideolojinin bir karşılığı vardır. Bülent Ecevit’in 80 öncesinde bir çağrısı vardı ve yüzde 40 evet diyordu. Bugün CHP’nin çağrısına kulak verenlerin sayısı çok az.
-Türk solu bir çıkmazda yani
Öncelikle Türkiye’nin bu çoğulcu yapısı içinde bir partinin tek başına yüzde 40’lar civarında oy alma ihtimalini çok düşük görüyorum. Simgesel olarak solun birinci parti olması bugün ve yakın gelecek için mümkün görünmüyor. Bunu doğrulayan argümanlardan bir tanesi ana muhalefet partisi CHP’nin muhalefet anlayışı ve 2007 seçimlerine hazırlanış biçimi. İktidar hayali yok. Türkiye’yi yönetme iddiasındaki bir partinin toplumsal tabanla bağ kurma, kimlik oluşturma derdi olmalı. Bugünkü CHP söylemine baktığımız zaman bu eksikliği görüyoruz. Önümüzdeki dönemde CHP’nin birinci parti olamayacağı ortada. Bunu onlar da bildikleri için siyasetlerini ikinci parti pozisyonunu korumak üzerine kuruyorlar. Yeniden birinci parti olabilmesi için halkçılığı, Türkiyeliliği, toplumsal talebi iyi okuması, ekonomik altyapıyı iyi anlaması lâzım. Bunları 1980 öncesinin Ecevit’i başarmıştı.
-Sözlerinizden solun kendini Ecevit’le bulduğunu anlıyoruz. Onun diğer liderlerden, İnönü’lerden, Baykal’dan farkı neydi?
1923’ten bugüne Türkiye’de devlet merkezli bir modernizasyon süreci var. Bu sürecin motor gücü CHP idi. Partinin halkla bağlantı kurma dönemi Ecevit’le başlıyor. Bu politikalarına, söylemlerine ve haliyle oylarına yansıyor. 80’lerde solun kendi iç kavgalarından biri daha yaşanıyor. Ve bunu Demokratik Sol Parti’nin ayrışması izliyor. Cenazenin bu kadar kalabalık olmasının sebeplerinden biri Ecevit’in Türk modernleşmesini temsil eden CHP içinde önemli bir yere sahip olması ve Türk solunun aslî karakterindeki önemli katkısı. Bu kalabalık geçmişe özlemi ortaya koyuyor. Özlenen 80 öncesinin Ecevit’i. O misyonda bir boşluk var bugün.
-Ecevit’in siyasi hayatında 1980 sonrasında bir dönüşüm söz konusu. Siz hangi Ecevit’i siyaseten daha başarılı buluyorsunuz?
1980 öncesindekini buluyorum, çünkü Türk solunun kendini en iyi ifade ettiği bu dönemde yaptıkları ile ‘Ecevit’ oldu. Vefatından sonra hayatı tekrar gözden geçirildiğinde de bu ortaya çıktı. 80’e kadar ekonomik anlamda değil ama siyaseten vizyoner bir Ecevit var. Tekrar siyaset yapmaya başladığı 90’larda ise bambaşka bir Türkiye mevcut. İkinci Ecevit’in karşısında yükselen bir İslam, sesini yükselten Kürt kimliği, solun düşüşü, küreselleşme, ekonominin egemen ideoloji hâlini alması ve birçok başka değişiklik çıkıyor. Ortaya çıkan serbest pazara vereceğiniz cevap çok önemli söz gelimi. 1960’lar Türkiye’sine verilen cevaplar iş görmüyor. Modernitenin krizi solu da vuruyor. Sonuç itibarıyla eski vizyonerliğini yakalayamayan Ecevit’in daha milliyetçi bir çizgiye kaydığını görüyoruz. Yine de toleransa, laikliğin yeniden tanımlanması gereğine dikkat çeken bir figür var. Yani açılımlar son dönemde de CHP’den değil Ecevit’ten geldi.
-1980 ve 90 sonrasında sağ siyasi partiler kötü bir profil çizdiler. Yolsuzluklar, iç ve dış politika, batık bankalar. Bunun üstüne küreselleşmenin etkileri de eklendiğinde sol için iyi bir fırsat doğmuş gibi görünüyordu. Nitekim Latin Amerika solu 2001 krizinden sonra girdiği yükselme trendini sürdürüyor. Türk solunun toplumla bir türlü irtibat kuramamasını karizmatik lider eksikliğine mi bağlamak lâzım?
Solda bir vizyon tartışması olmuyor. Birtakım kavramlar ortaya atılıyor ancak üzerinde çalışılmıyor. Solun liderlik ve politika düzeyinde dünyanın ve Türkiye’nin geçirdiği değişimi algılayamayan, var olan siyasi yapı içinde yerini korumaya çalışan kadroları var. Hâlbuki Türkiye’de bir Kürt sorunu olduğunu, İslam vurgusunun yükseldiğini herkes görüyor. Bu noktadan geriye dönüş de yok. Bu yüzden de sol ile din, Türkiye’nin değişen yapısı, kimlikler ve azınlıklar ve diğer faktörler arasında bağ kurulması gerekiyor. Blair, İngiltere’de sağ söylemleri kullanarak sola yeni bir kılıf verdi, üçüncü yol dediğimiz de buydu ve bu sebeple seçmenlerin desteğini kazandı. Toplumsal değerleri benimsemesinin yanında çok ciddi bir eğitim ve sağlık reformu da yaptı. Toplumsal değerlerle reformları birleştirdi ve bunu serbest pazara tutunarak yaptı. Bir siyasi partiyseniz ve iktidar hedefliyorsanız Blair deneyimini iyi okumanız gerekiyor. Bugün Türkiye’deki sol partilerde Anadolu solundan, Mevlana’dan söz ediyorlar ama üzerinde çalışılmadığı için inandırıcı olamıyorlar. CHP’nin inandırıcılığı ile AKP’ninki arasında bir kıyas yapmak bile söz konusu değil. Blair ekonomiyi de küçük ve orta ölçekli işletmeleri destekleyerek toparladı. Bunu Türkiye’de AKP yapıyor. Bu yüzden sol sağ, sağ ise sol oldu deniyor. CHP ancak toplumu anlama çabasının içine girerse halkla bir bağ kurabilir. Clinton, Tony Blair, Schröder bunu başaran isimler. Ecevit aynı şeyi yapmadı ama bu yönde bir gayreti vardı.
-Solda bu değerleri toparlayabilecek karizmatik lider adayı var mı?
Türkiye’de iki lider portresi vardı. Biri Demirel, öteki Ecevit. Biz tüm arayışlarımızı geriye dönük yaptığımız için lider tipolojisini de geçmişte arıyoruz. Bugün artık tek bir liderden değil, bir takımdan söz etmek gerekiyor. Çok tanıdık olmasa da işini iyi yapan biri lider koltuğuna da oturabilir. Tony Blair 3 dönem içinde bu noktaya geldi. Ama son döneminde yaptığı ciddi hatalar yüzünden seçimi kazanmasına rağmen görevden alınmasına karar verildi. Dünyada lider bile oluşturuluyor. Türkiye’de eski lider tipine uygun düşecek aday yok bugün, olsa da iş yapamaz. Şu anda en başarılı lider Erdoğan, o da yeni tipe ne kadar uyuyor bilmiyoruz. AKP başarısını ekibine borçlu çünkü ekonomiyi toparladığı için hâlâ insanlar sempatiyle yaklaşıyor.
-CHP muhalefet rolünde başarılı mı sizce?
AKP son bir yılda biraz tıkansa da 2007 seçimlerinde sol için büyük bir sürpriz beklememek gerek. Çünkü CHP sol misyonunu da, muhalefet misyonunu da yerine getiremiyor. AKP’nin geçen yıldan beri AB sürecinde tökezlemesinin en önemli müsebbiplerinden biri CHP. Türkiye’de şu anda sol yok. AKP’yi ılımlı İslam olarak düşünüp karşısına da milliyetçi tepkiyi temsil eden CHP ve MHP’yi koyarsak bir boşluk olduğu açık. Ortadoğu’nun yeniden yapılanması, küreselleşme, ekonomik sıkıntılar ve enerji sıkıntıları, AB meseleleri hep ılımlı İslam, tepkisel milliyetçilik arasında tartışılıyor. Kesinlikle bir üçüncü seçeneğe ihtiyaç var. Birilerinin refahtan, insan haklarından, yoksulluğa karşı mücadeleden, sosyal güvenlikten bahsetmesi gerekiyor. Ecevit’i 80 öncesinde başarılı yapan da bu tür sosyal açılımları idi. Toplumla birlikte bir dönüşümü hedefliyordu. Bugün de solun Türkiye’nin sorunlarına çözüm üretmesi gerekiyor ki halk onları benimsesin. Liderlik, toplumsallık ve ideoloji bir arada düşünüldüğünde sorunun sebebi de çözüm de daha kolay bulunur. Toplumsallık ve ideoloji boyutu eksik bırakıldığı için sadece lidere odaklanan alternatifler çözüm üretemiyor. Mustafa Sarıgül modeli bu yüzden başarısız bir model. Solun toplumla bağ kurma temelinde kendini yeni bir siyasi aktör olarak tanımlaması ve ideoloji oluşturması gerekiyor.
Profesör Keyman’a göre, Türk solunun mevcut kadroları, dünyanın ve Türkiye’nin geçirdiği değişimi algılayamayan, var olan siyasi yapı içinde yerini korumaya çalışan kişilerden oluşuyor. CHP’nin sorunu ise halkla bağ kuramaması.
4 aralık 2006