‘Haydi, şikâyet etmeyi bırakıp rahatsız olduğumuz şeyleri değiştirelim. Hatta insanlığa iyilik yapıp tam bir kaosa dönen dünya düzeninden başlayayım işe. Savaşa, açlığa, eşitsizliğe son verecek bir sistem kuralım.’ dese birileri, tepkiniz ne olurdu? ‘Güldürme beni Allah aşkına’ mı derdiniz yoksa ‘nereden başlıyoruz mu?’ Bu soruya verilecek cevaba göre tarif edilebilecek iki insan tipinden söz etmek mümkün. Biz; hayalperestlerle gerçekçiler diyelim, siz mücadelecilerin karşısına ümidini yitirenleri koyun. Ya da devrimcilere karşı itidal yanlılarını İşte son yıllarda Latin Amerika’dan yükselmeye başlayan ‘başka bir dünya mümkün’ önermesi, bu sınıflandırmayı yapmak için iyi bir anahtar aslına bakılırsa. 5 yıl önce Brezilya’nın güneyindeki Porto Alegre şehrinde toplanan ve o günden sonra müteaddit defalar bir araya gelen sosyal forumun sınır tanımaz sloganı ‘başka bir dünya mümkün’. Neoliberalizme, sermayenin dünyaya hükmetmesine, emperyalizmin her çeşidine ve dahi rahatsızlık duydukları bilumum şeye karşı çıkmak maksadıyla bir araya gelen sol tandanslı insanların ve kurumların çatısı mahiyetinde bir oluşum sosyal forum. Tek merkezden bütün dünyaya sesleniyordu ilk kurulduğunda. Sonra tabiri caizse temsilcilikler verildi. 2006 başında Atina’da toplanan Avrupa Sosyal Forumu’nun üzerinden çok geçmedi Türkiye şubesi de açıldı geçtiğimiz günlerde.
Siyasi parti temsilcileri ve askerî örgütler dışında herkese açık bu forumlar. Sadece teması değil yıldızları da aynı. Gönüllerin kahramanı Venezüella Devlet Başkanı Chavez elbette. Meydanların en dinlenesi ismi ise Pakistan asıllı ‘muhalif’ yazar Tarık Ali. Porto Alegre’nin de Atina ve İstanbul’un da en popüleri kendisi. Bir İslam ülkesinin kimliğini ve Tarık Ali adını taşıyor olmasa bu kadar vitrinde olur muydu sorusu bizde bâkî; lâkin Ali, son yıllarda özellikle savaş karşıtlarının yılmaz sözcüsü pozisyonunda. 68 kuşağının öğrenci liderlerinden ve Amerika’nın Irak’a yönelik saldırısından önce Batı’daki ilk protesto eylemlerinin de öncü ismi. Kadîm Aksiyon okurlarının yabancısı değil ayrıca. Daha çok yazar kimliği ile gündemde olduğu günlerde Muhsin Öztürk imzasını taşıyan ‘Ben angaje olmuş bir entelektüelim’ başlıklı haberden geliyor bu aşinalık.
Meydanların en dinlenesi ismi dediysek lafın gelişi. Sultanahmet Meydanı’ndaki üç-beş cümleyi aşmayan konuşmasını saymazsak İstanbul’daki toplantı adresi Topkapı Sarayı’nın bahçesindeki Darphane-i Amire idi. Söz buraya kadar gelmişken konuşmanın neden kısa kesildiğine dair ortalıkta dolaşan dedikodulardan da bahsedelim: Fısıltılara göre iki sebep mevzu bahis imiş. İlki; bin kişi kadar olan topluluğu yeterince kalabalık bulmamış olması, ikincisi ise Sultanahmet Camii minarelerinden yükselen öğle ezanının sesini bastırması
İstanbul gündeminin ana başlığı Ortadoğu idi tabii ki. Irak, Lübnan, Türkiye, Kürtler Ali’ye göre Ortadoğu’da suların durulması için tek yol var: Bölge halklarının ortak bir program üzerinde anlaşması. Kurtuluş reçetesini de tavsiye ediyor isim vermeden: “Neoliberalizmin izin verdiği programın çok ötesinde farklı bir düzen öneren bir program.” Bu sistemde üretim, kâr değil ihtiyaçları karşılama maksatlı olacak. Sadece bölgenin petrol geliri bile bunu gerçekleştirmek için yeterli ona göre ama temas etmediği küçük bir sorun var: Petrol zengini bölge ülkeleri bu çözüme niçin yanaşsın? Gerçi “Haritaya ütopyayı yerleştiremeyeceğin bir dünya yaşamaya değmez.” diye düşünüyor Tarık Ali, bu soruya cevap vermekte de zorlanmayacağı muhakkak.
“KÜRTLER HATA EDİYOR”
İstanbul’daki toplantıdan önce Diyarbakır’a giden Tarık Ali’nin Kuzey Irak ve Türkiye’deki Kürtlere dair fikirleri oldukça net ve şaşırtıcı. “Türkiye’deki Kürtler için federal devlet veya içerde tam özerk yapılanma modeli olumlu olurdu.” diye düşünüyor. Türkiye’nin AB’ye girmesi de otonominin garantilenmiş olduğu anlamına gelecek ona göre. Kürtlerin Amerika’ya güvenerek Irak’ın işgalini desteklemelerini kısa vadeli ve hatalı bir plan olarak değerlendiriyor ve ekliyor: “12 yıldır ABD ile işbirliği halindeki Kürt aşiretleri, işgali kolaylaştırmak için ellerinden geleni yaptı. Böyle davranmaya devam ederlerse kendilerini Ortadoğu’da İsraillilerden sonra en çok nefret edilen halk olarak bulacaklar.” Diyarbakır’da muhataplarını kızdırdığını söylese de aynı tespitleri tekrar etmekten kaçınmıyor: “Kimliklerine öylesine takılmışlar ki ötesini göremiyorlar.”
Tarık Ali için sarf edilecek en isabetli sıfatların başında muhalifliği geliyor. Gelişmeleri yakından takip ediyor ve tepkisini sakınmıyor. Türkiye’nin Lübnan’a asker göndermesini anlamıyor mesela. Ona göre Lübnan’a Birleşmiş Milletler (BM) askerinin gitmesi, İsrail’in ‘B’ planı idi. Ülkeye girip Hizbullah’ı yok etmeyi amaçlayan ‘A’ planı gerçekleşmeyince ikinci alternatif uygulamaya konuldu. “İsrail’in Filistin ve Beyrut’ta yaptıkları karşısında sessiz kalan, büyükelçiyi birkaç ay için bile geri gönderemeyen Türkiye, sıra asker göndermeye gelince düşünmeye başlıyor.” Bölgeye yerleştirilecek BM askerinin İsrail saldırılarına karşı caydırıcı olacağı savunmasını gerçekçi bulmuyor Ali.
İRAN, İŞGALİ BİTİREBİLİR
Peki, İran’a yönelik tehditler ne durumda? Bu konuda da çok net: “Amerika, İran’a saldıramaz.” İran’ın kendini korumaya yönelik bir dış politika uyguladığını düşünüyor. İran yönetimi kendini korumak için Amerika’nın Irak ve Afganistan müdahalelerine karşı çıkmamış Ali’ye göre. “Aslında isteseler Irak’taki işgali iki hafta içinde bitirebilirler. Mukteda es-Sadr’a yapabilirsin demeleri yeter. Ama yapmıyorlar. Buraların pazarlık bloku olarak ellerinde kalmasını tercih ediyorlar.” ‘İran’a giremezler’ demesinin sebebi ABD’nin bu müdahaleye 3 cepheden aynı anda karşılık geleceğini bilmesi. “Mukteda es Sadr sadece İran’da değil Irak ve Afganistan’da da mücadeleye başlar. Ve bu Amerika’nın bölgedeki sonu olur.”
Sosyalist bir çevrede büyüyen ve ‘6 yaşında agnostik, 12 yaşından sonra ateist oldum’ diyen Tarık Ali, halen üniversite eğitimi almak için gittiği İngiltere’de yaşıyor. Ve oralarda İslam dünyasının sözcüsü kabul ediliyor bir nevi. Kendisi de öyle olduğu kanaatinde. ‘İslam dünyasına asıl rengini veren kesimle pek fazla müşterekiniz görünmüyor. Hâl böyle iken neden bizim adımıza yaptığınız öz eleştiriyi kabul edelim?’ sorusuna oldukça rahat ve mütebessim karşılık veriyor. “Bunun cevabı, İslam dünyasını nasıl yorumladığınıza bağlı olarak değişebilir.” Ve başlıyor anlatmaya: “Benim için İslam dünyası iki şekilde açıklanabilir. Bir tarafı tabii ki dinî inançlarla kurulmuştur. Öbür tarafı ise tarih ve medeniyetidir. Ben kendimi bu medeniyetin bir parçası olarak görüyorum. Dindar bir insan değilim, hiçbir zaman da olmadım. Biliyorum ki benim gibi çok insan var. Biz dindar olmadığımız için bu dünyadaki yerimizi reddedecek değiliz.” Batı’da, İslam dünyasının yenilmez bir savunucusu olarak görüldüğünü anlatıyor sonra. Zaman zaman bu bölgenin resmî sözcülerine aptal muamelesi yapan kişilerin onu dikkate aldıklarını belirtiyor ve ciddiyetle dinlenen pek fazla isim olmadığını. Durduğu yerle bir problemi olmadığının da altını çiziyor.
Sadece politik sorunlar yok Tarık Ali’nin gündeminde. Her ne kadar Müslüman olmadığını söylese de İslam konusunda da iddialı yorumları var. ‘Bir fikri benimsemiyor olmak o konu hakkında kafa yormaya mâni olmaz’ diye düşündüğünden İslam’ın reforma ihtiyacı olduğunu söylemekten çekinmiyor. Bu tavrı cüretkârca da bulmuyor. “Ben gerçek dünyada yaşıyorum. Pakistan’a çok sık gidiyorum. Orada bir evim var ve insanlarla temas halindeyim. Aslında inanmayan biri olduğum için problemleri daha rahat görebiliyorum.” diye savunuyor kendini.
Yeri gelmişken bir de hatırasını anlatıyor: “Bir keresinde Cemaati İslami temsilcileri ile Pakistan televizyonunda bir programa katıldım. Tartışma esnasında karşımdaki adam bana ‘Sizinle kavga etmek istemiyorum. Çünkü bütün kitaplarınızı okudum, gizli bir Müslüman olduğunuzu düşünüyorum’ dedi.” ‘Öyle misiniz?’ sorusuna o gün verdiği cevabı veriyor: “Sizi mutlu edecekse böyle düşünebilirsiniz.”
Doğu’nun modernizmden nasibini almadığını düşünüyor Tarık Ali. Bir röportajda dile getirdiği “Afganistan ve Pakistan’dan insanlar el ele tutuşmuş gençler görmek için İstanbul’a geliyor.” sözü modernizmi nasıl yorumladığı konusunda da merak uyandırıyor. “Bu benim için değil onlar için modernizm göstergesi” diye düzeltiyor. Onun tanımına göre modernliğin en önemli özelliği din ve devlet işlerinin ayrı olması. Bizim laiklikten anladığımız anlamı çıkarıyor modernizm kavramından. Ve eleştirilerini sıralıyor: “Modernizmi kapitalizm doğurdu. Dünyanın her yeri modern olmak adına birbirine benzedi. Bu global dünyadan uzaklaşmak isteyen insanlar bir kimlikleri daha olduğunu keşfedip dine dönmeye başladı.” Son yıllarda sıklıkla dile getirilen ‘modernizm vaat ettiği mutluluğu vermedi’ tespitine katılıyor. “Artık modern olmak, küçük kasabanızda Starbucks olması demek. Ve modern olmak, dünyanın neresinde olursanız olun Amerika’da olan bir şeyi televizyonda izlemek demek. Farklılıkların hiçbir anlamı kalmadı.”
“LATİN AMERİKA DÜNYAYA UMUT VERİYOR”
Sol hareketin öncü isimlerinden birini bulmuşken biraz muhasebe yapmasını istememek olmazdı. “Sosyalist düşünce uzun yıllardır antitez üretmekle meşgul. Antiemperyalist, antikapitalist, küreselleşme karşıtı çevrelerin muhalefetten sıkılıp yeni bir şey söylemesini beklemeli miyiz?” Bu soruya karşılık henüz Türkçeye çevrilmeyen son kitabı Karayip Korsanları Yeni Bir Umut Ekseni’ni okumamızı tavsiye ediyor. “Orada bu sorunun cevabını arıyorum. Latin Amerika iyi bir örnek ve orada yeni şeyler söyleniyor.” Bu söylemin sahibi ise Hugo Chavez tabii. Ahmedinecad ve Hasan Nasrallah’ın kardeşimiz diye selamladıkları Chavez, ABD karşısındaki cesur tavrı sebebiyle özellikle Ortadoğu’da sempati duyulan bir isim. Geçtiğimiz aylarda el Cezire televizyonuna konuk olan Venezüella Devlet Başkanı, son zamanların en fazla reyting alan ismi olmuş. Chavez’in petrol parasını nasıl harcadığını, ne tür sosyal politikalar uyguladığını anlattığı programı 36 milyon kişi izlemiş. Yapımcının en fazla telefonu bu programın ardından aldıklarını söylediğini aktarıyor Tarık Ali. Hemen herkes aynı soruyu sormuş: Arap dünyası ne zaman bir Chavez çıkaracak?
Chavez’e gösterilen bu teveccüh, Ahmedinecad’ın ses getiren Latin Amerika seyahati ve ardından Tahran’a direnişin öncü isimlerinden Simon Bolivar heykeli diktirmesi ve son olarak Tarık Ali’nin anlattıkları küreselleşme karşıtlığının küreselleşmesi tesbitini hatırlatıyor ister istemez. Venezüella modeli insanlara ümit veriyor ona göre. “Amerika’ya karşı durabilen tek politik lider Chavez nihayetinde. İşgal altında bir ülke olduğunu düşündüğü için yeni Irak’ı tanımayı reddediyor. İki dünyanın da birbirini tanımaya ihtiyacı var.”
Tarik Ali’nin Türkiye’de en bilinen kitabı Selahaddin malum. Yeri gelmişken Selahaddin Eyyubi’yi de soralım diyoruz. Kürt politikası için iyi bir model olmasının yanında Haçlı seferlerine karşı bölgedeki herkesi bir araya getirmeyi de başarmış bir isim olduğu için Eyyubi’yi sevdiğini belirtiyor. “Haçlılarla ortak olup kendi insanları ile savaşmadı.” diye bir gönderme yapmayı da ihmal etmiyor. Peki, Hasan Nasrallah için yeni Selahaddin denilmesine yorumu? “Herkes yeni Selahaddin zaten. Cemal Abdunnasır, Mukteda es Sadr, Hasan Nasrallah ”
Tarık Ali’ye göre kürtler işgal yanlısı tavırlarında ısrar ederse bölgede İsrail’den sonra en fazla nefret edilen halk haline gelebilir.
İran Devlet Başkanı Ahmedinecad, ABD’ye karşı Latin Amerika ile temasını arttırıyor. Geçtiğimiz aylarda gerçekleştirdiği Venezüella ziyareti de bunun ispatı.
9 ekim 2006