Kendinize yeni bir gelecek kurmak istiyorsunuz ve listenizde Türkiye yok. Aklınıza neresi gelir? Müreffeh, rahat iş imkânlarına sahip, kalkınmış bir modern dünya ülkesi herhalde. Ya da kimlik, kültür gibi duygusal göstergeler açısından yakın hissettiğiniz bir coğrafya. Sürprize yer bırakmayan cevaplar bunlar. Her birinin mantıklı birer izahı var. Kara kıtanın ortalarında, ait olduğu toprağın kaderine boyun eğmiş Sudan’da, sokakta hemen her yaştan Türk’le karşılaşmak ise tam bir sürpriz bizim için. Nasıl gelir akla, İstanbul’dan, Manisa’dan, Çanakkale’den, Konya’dan kalkıp Sudan’a gitmek? Üstelik sözünü ettiğimiz insanlar, büyük sermayelerle yola koyulmuş iş adamları da değil. Kendi yağında kavrulan küçük esnaf. Marangoz, perdeci, kaportacı, müteahhit…
1990’larda önce ilahiyat eğitimi almak isteyen öğrenciler gitmiş Sudan’a. Bazıları okul bitince çoluk çocuğa karışıp kalmayı tercih ederken bazısı geri dönmüş. Fakat o yıllarda Sudan’ın cazibe merkezi olduğunu söylemek mümkün değil. Hartum’da ikamet eden Türk esnafa sorarsanız ne olduysa cumhurbaşkanının başbakana anayasa kitapçığı fırlatmasıyla alevlenen 2001 ekonomik krizinden sonra olmuş. 1999’da depremle sarsılan esnaf, belini doğrultamadan yeni bir krizle burun buruna kalınca terk-i diyar eylemekten başka çare bulamamış. Aradan geçen 7 yıl, Sudan’ın başkenti Hartum’da restoranları, kafeleri, alışveriş merkezi, perdecisi, kaportacısıyla küçük bir Türkiye kurulmasına yetmiş.
Naci Akgün 7 yıldır Hartum’da. Evli, iki çocuk babası. 2001’de yaşanan ekonomik krizde İstanbul’daki marangoz atölyesini kaybetmiş. Tam bir çaresizlik hâli… Aynı günlerde çok uluslu bir firmadan iş teklifi almış: “İşyerleri Sudan’daydı. Kabul edip geldim. Bir süre sonra işi kapatıp gittiler. Ben kaldım. O sıralar Kombassan Hartum’da Afra Alışveriş Merkezi’nin şubesini açmaya karar verdi. Bu sefer oraya geçtim. 3 buçuk sene sonra onlar da gitti. Ben hâlâ Sudan’dayım ve şimdi Çalık Holding için çalışıyorum.” Naci Beyi, ‘macera olsun diye açtım’ dediği elektrik tesisatı malzemeleri satan küçük dükkânında buluyoruz. Akgün’ün Sudan’a geliş tarihi 2001, ekonomik krizin hemen sonrası. O zamanlar Hartum’da sadece 4 ya da 5 Türk aile olduğunu anlatıyor. Zamanla sayı artsa da bir iki yıl önceye kadar bütün Türkler birbirini tanırken şimdi kim geldi, kim gitti pek haberleri olmuyor.
Sohbet esnasında iki kişi giriyor içeri. Dükkân sahibiyle aralarında geçen muhabbete kulak kabartınca yeni geldiklerini anlıyoruz. Bilal Yılmaztürk, müteahhitlik yapmak niyetinde olduğunu ama arsaların beyazlara yüksek fiyata satıldığını anlatmaya başlıyor. Bir yıl önce gezmeye gelmiş, o sıralar Manisa’da devam eden 7 inşaatı varmış. Sudan’da 10 gün kaldıktan sonra buraya yerleşmeye karar vermiş. Türkiye’de 2004’ün son 6 ayı ve 2005 inşaat açısından çok iyi geçti diye anlatıyor. “Sektör hızla büyüdü. Benim çıraklarım, kalfalarım müteahhit oldu. Sonra kâr oranı düştü.” İster istemez yeni arayışlar gündeme gelmiş. Yılmaztürk kararının doğruluğundan çok emin: “Bir ormanda ağaçlar sıklaştıkça büyüme hızı düşer. Oradaki ağacı boş araziye dikerseniz hem geride kalanlar rahat eder hem de yeni yerde hareket başlar. Biz boş araziye ağaç dikmeye geldik.”
Daha Bilal Bey çıkmadan başka bir Türk giriyor içeri. Sudan hakkında bilgi almak için iki iyi kaynak yan yana. Hüseyin Kıl 5 yıldır Hartum’da. Çocukluğunda Suudi Arabistan’da yaşamış, araya bir Türkiye fasılası girdikten sonra Sudan’a gelmiş. Hartum’da karşılaşacağınız pek çok Türk gibi onun da bir Afra macerası var. Kombassan Holding’in 2004 yılında büyük iddia ile açtığı Hartum’un ilk çok katlı alışveriş merkezi, birkaç yıl içinde bütün cazibesini yitirmiş. Türk girişimciler çareyi işletim hakkını Sudanlılara bırakıp geri dönmekte bulmuşlar. Hüseyin Bey Afra’nın Konya mağazasında çalışırken geçici bir süre için gönderilmiş buraya. 11 ay sonra Türkiye’ye dönmüş ama tekrar gelmiş. Şakayla karışık “Nil’in suyunu içen döner demişlerdi, ben de geldim.” demekle yetiniyor.
Uluslararası bir firmanın ithalat ihracat sorumlusu. Sudan’ın zor bir ülke olduğunu düşünüyor. Türkiye’den çok gelen olduğu doğru; çünkü orası Sudan’dan daha kötü ona göre. Türkiye’de başarılı olamayan insanların, firmaların çoğu ikinci bir şans için yola çıkıyor. “Türkiye globalleşiyor artık” diyor Hüseyin Kıl. “Piyasa büyük firmalara kaldı. Ama burada 20 bin dolara çok rahat iş kurabilirsiniz. Türkiye piyasası doymuş, burası aç.” Bu kadar olumlu ifadeden sonra problemin ne olduğunu tahmin etmek kolay değil. Bir dokun bin ah işit dedirtircesine bir ağızdan başlıyorlar anlatmaya: “En büyük problem insanların vurdumduymazlığı. Oturmuş bir ticari sistemi yok. Herkes bir bukra inşalah (yarın inşallah) öğrenmiş, bukra bukra devam ediyoruz!” Hüseyin Bey’in canı çok sıkkın. İki gün önce tonu 640 bin Cüneyh’ten çimento almış. Teslimatı beklerken fiyatın 1 milyona yükseldiğini öğrenmiş. Mal sahibi “ya 1 milyondan alsın ya da parasını geri vereyim” diye haber gönderince ne yapacağını şaşırmış. Sudan’da kalmayı düşünüyor mu acaba? Başlangıçta onca olumlu kelam ettikten sonra ‘Asla!’ cevabına şaşırmamak elde değil. Araya Naci Bey giriyor neyse ki: “Böyle dediğine bakmayın, ben kalmayı düşünüyorum; ama bir gün ben çeker giderim o yine kalır.” diyor gülerek.
Türkiye’yle Sudan arasında yoğun bir hava trafiği var. THY daha 5-6 yıl önce Hartum’a haftada iki kez sefer düzenlerken bu sayı önce 3’e, sonra 6’ya çıkmış. AK Parti hükümetinin 2005’i ‘Afrika yılı’ ilan etmesiyle hız kazanan açılımın kilit ülkelerinden Sudan. 100’den fazla Türk firması var. Birkaç yıl içinde Sudan’da yaşayan Türk sayısı 4 bini geçmiş. Ülke genelinde yürütülen Türk sermayeli projelerin toplam büyüklüğü 320 milyon doları buluyor.
Sudan petrol, doğalgaz, tarım ve madencilik alanlarında özel sektöre geniş imkânlar sunuyor. Önce Çinliler keşfetmiş bunu. Devlet destekli Çin firmaları pek çok sektörde hâkimiyeti ele geçirmiş durumda. Türkler için böyle iddialı bir tespit yapmaksa zor. Onlar genellikle küçük müteşebbis düzeyinde gelmiş ve bu çerçevenin dışına çıkamamışlar. Konuştuğumuz iş adamları riskli ülkeler kategorisinde değerlendiriyor burayı. Rağbet görmesi ülkede hemen her alanda yapılacak çok iş olmasına bağlanıyor. Naci Akgün, 7 yıllık tecrübeyle konuşuyor: “Burada sektör olmadığı için ilk bakışta heyecanlandırıyor insanları. Başka iş için geliyor adam. Sonra bakıyor ustalar iyi değil, ‘ah!’ diyor ‘ben kaportacılık yapsam sırtım yere gelmez.’ Ama öyle değil. Burası çok keşmekeş bir yer.”
Hartum’un nüfusu yaklaşık 8 milyon. Evler kerpiç, elektrik, su ve kanalizasyon altyapısı henüz tam kurulmamış. Başkentte henüz suyun ulaşmadığı bölgeler var. Afrika’ya hayat veren Nil Nehri, ülkeyi bir uçtan ötekine katediyor ancak Sudan’ın Nil’den yegâne kazanımı, eski model teknelerle yapılan nehir turu ve kıyıda açılan birkaç kafeden ibaret neredeyse. Şehirde bir sosyal hareketlilikten söz etmek mümkün değil. Türk aileler de Sudanlılar gibi sosyal hayat beklentisinden vazgeçmiş görünüyor. Başkentin dışını gören pek yok. Gerekçeleri hazır; “Bu ülkenin en iyi yeri burasıysa geri kalanını görmesek de olur…”
Türk aileler genellikle Hartum’un en iyi mahallelerinden Ma’mura’da birbirine yakın yerlerde yaşıyor. Naci Akgün’ün eşi İlknur Hanım, bu hayatı benimsediklerini söylüyor. Ekonomik gerekçeler başka çare bırakmayınca o da diğer hanımlar gibi Sudan’a taşınma fikrini makul karşılamış: “Türkiye’nin ekonomik durumunu hepimiz biliyoruz, o yüzden buradaki hanımlar hâllerinden pek şikâyetçi değil.” Çiftin biri 10 diğeri 7 yaşında iki çocuğu var. Hartum’un en iyi okuluna, Sudan Türk Koleji’ne gidiyorlar. Türkiye’de olsa özel okula, hele de bu ayarda bir yere gönderemeyeceklerine eminler. Naci Bey için çocuklarının iyi bir eğitim alması önemli. İngilizce ve Arapçayı anadilleri gibi konuşsunlar istiyor. Ki bunu büyük ölçüde başarmış durumdalar. İyi bir üniversite eğitimi de alırlarsa Sudan’da yaşamaları avantaja dönecek. Türkiye’ye dönmek gözlerini korkutuyor. Yeni düzen kurmak, ev alıp eşya düzmek, çocukların okulu, yeni bir çevre, yeni arkadaşlar, yeni iş… “Burada iyi kötü bir düzenimiz var, çok emek verdik. Şimdilik buradayız, bir gün dönmemiz gerekirse düşünürüz.” diyor Naci Bey. Ev halkı da aynı kanaatte.
KARADENİZLİ DAMAT, SUDANLI GELİN
Bir tutunamayanlar harmanı adeta Hartum. İflas etmiş, borçtan, askerlikten, mahkeme kararından kaçmış insanlar yeni bir hayat kurmak için kara kıtanın orta yerindeki Sudan’ı seçmiş. Şarre Sittin’in (Altmışıncı Cadde) ikinci adı Türkiye caddesi olsa yeri. Yol boyu, tabelasında ay yıldızlı bayrak bulunan çok sayıda iş yeri var. Büyük kısmı da perdeci. Sektör, Konyalıların hâkimiyetinde. Mehmet Örnek Karadenizli, ama o bir istisna. 5 yıldır Hartum’da. Türkiye’de de perdecilik yapıyormuş. 17 Ağustos depreminde işini kaybetmiş. Sonraki girişimleri başarılı olmayınca yurtdışına çıkmaktan başka çaresi kalmadığını düşünmüş. 33 yaşında, tek kelime Arapça bilmeden Sudan’a gelmiş. İlk fasıl çok uzun sürmemiş. 11 ay sonra hayati bir karar vermiş. Ya bir Sudanlıyla evlenecek ya da geri dönecek: “Eda Hanım’la aynı iş yerinde çalışıyorduk. Bir gün gidip dedim ki benimle evlen. Hayır dersen Türkiye’ye döneceğim.” Hikâyenin devamını eşinden dinliyoruz: “Hemen hayır dedim. Bizde yabancıyla evlilik çok yaygın değildir.” Mehmet Örnek için Sudan defterini kapatmak dışında seçenek kalmamış haliyle. Dönüş günü geldiğinde durumun ciddiyetini gören Eda Hanım beklenmedik şekilde değiştirmiş cevabını.
Eda Hanım bilgisayar mühendisi. Üniversite eğitimini Kıbrıs’ta almış, Türkçe biliyor. Mehmet Bey’se ilkokul mezunu. Eşinin desteği ile kısa sürede yeni bir iş kurmuş. Diğer örneklerin aksine Sudan’da olmaktan ve işinden memnun: “Benim şartlarımda bu sermayeyle Türkiye’de iş yapılmaz ve kısa sürede katettiğim mesafe aşılmaz. Vesile olanlardan Allah razı olsun.”
2001’den beri Hartum’da yaşayan Mehmet Kaya’nın Hartum’daki Türkler için özel bir önemi var. Tanımadığı, yardımına koşmadığı Türk yoktur deniyor Mehmet Bey için. Onun hikâyesi ve Sudan’da ikamet sebebi biraz farklı. Uzun yıllar gazetecilik yapmış Türkiye’de. Çeşitli ülkeleri gezip tanıtım maksatlı dosyalar hazırlamış. Çok yer görmüş, ailesiyle birlikte önce Almanya’da, kısa süre de Pakistan’da yaşadıktan sonra Sudan’a yerleşmiş. Daha en baştan belirtiyor kanaatini. “En kötü tecrübem Sudan.” Gençliğinde Hasan Tûrabî okuyarak tanımış burayı. Çocuklarının eğitimi gündeme gelince doğru tercihin Sudan olacağı düşüncesiyle yola çıkmış. “Eskiden beri içimde Kur’an-ı Kerim’i anlayarak okumak arzusu vardı. Kur’an kursuna gittim, İmam Hatip’te eğitim aldım, olmadı. Çocuklarım İngilizce ve Arapçalarını ilerletsinler, kızlarım başörtüsü yasağına takılmadan eğitimini tamamlasın istedim.” Mehmet Bey’in içinde yaşadıkları topluma dair eleştirileri, kaygılarını anlamayı kolaylaştırıyor: “Sudan gelişmemiş bir yer. Bir tarihleri yok. Türkiye’nin geçmişi var. Bir miras üzerinde duruyoruz. Kültürümüz, bilgi birikimimiz var. Sudanlılar ise kafalarında hâlâ çadır toplumu…”
PROBLEM ÇOK AMA ÜLKE İLERLİYOR
Sudan’ın bir hukuk devleti olduğunu söylemek zor. Uygulayıcıların kararları kanunların üzerinde Mehmet Bey’e göre. Hal böyle olunca girişimcilerin önünü görmesi, bir standart oturtulması mümkün olmuyor. ‘Fırsatlar ülkesi Sudan’ imajına prim vermiyor. “Çok açık söyleyebilirim ki ticari maksatlarla gelip hâlinden memnun olanların sayısı iki elin parmaklarını geçmez. Bugün 1 dolara aldığınız domates bir ay sonra 5 dolara çıkıyor. Parmak kalınlığında bir demet maydanoz 1 dolar. Onu da bugün buluyorsunuz, yarın yok. Müşterilerinizi bir tada alıştırmışsınız; ama devam ettiremiyorsunuz. Nasıl kâr edeceksiniz bu şartlarda?” Hızlı bir değişim geçiren Sudan, dünyanın en pahalı ülkelerinden biri. Etin kilosu 8, tavuk 7 dolar. İki elma 1 dolar. Üzümün kilosu 5 dolar, nar 20 dolar. Ortalama gelir diye bir şeyden söz edilemiyor. Polis maaşı en fazla 100 dolar. Öğretmenler 80-100 dolar kadar ücret alıyor. Öğretim üyesi maaşı en fazla 400 dolar. Ortalama, 2 oda bir salon ev kirası 600 dolar… Bu kadar yoksul bir ülkenin bir o kadar pahalı olmasını anlamak kolay değil.
Ülke, son yıllarda bir kalkınma atağına geçmiş. Bunun yatırıma dönük kısmını sokakta gözlemlemek mümkün değil elbette. Ama başkentin bir şantiye gibi göründüğünü söylemek abartı olmasa gerek. Su, elektrik ve kanalizasyon altyapısı döşeniyor. Toprak yollar asfalta dönüştürülüyor. Hemen her sokakta hızla yükselen inşaatlar göze çarpıyor… Mehmet Bey yaşadığı bütün hayal kırıklığına rağmen Sudan’da muvaffak olmanın mümkün olduğunu düşünüyor. Bunun bazı şartları var elbette. “İşi bilerek gelip, başında duran, hesabını kitabını iyi yapan kişi para kazanır. Türkiye’de yüzde 20’nin üzerinde bir kârla çalışan olduğunu sanmıyorum; ama Sudan’da yüzde yüzlere varan kâr marjları söz konusu. Yüksek vergiler bunu epeyce indiriyor fakat yine de kazanır. Tek şart çok hassas ve titiz çalışmak.”
Ticaret için uygun partner olmasalar da Sudan halkının olumlu özelliklerini de kayda geçirmek gerek. Öncelikle çok müsamahakâr, yapıcı ve ılımlı oldukları söyleniyor. Kavga etmiyor, kin tutmuyorlar. Bu, biraz da rahat yapılı insanlar olmalarından kaynaklanıyor. Türklerin ‘biraz fazla’ bulduğu bu rahatlığın işe yaradığı da oluyor yani.
Sudan’a büyük paralar yatıran, önemli işler yapan Türk firmaları da var. Hartum’un en lüks oteli, libya lideri Muammer Kaddafi’nin kızına ait. Yumurtaya benzer bir yapıda inşa edildiği için halk arasında yumurta otel denen binanın iç dekorasyonu Akdeniz İnşaat tarafından yapılmış. Otelin hemen yanında Nil Nehri üzerine kurulan köprüyü de aynı firma inşa etmiş. Sudan Cumhurbaşkanı Ömer el-Beşir’in ricası ile ülkenin en büyük camisini yine bir Türk firması inşa ediyor. Sudan Türk İş Adamları Derneği’nin Başkanı Oktay Ercan’sa, Sudan ordusunu giydiren firmanın sahibi…
Türk halkı Sudan adını gelecekte daha sık duyacak gibi görünüyor. Bir de ülkenin ikinci nesli var tabii. Mehmet-Eda Örnek çiftinin 3 yaşındaki oğulları Ömer, henüz Türkçe bilmiyor ancak ailesi eğitimini Türkiye’de almasını istiyor. Elif Akgün, 10 yaşında. İngilizce ve Arapçayı ana dili gibi konuşabiliyor. Radyo programlarına çıkıyor, tiyatro oyunlarında rol alıyor. Ülkenin en iyi okullarından birine, Sudan Türk Kolejine gidiyor. Türkiye’yi çok özlese de Sudan’da yaşamaktan memnun. 17 yaşındaki Metin Yüksel Kaya ise sıcaktan, sosyal bir çevresi olmamasından şikâyetçi; ama Sudan’ı ve ihtiyaçlarını çok iyi bildiği için gelecek planlarını buradan bağımsız yapması kolay görünmüyor.
19 mayıs 2008