Close Menu
Ayşe AdlıAyşe Adlı

    Subscribe to Updates

    Get the latest creative news from FooBar about art, design and business.

    What's Hot

    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum

    Nisan 21, 2025

    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!

    Nisan 21, 2025

    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!

    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    • Yeşilçam’dan Portreler
    • Geçmiş Zaman Olur Ki…
    • Türkiye Kurulurken…
    • Hoş Sada!
    • Tüm Kategoriler
      • Şehir ve Mekan
      • Dünya’dan
      • GeziYorum
      • Kitabiyat
      • Nadir Söyleşiler
      • O Şehr-i İstanbul Ki…
      • Portreler
      • Sinema Yazıları
      • Sanat Penceresi
      • Tarih Yazıları
      • MetaFizik
    Ayşe AdlıAyşe Adlı
    Dünya'dan - tarık ramazan; avrupa’da misafir değil ev sahibiyiz

    tarık ramazan; avrupa’da misafir değil ev sahibiyiz

    Şubat 11, 2015
    Share
    Facebook Twitter LinkedIn Pinterest Email

     

    İnsan haklarında evrensel standartlara ulaşmak mümkün mü? Öteden beri tartışılan bu soru İslam dünyası ile Batı arasında temas arttıkça daha da anlam kazanıyor. İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nde yapılan tarifler de, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları da merkezin dışında kalan toplulukların ihtiyacına cevap vermiyor. Ve bu sıkıntı, yeni arayışlara kapı aralıyor. Mazlumder ve Eğitim Danışmanlığı ve Araştırmaları Merkezi’nin (Edam) birlikte düzenlediği Uluslararası İnsan Haklarında Yeni Arayışlar Sempozyumu’nun çıkış noktası da bu soruydu. Üç gün boyunca farklı bakış açıları sunuldu ve eski sorulara yenileri eklendi. Sempozyumun en ilgi çeken sunumu ise Tarık Ramazan’ın ‘Avrupalı Müslümanlar ve İnsan Hakları’ konferansı idi.

    Tarık Ramazan, yeni nesil Müslüman entelektüeller arasında en fazla dikkat çeken isimlerden biri. Avrupalı Müslümanların kanaat önderlerinden sayılan Ramazan’a verilen bu değer biraz da İhvan-ı Müslimin’in kurucusu Hasan el-Benna’nın torunu olmasından kaynaklanıyor. Tarık Ramazan bugün bulunduğu noktada İslam dünyasını da, Batı’yı da anlayabildiğini düşünüyor. Bu sebeple kendisine Doğu ile Batı arasında köprü olma vazifesi yüklemiş durumda.

    44 yıllık ömrünün büyük kısmını Avrupa’da geçiren Ramazan, yıllarını seküler bir dünyada Müslümanca var olmak üzerine düşünmekle geçirmiş. Bu konu hâlâ gündeminin öncelikli maddesi durumunda. Kendisinin, ‘orta yolcu İslam’ diye tanımladığı ‘Avrupalı Müslüman’ tarifi sebebiyle bazı Müslüman ilim adamlarının sert eleştirilerine maruz kalıyor. Batı’da ise ‘kozmetik olarak demokratik bir söylem kullanan köktenci bir demagog’ olmakla suçlanıyor. Tarık Ramazan’ın sayısı yirmiyi geçen kitabından sadece üçü Türkçeye çevrilmiş durumda. Şu anda biri radikal reformları, diğeri Allah Rasulü’nün hayatını konu alan iki kitap çalışması devam ediyor. Sempozyum kapsamında Türkiye’ye gelen Ramazan, 11 Eylül’den sonra ABD’ye giriş çıkışta ciddi sorunlar yaşamaya başlamış. Mısır, Tunus, Suriye ve Suudi Arabistan’a da giremiyor. Çünkü Batı’yı eleştirdiği kadar İslam dünyasındaki problemleri tartışmaktan da geri durmuyor. Ramazan’la yıllardır üzerinde çalıştığı Avrupa’da Müslüman olmak sorunuyla başlayan bir sohbet yaptık.

    -Batı ve İslam düşüncesine vâkıfsınız ve her iki dünyayı da anlayabildiğinizi söylüyorsunuz. Peki, bu iki dünya sizi ne kadar anlıyor?

    Müslümanların bir kısmı beni reformist olmakla itham ediyor. Oysa bir tek İslam var ama değişmez bir İslam kültüründen söz etmek mümkün değil. Aynı değerlere inanmak ortak bir deneyime sahip olmayı gerektirmez. İslam’ın Avrupa kültürü ile harmanlanmasının önünde hiç engel yok bana göre. Her medeniyet, inanç sistemini kendine göre şekillendiriyor. Ben de kendimi Avrupa kültür dairesi içinde ifade ediyorum. Değer yargılarım Batılı ölçüler içinde şekillendi. Buradan baktığımda gördüğüm manzara şu: İki dünya birbirini anlamıyor ve birbiri ile konuşmuyor. Eğer siz her ikisi ile de temas etmeye çalışıyorsanız reddedilme ihtimalini göze alarak yola çıkmalısınız. İslam dünyasında beni eleştiren çok insan var. İslam’ı Batılılaştırmaya çalıştığımı düşünüyorlar. Batılılara göre ise “çok fazla” Müslüman’ım ve Batı’yı Müslümanlaştırıyorum. Yani ne yapmaya çalıştığımı anladıkları söylenemez. Fakat İslam geleneğini bilen insanlar arasında benim söylemimi kabul edenler de var. Tunus’ta, Türkiye’de… Ayrıca İslam tarihi, felsefesi ve kültürünü bilen Batılılarla bağlantı kurmak zor olmuyor.

    -Avrupa kültürü ile entegre olmuş bir Müslüman tipinden söz ediyorsunuz. Tarif ettiğiniz bu imaja Batılılar nasıl bakıyor?

    Entegrasyon süreci geride kaldı bana kalırsa. Müslümanlar artık Avrupalı. Bunu böyle kabul etmek gerek. Ben Müslümanlara kendilerine güvenmelerini ve kimliklerini tanımalarını söylüyorum. Kimliğinizi, değerlerinizi doğru tarif edin. Azınlık ya da diaspora değil vatandaş olduğunuzu bilip toplum içinde yerinizi alın diyorum. Tabii bu tavırdan hoşlanmayanlar var. Belli çevrelere göre Müslümanlara merkezde yer yok. Onlar marjinal olmalı ve uçlarda yaşamaya devam etmeli. Bu isteklerle benim söylediklerim birbirinin zıddı. Bu nedenle kasıtlı olarak beni fundamentalist olarak nitelendiriyorlar. Ben radikal değilim, edebiyat da yapmıyorum. Tek istediğim o toplumun bir parçası olan insanları sosyal hayatta daha çok var olmaya ikna itmek, kendilerine güvenmelerini sağlamak. Bundan hoşlanmayanlar olması çok normal.

    -Tony Blair’e Avrupalı Müslümanlar konusunda danışmanlık yaptığınızı biliyoruz. Peki, İslam dünyası Batı’yı bilen bir Müslüman’dan istifade ediyor mu?

    Öncelikle şunu belirteyim, hiçbir zaman Blair’e danışmanlık yapmadım. İngiltere hükümeti benim de dâhil olduğum bir düşünce kulübünden Avrupalı Müslümanlar hakkında rapor istedi, ki biz bunu isteyen herkes için yapıyoruz. Bu, kasıtlı olarak yayıldığını düşündüğüm yanlış bir bilgi. İslam dünyasına gelince… Her ne kadar merkezde Avrupa’daki İslam nüfusu olsa da sadece onlar için çalışmıyoruz. Batı’dakiler benim çalışmalarımdan daha fazla yararlanıyor. Ama İslam dünyasının bu çalışmalardan uzun zamandır haberi var. İsteyen herkesle temas halindeyiz.

    -Son yıllarda faturası Müslümanlara kesilen bir dizi olay yaşandı Batı’da. Bu gelişmeler oradaki Müslümanları nasıl etkiledi?

    11 Eylül’den sonra özellikle ABD ve İngiltere’de her şey dramatik bir biçimde değişti. Ondan önce Batılı bir ülkede Müslüman olarak yaşam çok, çok kolaydı. Terörle savaş 11 Eylül’den sonra bütün Müslümanları potansiyel şüpheli hale getirdi. İnsanlar kendilerini iki seçenek arasında sıkışmış hissetti. Ya iddia edildiği gibi radikalleşecek ya da içlerine kapanacaklardı. Sessiz kalır, görünmez olursak sorun yaşamayız diye düşündüler. Ama akıllıca olan bu değil. Görünür olmalı ve konuşmalıyız. Eğer insanlar dinimiz hakkında yanlış bir bilgiye sahipse doğruyu anlatmak bizim vazifemiz. Batılı Müslümanlar, dini bir etiket gibi taşıyor. Sıra konuşmaya, tavır sergilemeye gelince kimseden ses çıkmıyor. Çünkü ‘teröre’ karşı savaşın yaydığı korku psikolojisi her yanı kaplamış durumda. Düşünce özgürlüğü sadece lafta var. Bu şartlar altında bir suskunluk sarmalı içine kapanan Müslümanlar, İslam dünyası ile Batı’nın mücadelesinde yok. Son yıllarda Müslümanların maruz kaldığı bu muamele daha önce ABD’de komünistlere uygulanmıştı. Burada önemli olan saldırının biçimi değil, ne kadar insanı etkilediği. Tarih boyunca baskı altında tutulan gruplar hep nispeten küçük gruplardı. Ama biz birkaç bin değil, milyonlarız.

    -İslamofobi’nin boyutları ne kadar genişleyebilir?

    Zamanla baskılar hafifleyecek elbette ama kısa bir zamanda zorlukların aşılmasını beklememek gerek. İyimser olmak ve çok çalışmak zorundayız. Köprüler kurarak anlayışımızı geliştireceğiz. 2050’de birçok Avrupa ülkesinde Müslüman nüfus çoğunluğu oluşturacak. Korkularını ve tepkilerini anlayıp ‘kurallara uyuyoruz, değerlere ve kültüre saygı gösteriyoruz. Sizinle birlikte yaşamak istiyoruz.’ demeliyiz. Bu korkunun bir Müslüman soykırımına sebep olacağını söyleyenler de var. Ben buna inanmıyorum. Bugün Müslümanlar hakkında duyduğumuz her şey bir zamanlar Yahudiler için söylenmişti. 1930 ve sonrasında “Eğer Yahudi bir şey söylüyorsa bunun iki anlamı vardır.” diye yaygın bir kanaat vardı. Samimiyetlerine inanılmıyordu. Aynı ikili konuşma şu anda Müslümanlar için söz konusu. “Ümmet ve vatandaşlık arasındaki sadakatten bahsediyorsunuz. Müslüman mı yoksa vatandaş mısınız?” diyorlar bize. Müslüman olarak girdiğiniz bir ülkede hemen kolonileştiriliyorsunuz. Çok dikkatli olmak zorundayız. Bu yeni bir tür ırkçılık. Diğer bir deyişle İslamofobi. Yaygın ve derin ön yargılar var ama soykırım iddiası gerçekçi değil. Bizi ne yok edebilir ne de geldiğimiz yere gönderebilirler. Çünkü biz milyonlarcayız ve orası bizim evimiz. Tek seçenek uzlaşmaya çalışmak.

    -İslama yönelik saldırıların sıklaştığı bir dönemde Müslümanlar gerçekten Avrupa’da kendilerini evlerinde hissediyorlar mı?

    Ben İsviçreliyim ve kendimi orada evimde hissediyorum. Diğer Müslümanlar da öyle. İstesinler veya istemesinler artık Müslümanlar için anayurt diye bir şey yok. İslam, artık bir Avrupa dini. Bu Beyaz Batılı adamı korkutuyor elbette. Toplumlarının değiştiğini görüyorlar. Artık Avrupa’da yeni bir gerçeklik var. Biz orada misafir değil ev sahibiyiz. Çocuklarımız orada kendi hayatlarını inşa edecekler. Hiçbir Batılı bana ‘bizi eleştiriyorsun o halde evine dön’ diyemez. Zihin değiştirmek zorundalar. Benim adıma yapılan şeylerden rahatsız olduğumda elbette eleştireceğim. Şunu anlamaları gerekiyor: Vatandaşı olduğun ülkeye sadık olmak, kör bir teslimiyet gerektirmez. Asıl yapılması gereken kendini ait hissettiğin yeri daha yaşanılır kılmaktır. Biz de bunu yapmaya çalışıyoruz.

    -Siz olumlu bir tablo çiziyorsunuz ama buradan bakıldığında Batılı Müslümanların durumu sizin anlattığınız kadar problemsiz görünmüyor…

    Avrupa’da Müslümanların kendi prensiplerine uygun yaşamasının önünde herhangi bir problem yok. Ancak 11 Eylül’den sonra sosyal hayatta var olmak zorlaştı tabii. Bu ağır atmosferden kurtulmak için herkesin haklarını öğrenmesi gerekiyor. Şu anda ayakta kalmak kolay değil, yakın gelecekte de olmayacak. Ama bu psikolojik savaşı aşmak zorundayız. Bütün hayatımızı ‘Batılılar bize karşı ön yargılı’ fikri üstüne kuramayız. Başörtüsünü sevmiyorlar, doğru. Ama bu Müslüman karşıtı duygular üzerinden bir politika geliştirmeye kalkışırsak aynı dili konuşma imkânını tamamen yitiririz. İsteklerimizi tüm dünyanın anlayacağı bir dile çevirmek zorundayız. Ortak bir dil oluşturmak için öncelikle Avrupalı Müslümanların kendine ‘Ben kimim?’ diye sorması gerekiyor. Avrupa’nın değerler sistemi ile barışık bir İslam anlayışı mümkün ve bunu ancak Avrupalı Müslümanlar her alanda kendi kimlikleri ile var olarak kurabilirler. Dünyada söz sahibi olmak için Batı’yı eleştireceğiz evet ama bunu yaparken İslam dünyasında olup bitenleri görmezden gelemeyiz. Avrupa’da İslam imajı hâlâ yabancı. Aklımızdan çıkarmamamız gereken bir şey var: Biz azınlık değil vatandaşız. Bunu kavramak ancak özgüven kazanmakla mümkün. Moderniteye karşı kendi cevabımızı bulmak zorundayız. Bu hiç kolay olmayacak, ciddi bir çaba gerekecek. Bize dikte edileni kabul etmezsek başarılı olabiliriz. Kimliğimizi biz tarif etmeli ve saygı duyulmasını istediğimiz kuralları kendimiz koymalıyız. Son yıllarda zaman zaman yapıldığı gibi yakaya ‘Müslümanlığımdan gurur duyuyorum’ yazmakla olmaz bu. Kalbinin içindekini açığa çıkarmak gerek.

    -Yazılarınızda ve konuşmalarınızda hep ‘Müslümanlar özeleştiri yapmalı’ diyorsunuz. Fiziki ve psikolojik baskılar sürerken karşı tez üretmek yerine özeleştiri yapmak kompleks göstergesi değil mi?

    Tam tersi. Eğer kendinize güvenmezseniz, eleştiremezsiniz. İslam’ın prensipleri mükemmel, bunu biliyoruz. Problemli olan Müslümanların davranışları. Başkaları için değil kendimiz için yapmalıyız bu kritiği. Kendi dünyamızın kalitesini yükseltmek için. İslam dünyasının belli başlı meselelerine bakalım. Kadınlar mesela. İslam onlara hak veriyor ama pratiğe baktığınızda saygı görmediklerini fark ediyorsunuz. Bizim toplumumuzda Müslümanlar aile içi şiddet uyguluyor. İnsan hakları ihlalleri var. Ebu Gureyb ve Guantanamo’yu eleştiriyoruz. Irak’ta zulüm gören Müslümanları savunurken Mısır’daki Yahudileri unutursak ikiyüzlülük etmiş oluruz. Ruanda’yı, Tibet’i görmüyoruz. Bu şekilde bir gelecek kurulamaz. Zulüm karşısında dik durmak zorundayız, zalim kim olursa olsun…Rasullullah bize ‘Eğer bir yanlışa şahit olursanız elinizle, bunu yapamazsanız dilinizle müdahale edin. İkisine de gücünüz yetmezse kalbinizde bir tepki olsun’ diye buyuruyor ki bu imanın en zayıf noktasıdır.

    -Dedeniz 60 yıl önce Mısır’da Müslümanların maslahatı için mücadele ediyordu. Siz cepheyi Batı’ya taşımış görünüyorsunuz. Hasan el-Benna’dan Tarık Ramazan’a gelene kadar ne değişti?

    Çok şey, verdiğimiz mesaj dışında. Özellikle manevi hayat ve kalp konusunda hiç değişiklik yok. O, İngiliz sömürgesi altında çalışıyordu; bu değişti. Çevreler, stratejiler, vatandaşlık durumu değişti. Bizim topluma karşı görevlerimiz ve taahhütlerimiz değişti. Şu anda özgürüz. Ben sizinle konuşuyorum ama o konuşamıyordu. Dedem özel bir zamanda yaşadı. Sömürge topraklarında mücadele ediyordu. Şartlar değişti, dedemle aynı şekilde mücadele vermemin bir manası yok artık.

    -Hanginizin hayatı daha zor peki?

    İkisi de çok zor. Her şey kendi çerçevesi içinde değerlendirilmeli. Biliyorsunuz Eyüp Peygamber sabrıyla ünlüydü. Hasan el-Benna da onun gibiydi. Meselelere Eyüp Aleyhisselam gibi bakmak gerektiğini söyler ama ‘o bu zamanda yaşasa öyle bakamazdı’ diye şaka yapardı. Bugün bizim durumumuz çok daha karışık. Bizim de Eyüp sabrına ihtiyacımız var. Mısır’da, Türkiye’de en azından din adamları, camiler var. Ama Batı’da yok. Orada küreselleşen dünyanın küresel kültürü var. Manevi bir hayat kurmanız kolay değil. Avrupa’da Müslüman olmak da, anne baba olmak da çok zor…

    -İsviçre’de yaşamak sizin tercihiniz değil mi?

    Biz İsviçre’ye daha iyi bir hayat sürmek için gitmedik. Babam sürgüne gönderildi ve ben orada doğdum. 25 yaşına geldiğimde Mısır’a dönmeye karar verdim ama sonra fark ettim ki Mısır benim ülkem değil. Şimdi İsviçre’de onların kuralları ile bir oyun oynuyorum.

    5 haziran 2006

    Related Posts

    açe’de bir devrin sonu

    Şubat 5, 2021

    patani barışı özlüyor!

    Şubat 13, 2015

    yüzlerce kimlik tek potada!

    Şubat 13, 2015
    Add A Comment
    Leave A Reply Cancel Reply

    Çok Okunanlar
    bibliyofili ile bibliyomani arasındaki ince çizgide yürüyorum
    Nisan 21, 2025
    taşı toprağı tarih bir ülkede yaşıyoruz!
    Nisan 21, 2025
    türkiye’de en ucuz emek, entelektüel emek!
    Nisan 21, 2025
    biz çalıkuşu nesliyiz!
    Nisan 21, 2025
    anadolu kitabı koruyamamıştır
    Nisan 21, 2025
    Facebook X (Twitter) Instagram Pinterest
    • Gizlilik Politikası
    • iletişim
    • hakkımda
    © 2025 Ayşe Adli

    Type above and press Enter to search. Press Esc to cancel.